Gönderi

244 syf.
·
Not rated
·
Read in 4 days
YÜCE RUH BİZİM BABAMIZDIR VE TOPRAK DA ANNEMİZ.
Toprak, hayvanlar ve yaşadıkları bölgeyi oluşturan şeyler hakkında, Kızılderililer daima saygıyla konuşurlardı. Kendi isteklerini çevrelerine zorla kabul ettirmeyi doğru bulamazlardı. Yaşamlarının anlamını, birbirleriyle ve yaşadıkları çevreyle olan ilişkileri belirliyordu bunlar da anılarla bir derinlik ve güç kazanıyordu. "Biz çekirgeler için otları yaktığımızda, hiçbir şeyi mahvetmiyoruz. Biz, meşe meyvelerini ve fıstıkları sallayarak düşürüyoruz. Ama beyazlar toprağı deşiyorlar, ağaçları söküyorlar, her şeyi öldürüyorlar… Kayaları parçalıyor, sonra da yerlere saçıyorlar… Toprağın ruhu beyaz adamı nasıl sevebilir? Beyaz adamın ona dokunduğu her yer acıyor." Kutsal Toprak Ana, ağaçlar ve tüm doğa düşüncelerinizin ve yaptıklarınızın şahididir. Bir Winnebago bölgesi Biz sessizliği severiz; farelerin küçük oyunlarına aldırmayız; ağaçlar rüzgarda hışırdarken, biz korkmayız. Kızılderili Reis'ten Pennsylvania Valisine, 1796 "Kızılderililerin bu kadar büyük bir bölümünün, avladıkları hayvanların her bir parçasından yararlanmak için gösterdikleri özen, ekonomik bir tutumluluktan çok, bir hürmet ve saygı ifadesidir ve aslında öldürülen hayvanla olan dini ilişkileri gösterir." diyor antropolog Dorothy Lee. Kaliforniya'nın Wintu Kızılderilileri, ev yapmak üzere açık bir alan bulmanın bile zor olduğu, sık ağaçlarla kaplı bir yerde yaşıyorlardı. "Yine de," diye devam ediyor Lee, "doğaya olan saygılarından dolayı, yakacak olarak yalnızca kurumuş ağaçları kullanıyorlardı." Yaşlı bir Teton Siouxsu olan Okute ya da Tetik Çeken, 1911'de kutsal inançlarından bahsederken, halkının gizemli bir güce inandığını ve bu gücün yaptığı en mükemmel şeyin doğa, doğanın temsilcilerinden birinin de güneş olduğunu söylüyor. Aynı kabilenin bir üyesi olan Kızıl Kuş da, "Güneşe kurbanlar verirdik ve dileklerimiz kabul edilirdi." diye ekliyor. YÜCE RUH BİZİM BABAMIZDIR VE TOPRAK DA ANNEMİZ. Annemiz bizi besler; toprağa koyduğumuz şeyleri bize geri verir ve aynı şekilde bize şifalı bitkiler de verir. "Biliyorsunuz ki, dağlar her zaman taş binalardan daha güzeldir. Şehirde yaşamak, yapay bir varoluştur. Orada birçok insan, ayaklarının altında gerçek toprağı hemen hemen hiç hissedemiyor, saksıdakiler dışında büyüyen bitkileri göremiyor ya da geceleyin yıldızlarla süslenmiş olan büyüleyici gökyüzünü görebilmek için, caddelerin ışıklarından yeteri kadar uzaklaşamıyor. İnsanlar, Yüce Ruh'un yarattığı sahnelerden uzakta yaşadığında, onun kanunlarını da kolayca unutuyorlar. Tatanga Mani / Yürüyen Bufalo KANUNLARI OLMAYAN İNSANLARDIK BİZ, AMA HER ŞEYİN YARATICISI VE YÖNETİCİSİ OLAN YÜCE RUH'LA İYİ GEÇİNİYORDUK. Siz beyazlar, bizim vahşi olduğumuzu düşündünüz. Bizim dualarımızı anlamadınız. Anlamaya çalışmadınız. Biz güneşe, aya ya da rüzgara şarkılarla şükranlarımızı sunarken, siz bizim onlara taptığımızı söylediniz. Hiç anlamadan, yalnızca bizim tapınma şeklimiz sizinkinden farklı diye, bizi kayıp ruhlar olarak nitelendirdiniz. Biz, Yüce Ruh'un eserlerini her şeyde görürdük: güneş,ay, ağaçlar, rüzgar ve dağlarda. Doğaya ve doğanın yöneticisine yakın yaşayan Kızılderililer, karanlıkta değillerdir. Sizin dininiz, unutmayasınız diye, Tanrınızın demir parmağıyla, taş tabletler üzerine yazılmış. Kızılderili, onları hiçbir zaman anlayamaz ya da hatırlayamazdı. Bizim dinimiz atalarımızın gelenekleridir ve tüm bunlar da, insanlarımızın kalplerinde yazılıdır. Bir Ojibway öldüğünde, vücudu genelde mezarın içine oturur biçimde, batıya dönük olarak konur. Hayattayken bir yolculuk için gerekecek tüm eşyalar da, ölüyle birlikte gömülür. Kızılderililerin yaşamında kaçınılmaz bir görev vardı -dua etme-, görünmeyen ve sonsuz olanı her gün anma. Eşi ya da arkadaşı, bu ibadette ona yol gösterebilir ya da onu takip edebilirdi, ama asla ona eşlik edemezdi. Her ruh, sabah güneşini, yeni taze toprağı ve Derin Sessizliği, tek başına karşılamalıydı! Kızılderililerin genel inanışına göre, bir insan öldükten sonra, ruhu yeryüzünde bir yerde ya da gökyüzündedir; nerede olduğunu tam olarak bilmeyiz ama ruhunun hâlâ yaşadığı kesindir. Topraklarımızı aldınız ama bununla yetinmiyorsunuz; bize zorla dininizi de kabul ettirmeye çalışıyorsunuz. Sizin doğru yolda olduğunuzu, bizimde kaybolduğumuzu söylüyorsunuz. Bunun doğru olduğunu nereden bilelim? Sizin dininizin bir kitapta yazılı olduğunu anlıyoruz. Eğer yalnızca sizin için değil, bizim içinde yazılmış olsaydı, neden Yüce Ruh bu kitaptaki bilgileri, onları doğru anlayabilmenin yollarıyla birlikte, bize -yalnızca bize değil, atalarımıza da vermedi? Onun hakkında bildiğimiz tek şey, sizin bize anlattıklarınız. Kardeşim, Yüce Ruh'a tapmanın ve hizmet etmenin yalnızca tek bir yolu olduğunu söylüyorsun. Eğer yalnızca bir din varsa, neden beyazlar onun hakkında bu kadar farklı düşüncelere sahipler? Hepsi kitabı okuyabildiği halde, neden aynı fikirde değiller? Bilge Kişileri, onların dinini kabul edebileceğimizi söylüyordu, ancak bu dini anlamaya çalıştığımızda, beyazlar arasında anlamamız gereken çok fazla din olduğunu ve iki beyazın hangi dinin öğretilmesi gerektiği konusunda hiçbir zaman anlaşamadığını gördük. Önceleri bu bizi çok rahatsız etti, ta ki beyaz adamın, dinini de kanunlarından daha fazla ciddiye almadığını ve bunların ikisini de yabancılarla olan ilişkilerinde işine yarayacakları zaman, yalnızca Yardımcılar olarak kullanmak üzere hemen arkasında tuttuğunu görene kadar. Bu, bizim yaşam biçimimiz değildi. Biz kanunlarımıza uyar, dinimizi de yaşardık. Aslında yalnızca kendini aldatan beyaz adamı hiçbir zaman anlayamadık.
Yeryüzüne Dokun
Yeryüzüne DokunT. C. McLuhan · İmge Kitabevi · 199483 okunma
·
55 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.