"Hakkın toprağına mülküm var deme
Dam ile harmanda hakkım var deme
Güçlü kuvvetliyim arkam var deme
Sırtüstü insanı yere vuran var...
Yoksul düşmüşsen de deme fakirim
Zenginliğin sonu nedir okurum
Ben güzelim deyü halı dokurum
Nice Züleyha’lar Yusuf Kenan var..."
der Âşık Noksanî yılların ardından.
...
Ne zaman bir divan şiiri veya geçmiş zamanlardan bir halk şiiri okusam hayranlığım daha da artıyor. Zira dilimden istemsiz "Ne varsa eskilerde var. " sözü dökülüyor. Aslında eski.şiire, eskiden olup eskimemiş demek daha doğru bir tabir kanaatimce.
Halk şiiri kendini yüzlerce yıllık bir elekten geçirmiş ve süzüle süzüle günümüze kadar gelmiş hâlâ kulaklarda, gönüllerde ve dillerde yaşamaya devam ediyor.
Bütün değerlerin çabucak harcandığı bir bereketsiz zamanı yaşıyoruz. Bütün yeniler, çok çabuk bir şekilde eskiyip gidiyor. Oysa bir Yunus bir Karacaoğlan bir Ruhsatî bir Seyranî bir Erzurumlu Emrah veyahut da Âşık Sümmanî bizimle yaşamaya, bizi bize anlatmaya, deva bekleyen gönül yaralarımıza merhem olmaya, yüreğimizin sevda sazının bam teline vurmaya devam ediyor.
Onları bu kadar değerli ve kalıcı kılan şey onların kendi çağlarına değil çağların ötesine hitap edebilmeleri ve şahsi çıkarları ya da kazançları için değil şiirin ve sanatın haysiyetine sadakatleri bir de hiçbir art niyet taşımadan gönülden ve samimi oluşlarından geçiyor.
"Geçmişi geçmişte bırakmak gerekir." sözüne asla katılmıyorum. Ben geçmişin güzelliklerini bir ışık olarak görüyor ve karanlık olan, gelmemiş olan yarınlar için o ışığı ardıma almak istiyorum. Böylece geçmişin ışığıyla bugünü ve yarınları aydınlatmanın çok daha akıllıca ve makul olduğunu düşünüyorum.
Gelin siz de Karacaoğlan ve yârenlerinin uzattığı eli tutun ve sakın bırakmayın. Onlar sizi asla yarı yolda bırakmayacaklardır...