Solmayan ÜmitSolmayan Ümit
Blog dünyasında; “Bir Yıldızın Hikâyesi” temasıyla, içerik üretip bu platformda paylaşıtığı yazılarından ve "Kitaplara Kaçanlar"bloguna yaptığı yorumlardan tanıdığım yazar, SOLMAYAN ÜMİT adını verdiği kitabında, hayatın kıyısında kalıp, fark edilmeden yaşam mücadelesi verenlerin hikâyelerine, umutlarına, kaygılarına, acı ve sevinçlerine ortak olmaya davet ediyor bizleri.
Davete icap ettiğimi belirtip, tanık olduklarımdan bazılarını "kitaplara
kaçanlarla" bir kez de ben paylaşayım öyleyse:
Yaşam kavgası, eğitim hayatı, duygusal yaşantılarında hep yanında olduğu Suat ve Cengiz’den gördüğü vefa ve vefasızlığı, bir aşk kazası sonucu aldığı kapanmaz yarası, gizlenen emaneti ve “beklenmedik yalnızlığı” ile “insanı yıkan hastalık değil biliyor musun Tahir, insanı asıl yıkan ümitsizlik, kimsesizlik” diyen Şermin Teyze, son vedasıyla bir emanet ve hüzün bırakıyor bizlere.
Erzurum’un Pasinler kırsalında görev yapan Emel öğretmen, “okuma aşkıyla mesafeleri ezip geçen, azimleri bedenlerinden çok daha yüce sekiz minik savaşçı”dan biri olan Mehmet, evladının geleceğini düşüp köyden kente göçen Gülizar anne, doktor olma hayali kuran, kendine bile itiraf edemediği sevdiceği var iken on beş yaşında zorla gelin edilen Meryem ve her türlü maddi imkâna sahip olsa da ailesinin sevgi ve ilgisinden mahrum bipolar Selim’in yaşantıları üzerinden, köyde eğitim hayatı, kente göç, dostluk, fedakârlık, sınıfsal fark, azim ve başarı, aile içi iletişim ve çocuk gelin gibi sosyolojik konulara hızlı hızlı değinilen hikâyede; “yürürken her adımına farklı bir hayal kurarak gittiğim okul yıllarımdan ibaret” diyerek hayatını özetleyen Meryem’in, 25 yıl sonra açmaya söz verdikleri “dilek kutusu”nu yıllar sonra karşılaştığı Mehmet’e verirken anlattıkları kitabın en çok duygulandığım bölümüydü.
Hangimiz, izlediğimiz bir Yeşilçam filminde ya da okuduğumuz bir roman
içinde kendimizi ana karakterlerin yerine koyup hayal kurmadık ki. Hep
saklı kalan, hiçbir zaman “solmayan ümidi” ile Nilüfer de hayal kuranlardan biriydi. Okuduğu bir kitabın ana karakterinin tıpkı kendisi olduğunu hayal ederken, kendini geçmişin hatırları içinde, kitabın ve hayallerinin izini sürerek gerçekliğe uzanan sürprizlere gebe bir yolun içinde bulur.
Kalsa belki daha da dibe çökecekken, ailesinin baskıyla gönderildiği yurt dışında karşısına çıkan “sütlü çikolata” sı ile Emre yeninden dirilir
sanki. Bu dirilişin mayasını yalnızca Emre’ye değil bizlere de şöyle
anlatır babası “ … bir kültür mozaiğiyiz. Biz atalarımızdan insanların
diline, dinine, rengine, ırkına, mezhebine, konumuna göre değerlendirmemeyi uzun zaman önce öğrendik”, “Farklı kültürlerle geliştirdiğimiz ortak dil ancak ‘sevgi dili’ olabilir”.
Hangi baba “kendisine doğru bakan evladının ümitlerini boşa çıkarmayı”
ister ki. Rabbim hiç kimseyi çocukları karşısında aciz ve çaresiz
düşürmesin. Bir şeyi “yürekten istemek” ve gayret göstermek, insana öyle
güzel kapılar açar ki bazen; çocuğuna bir defter alabilmeyi umut eden Cemal gibi nimetin nerden geldiğine şaşa kalır insan. Rabbim hepimize, Cemal gibi “Başını yastığa koyduğunda helalinden kazanmanın verdiği gönül rahatlığı ile renkli rüyalara” dalmayı nasip etsin inşallah.
Hepimizin içinde sakladığı, yıkmaya da yapmaya da hazır bekleyen
“söylenmemiş sözler” vardır. Uçağı rötar yaptığı için öfkesini kontrol
edemeyen yolcuların gürültüsünden kaçan Muradın okuduğu makaleden tadımlık olsun diye iki cümle ödünç aldım buraya: “Akıl süzgecinden geçmeden, gönül hanesinde demlenmeden sarf edilmese hiçbir sözcük (…)" "Şifalı kelamlar merhem olsa yaralarımıza ya da, ya da sonsuza dek susulsa”
Yazar daha birçok hayattan kesitler aktardıktan sonra, “Son Dem” de cevabı hiç de kolay olmayan sorularla baş başa bırakıp sonra erdiriyor
hikâyelerini.
Geliri Darüşşafaka Eğitim Kurumlarına bağışlanacak olan ve 17 hikâyeden
oluşan bu kitapta anlatılan kişileri tanımaktan ben memnun kaldım.
Tanırsanız size de memnun kalırsınız.
Yunis Elmas
"Kitaplara Kaçanlar"
Saygılarımızla,