Gönderi

480 syf.
8/10 puan verdi
·
18 günde okudu
Dünyanın en zengin insanı olsanız nasıl yaşarsınız? Bu soru, eskiden her sene milli piyangonun yılbaşı çekilişinden önce, sokak röportajlarında sorulurdu. Sokakta yürürken birden zengin olma ihtimaliyle karşılaşan insanların aklına ev, araba, daha çok ev araba almak ya da dünyadaki açlığa son vermek, fakir fukaraya yardım etmek gibi ulvi fikirler gelirdi. Haydan gelen huya gider, düşüncesiyle parayı hemen o an harcayarak bitirmeleri gerekiyormuş hissine kapılırlardı. Eskiden en zenginlerin nasıl yaşadığını bilmiyor oluşumuzun da bunda payı var. Vizyonumuz dardı. Paranın neler alabileceğini tahayyül edemiyorduk. Sosyal medyayla birlikte, gerçek zenginlerin kahvaltıda ne yediğinden çocuklarının oyuncaklarına kadar her detayla ilgili fikir sahibi olduk. Bu sayede paranın cepteki kağıt parçası değil, iyi bir arabaya binmek de değil, keyifle yaşanan, sonsuz zevk olasılığı sunan, yaprak hafifliğinde bir hayat yaşama imkanı olduğunu gördük. Hayal edelim. Sabah uyanınca üzerimizde ipek sabahlığımız, elimizde taze çekirdekten mis gibi kokan kahvemizle, bahçıvanın sabah serinliğinde beyaz gülleri budadığı, terasından yüzme havuzlu yemyeşil bahçesine baktığımız iki bin metrekare bir evi, teknemizin güvertesinde, bronz tenimizin üzerinde uçuşan elbisemizle şampanya içerek izlediğimiz gün batımlarını, dağ otellerinde kayak yaparak geçirdiğimiz kış aylarını, en iyi restoranlarda biz girerken kapıların arsına kadar açıldığını ve en güzel manzaralı masanın adımıza ayrıldığını, üstü açık arabamızı son sürat kullanırken motordan gelen o sesi. Hiçbir yere koşmadığımızı, her şeyin gerekirse yavaşlayıp bizim ritmimize ayak uydurduğunu. Her gün daha da rafine hale gelen günlük yaşam zevklerimizi. Geleceğin yalnızca daha güzel günler ümidi taşıdığna emin olduğumuz o derin emniyet hissini. Her şey gibi para da yokken çok önemliyken varlığında giderek anlamsızlaşıyor. Çok paranın ne kadar çok olduğunu hayal etmek bile zorlaşıyor. Ne kadar harcasanız bitmeyecek bir miktar bu, unutmayın. Bir yandan harcarken daha fazlasının sürekli kasanıza dolduğu bir düzen. Bir süre sonra parayla ilişki de hayatla ilişki de farklılaşıyor. Bir doyum noktasına gelindiğinde, para bir şey satın alma aracı olmaktan çıkıp anlam arama aracı haline geliyor. Mutluluk da bulunacak bir şeye. Eskiden dışarıda sevgilinizle yediğiniz güzel bir akşam yemeği basit bir kararken, dünyanın hangi şehrinde, hangi şefin pişirdiği ve hangi garsonun servis ettiği, kaç yıllık hangi şarabın açıldığı ve hangi sevgilinin eşlik edeceğine karar verilmesi gereken bir konuya dönüşüyor. Orta halli bir hayat yaşarken uç kararlar almak zaten pek mümkün değil. Sınırı geçtiğinde ise, insanın önündeki tramplenden ne kadar yükseğe zıplayabileceğini ve hangi yükseklikte tatmin olacağını tahmin etmek ancak insanın çekirdeğindeki ruhun neye benzediğini görmekle mümkün. Çekirdeğe varmak için, üzerimizdeki tüm katmanları taşınması gereksiz hale getirecek kadar çok paraya ihtiyaç var. O zaman rahatça soyunup, gerçekte kim olduğumuzu görmek kolaylaşıyor. Kalust Gülbenkyan öldüğünde dünyanın en zengin adamıydı. Karısı ve çocuklarına bu servetin onlara değil, sadece ama sadece kendisine ait olduğunu kafalarında hiçbir soru işareti kalmayacak şekilde anlatmıştı. Kuralları o koyardı. Ailesine belki sevgi duymuştur ama bunu belli etmezdi. İçinde herhangi birine, topluluğa ya da ülkeye karşı sadakat, bağlılık ya da sevgi olduğu şüpheli. İki erkek kardeşiyle görüşmeyi bir noktada kesip, sıkıntıya düştüklerinde para göndermiş ama aramamış, annesinin cenazesine katılmamış, Ermeni topluluğunun ihanetle itham ettiği, kendi oğlunun defalarca dava ettiği biriydi. Karısıyla ya da ailesiyle aynı sofrada yemek yemek yerine daima yalnız yemek yemeği yeğler, Paristeki ‘ savaş gemisi’ gibi inşa edildi diye böbürlendiği, 60 parça sanat eserinin sergilendiği muhteşem evinde uyumazdı. Bunun yerine gençlik iksiri olarak gördüğü genç kadınlarla beraber olduğu Ritz oteldeki odalarına giderdi. Evde olduğu zamanlarda bile ailesinden bir saat sonra sofraya oturup yalnız yemek yemeği düstur edinmişti. Böyle bakınca soğuk ve sevimsiz biri. Aynı kişi Shell ve Turkish Petroleum Company şirketlerinin kurucularından. 1912’ de Irak petrolünü işlemek için kurulan T.P.C’de Gülbenkyan %15 paya sahipti. Sonraları yapılan ayarlamalarla payı %5’e indirildi ve meşhur bay yüzde beş lakabını almıştı. Paris’te İran ekonomi Ateşeliği görevini çok uzun yıllar devam ettirmişti. Rusyadan Venezüelaya uzanan, dünyanın büyük bir kısmını içine alan dev petrol ağının her kıvrımını avucunun içi gibi bilen ve kimsenin ulaşamadığı kişilere kolaylıkla ulaşan biriydi. İnsanları etkilemeyi, uzlaştırmayı biliyordu ve kafasındaki uzun vadeli planları bir nakış gibi ilmek ilmek dokumakta ustaydı. TPC gibi grift bir yapının içindeki meşhur yüzde beş payını dev şirketlere ve aç gözlü devlet yönetimlerine kaptırmadan hayatının sonuna ve hatta ilerisine taşımayı başarmış olması takdire şayan. Ömrünün büyük bir bölümünü çok zengin ve nüfuzlu biri olarak geçirmiş biri olmasına karşın basına yansıyan hiçbir aşırılığı yok. Bir karanlık tarafı var o kesin. Ama onun ayakkabılarını giymeden de bunun tonunu anlamak zor. Sürekli yanında gezdirdiği özel hazırlanan balı, doktorlar ordusu, az yeme ve gençlik iksiri tek gecelik genç kadınlar, her şeye ve herkese karşı mesafeli ve şüpheci tavrıyla kendine has biri. Hayat mottosu, kontrol kontrol kontrol olan birinden bahsediyoruz. Boş vakitlerinde ev ve ailenin harcamalarını kontrol ederdi. Belki de kendi eliyle inşa ettiği devasa serveti kaybetmekten ölesiye korkuyordu. Hayatta değer verdiği üç şey olduğunu gördük. Evian sularla evinin odalarında beslediği kuşları, bir bölümünü Rus Hermitage müzesinden satın almayı başardığı sanat koleksiyonu ve ömrünün son zamanlarında beraber olduğu sekreteri. Kendisini sonsuzluğa taşıyan da Portekizde ölümünden sonra kurulmasını vasiyet ettiği Gulbenkyan Sanat vakfı. Vakfın kurulması dahi türlü anlaşmazlıkların çözümlenmesi uzun sürdüğü için yıllar almıştı. Vakfın müze kompleksi hala çalışıyor ve sonsuza kadar var olmasına yetecek kadar geliri var. Meşhur yüzde beşe gelince, yakın tarihe kadar var olmaya devam eden pay dünyadaki farklı gelişmelerle azalsa da varlığını sürdürmeye devam ediyor. Gülbenkyan kendi çekirdeğindeki özün güzel yanlarını sergilemek istemiş sanki. Oğlu Nubar Gulbenkyanın yaşadığı hayatı medyadan belki biliyor olabilirsiniz. Babasının tam tersi. O bu dünyaya yaşamaya gelmiş. Özel yapım Rolls Royce’ ları, beraber olduğu kadınlar ve her daim göğsüne taktığı orkidesiyle, çekirdeğinin röntgenini çekmek çok kolay. Kalust Gülbenkyan ise gizemini ele vermeyen biri olarak adını tarihe yazdırıyor. Kitaba gelince. Biyografi yazmak bence çok zor bir iş. Yazar, malzemesi bol, araştırması fazla bir ismi ele almış. Ketum birisi de aynı zamanda. Açılıp saçılmamış. Belki bı yüzden kısacık anlar dışında Kalustun gerçekte kim olduğunu derinlemesine kavramak zor. Çocukluğu ve çocuklarıyla ilişkisi olmasa tam bir kapalı kutu. Yine de okunması keyifli. Not: Kehribar Gözlü Tavşan’da gördüğümüz ikinci dünya savaşı dönemi, evlerine yapılan Nazi baskını, Pariste yerleştikleri muhit, sanatla ve tablolarla ilişkiler çok paralel. İkisini beraber düşünmek keyifli.
Bay Yüzde Beş
Bay Yüzde BeşJonathan Conlin · Mundi Yayınları · 20208 okunma
·
84 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.