Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

EN YÜKSEK TAHSİL HANGİSİ? Tahsillerin en şereflisi de Allâh’ın kitabını ve «mârifetullâh»ı tahsil olduğuna göre; ona gereken ehemmiyeti vermek, her mü’minin îmânının muktezâsıdır. Bu tahsil, tebliğ vazifesini îfâ edebilmenin de şartıdır. Tebliğ öyle büyük bir hizmettir ki; Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hazret-i Ali’ye hitâben şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! Allâh’ın senin vasıtanla bir kişiyi hidâyete erdirmesi, senin için üzerine güneşin doğduğu her şeyden daha hayırlıdır.” (Hâkim, Müstedrek, III, 690) Bu hayrı bırakıp da; “Çocuğum birtakım dünyevî meslek ve makamlara gelemiyorsa, o zaman hoca olsun.” şeklindeki düşüncenin; irşad ve tebliğ makamını, o makamların altında görme fecaati olduğunu, idrâk etmek îcâb eder. Bu yanlış; evlâtların dünyasını daha fazla düşünme şeklindeki, bozuk bir şefkatten neş’et eder. Hâlbuki bu, şefkat değil gaddarlıktır. Nitekim; Bir annenin fârikası evlâdına süt vermesidir. Lâkin bulunduğu yerde yangın çıktığı zaman, o annenin en âcil vazifesi; derhâl bir kova su döküp, o ateşi söndürmek olur. Aksi takdirde; yangın büyür, kendisi de yavrusu da yanar. Onu beslemesinin de bir mânâsı kalmaz!.. Bugün de her tarafta câhiliyye yangınları var. KİM SÖNDÜRECEK? Bu yangınları görmezden gelmek; söndürmeye gayret etmeyip, hâlâ basit dünyalık istikbal endişelerine boğulmak, ne hazin bir hamâkattir! Bu hamâkat; anne-babaları da yakar, evlâtları da yakar! Bu yangını söndürmek nedir? Evlâtlarımızı, cehennemden kurtaracak İslâmî terbiyeyle onları donatmaktır. Velhâsıl herkesin durumuna göre; son nefese kadar, teneşire kadar emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker vazifesini edâ etme gayreti içinde olması zarûrîdir. Bu zarûreti, yani emr-i bi’l-mâruf vazifesini terk etmenin ne kadar ağır bir cürüm olduğunu, İsrâiloğullarından bir grup olan Ashâb-ı Sebt’in âkıbeti âşikâr bir şekilde ifade eder: Ashâb-ı Sebt; kendilerine cumartesi günleri, ibâdetten başka her şeyin yasaklanmış olduğu bir topluluktu. Onlar buna riâyet ederken içlerinden bazıları şeytanın; «Siz avlamaktan değil, yemekten men edildiniz!» şeklindeki iğvâsına kapılarak balık tutmaya başladı ve ilâhî emri çiğnedi. Çünkü imtihan hikmeti olarak cumartesi günleri balıklar çoğalıyordu. Halk üçe bölündü: Bir kısmı balık avladı, hem yedi hem sattı. Bir kısmı da bu günahtan kaçınmakla birlikte yasağı çiğneyenlere karşı sessiz kaldı; îkaz ve nasihatte bulunmadı. Üçüncü kısım hem yasağa uydu hem de günahkârları îkāz etti. İsyankârlara ses çıkarmayanlar, îkāz edenleri tenkit ettiler: “–Helâk olacak kavme niçin vaaz edip kendinizi yoruyorsunuz? Nefesinize yazık!” Emr-i bi’l-mârufta bulunanlar ise şu cevabı verdiler: “–Biz; Cenâb-ı Hakk’ın huzûrunda mes’ul olmamak, mâzur olmak için böyle yapıyoruz!” Çok geçmeden bunlar, diğerlerinin başına gelecek olan musîbeti hissettiler. Kendilerini azaptan korumak için onlarla aralarına bir duvar çektiler. Bir gün duvarın öbür tarafında sesler kesildi. Baktılar ki, onların her biri bir gecede birer maymun hâline gelmiş!.. İlâhî hükmü dikkate almadıkları için ceza olarak maymunlara dönüşen bedbahtlar, azaptan kurtulmuş olan itaat ehli akrabalarının etrafında üç gün mahzun bir şekilde dolaştılar. Üç gün sonra da o maymunlaşmış âsîlerin hepsi öldü. Emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münkerde bulunmayan dindarlar da aynı âkıbete dûçâr olmuşlardır. Âyette buyurulur: “Onlar, kendilerine yapılan îkazları unutunca, Biz de kötülükten men edenleri (yani emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münkerde bulunanları) kurtardık; zulmedenleri (yani yasağı çiğneyenleri ve emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münkerde bulunmayan kimseleri) de yapmakta oldukları kötülüklerinden dolayı şiddetli bir azap ile yakaladık. Kibirlenip de kendilerine yasak edilen şeylerden vazgeçmeyince, onlara; «Aşağılık maymunlar olun!» dedik.” (el-A‘râf, 165-166) İşte sorumsuzluk girdabına düşmenin fecî âkıbeti! Allah Teâlâ buyurur: “İşte bu kıssayı; o zaman hazır olanlara ve sonradan gelenlere ibret verici bir ceza, muttakîler için de bir nasihat kıldık.” (el-Bakara, 66) Bir başka âyet-i kerîmede de Cenâb-ı Hak, Allâh’ın lânetine uğrayan kavimlerin vasıflarından birini şöyle tarif buyurmaktadır: “Onlar, işledikleri kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmıyorlardı. Yaptıkları ne fena idi!” (el-Mâide, 79) Buna mukabil, geçmiş ümmetlerin sâlihleri de yine emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker vasfıyla Cenâb-ı Hakk’ın methine nâil olmuşlardır. Âyet-i kerîmede buyurulur: “Onlar (ehl-i kitabın mü’minleri), Allâh’a ve âhiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten men ederler; hayırlı işlere koşuşurlar. İşte bunlar sâlih insanlardandır.” (Âl-i İmrân, 114) Bugün de toplumumuzda ıslah edilmesi gereken gaflet manzaraları var. İslâmî tahsilden mahrum, cehâlet elinde kalmış niceleri var. Bîgâne kalamayız. Kalırsak biz de mes’ul oluruz. Makalenin tamamı için yuzaki.com/yuzakidergisi-s...
·
7 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.