Gönderi

[İnançsız Don Juan'ın aziz ilan edilmesi] "Ah! Ne yapmam gerektiğini hemen söyleyin babacığım!" "Gözlerimi kapar kapamaz," diye devam etmiş Don Juan, "belki de birkaç dakika içinde, hâlâ sıcak olan bedenimi bu odanın ortasındaki masanın üzerine boylu boyunca yatıracaksın. Ardından lambayı söndüreceksin; yıldızların ışığı sana yeterli olacaktır. Beni soyacaksın ve ruhunu Tanrı'ya yaklaştıran Babamız ve Meryem Ana dualarını okuyarak bu kutsal suyla, gözlerimi, dudaklarımı tüm kafamı, ardından sırasıyla el ve ayaklarımı ve sonra da tüm gövdemi ıslatacaksın; ama dikkat sevgili oğlum, Tanrı o kadar büyüktür ki hiçbir şey seni şaşırtmamalı!" Tam bu sırada ölümün geldiğini hisseden Don Juan ürkünç bir sesle, "Şişeyi sıkı tut," diye bağırmış. Ardından oğlunun kollarında usulca can vermiş; oğlunun gözyaşları tüm canı çekilmiş alaycı, solgun suratına akıyormuş. Gece yarısına az bir süre kala Don Philippe Belvidéro babasının naaşını boylu boyunca masaya yatırmış. Babasının tehditkâr alnına ve kırlaşmış saçlarına bir öpücük kondurduktan sonra lambayı söndürmüş. Garip yansımalarıyla köyü yer yer aydınlatan ay ışığı dindar Philippe'in babasının bedenini karanlığın ortasında, beyaz bir nesne olarak belli belirsiz görmesini sağlıyormuş. Genç adam bir kumaş parçasını sıvının içine batırmış ve derin bir sessizliğin içinde dualar okuyarak babasının başını, yüzünü olması gerektiği gibi silmiş. Kulağına tanımlayamadığı hışırtı sesleri geliyormuş ama bunların ağaçları tepelerini sallayan esintiden kaynaklandığını düşünmüş. Sağ kolu ıslattığında genç ve kuvvetli bir kolun, babasının kolunun boynunu sıktığını hissetmiş! Kulakları tırmalayan bir çığlık atmış ve şişeyi elinden düşürmüş. Şişe kırılmış ve içindeki sıvı buhar olup uçmuş. Şatodakiler ellerinde meşalelerle koşarak gelmişler. Yeri göğü çınlatan mahşer borusu gibi çınlayan bu feryat hepsini şaşırtıp ürkütmüş. Oda bir anda insanlarla dolmuş. Korkuyla titreyen kalabalık baygın haldeki Philippe'i ve babasının boynunu sıkıca kavramış güçlü kolunu fark etmiş. Ardından olağanüstü bir sahneye tanık olan ahali, Don Juan'ın kafasını, Antinous'unki kadar güzel ve genç yüzünü, siyah saçlarını, parlak gözlerini, kan kırmızısı dudaklarını görmüş, bu güzel baş bağlı olduğu iskelete dönmüş cansız bedeni kımıldatamadan bir o yana bir bu yana dönüp duruyormuş. Yaşlı bir uşak "Bu bir mucize!" diye bağırmış, İspanyolların hepsi bir ağızdan, "Bu bir mucize!" diye tekrarlamış. Büyünün gizemlerini bilemeyecek kadar sofu bir dindar olan Dona Elvire San-Lucar papazına haber göndermiş. Vaiz mucizeyi gözleriyle gördükten sonra, hem akıllı bir adam hem de gelirini artır-maktan başka bir şey düşünmeyen bir papaz olarak durumdan faydalanmaya karar vermiş. Don Juan'ın hiç sorgulanmadan aziz ilan edileceğini bildirmiş, bu kabul töreninin de bundan böyle San-Juan-de-Lucar olarak anılacak kendi manastırında yapılacağını açıklamış. Bu sözleri duyan merhumun yüzü alaycı muzip bir ifade takınmış. İspanyolların bu tür olaylara ne kadar meraklı olduğu iyi bilinir, dolayısıyla insanların, San-Lucar papazının kilisesinde, fani Don Juan'ı kutsanmış Don Juan Belvidéro'ya dönüştürmesini sağlayacak bu dinî peri masalına inanmaları hiç de zor olmamış. Bu yüce senyörün ölü-münden birkaç gün sonra, yarım kalan dirilişin mucizesi kasadan kasabaya öyle bir yayılmış ki bu olaya tanık olmak için San-Lucar'a iki yüz elli kilometre mesafedeki her yerden insanlar yollara dökülmüş. Ellerinde meşaleleri ve dillerinde "Te Deum" duasıyla dört bir yandan akın etmişler. Bir zamanlar Mağribiler tarafından bir cami olarak inşa edilen ve kubbelerinde yankılanan Allah nidalarının yerini yaklaşık üç yüzyıldır Ulu İsa nidalarının aldığı mükemmel bir bina olan San-Lucar Manastırı törene katılmaya gelen kalabalığı almaz olmuş. Karıncalar gibi her doluşmuş halk, kadife kaftanlı, kılıçlarını kuşanmış soylular sütunların arasında ayakta bekliyormuş, diz çöküp dua etmek için bile yer kalmamış. Korseleri aşk dolu formlar çizen büyüleyici köylü kızları, ak saçlı ihtiyar erkeklerin kollarına girmişti. Gözleri ateş saçan delikanlılar süslenmiş hazırlanmış yaşlı hanımlara refakat ediyorlardı. Hali vakti yerinde çiftler, sevgililerinin eşlik ettiği nişanlılar, yeni evliler, anne babalarının ellerini tutmuş meraklı çocuklar manastırı doldurmuş. Rengarenk giysileriyle birbirinden farklı ama huzur içinde, ellerinde çiçekleriyle bekleyen bu gösterişli kalabalıktan gecenin sessizliğinde hoş mırıltılar yayılıyormuş. Kilisenin büyük kapıları ardına kadar açıkmış. Geç gelenler ayakta dikiliyor, açık üç büyük kapının aralığından, modern operanın puslu dekorlarının ancak silik bir fikir verebileceği bir sahneyi uzaktan izlemeye çalışıyorlarmış. Sofular ve günahkârlar, yeni azizin! duasına nail olmak için bu büyük kilisede ışıkları anıta büyülü yansımalar katan binlerce mum yakmışlar. Karanlık kemerler, sütunlar ve sütun başları, altın ve gümüş parıltılar içindeki geniş şapeller, koridorlar, kapıların pervazları, bu narin yapının zarif çizgileri, bunca mumun ışığının içinde alev alev yanan bir yangının ortaya çıkardığı garip figürler gibi görünüyormuş. Kilisenin içindeki bu ışık okyanusunun odak noktası, kilisenin en arkasında bulunan sunağın bulunduğu, ihtişamı yeni doğan güneşinkiyle yarışan altın ışıltılar yayan koro bölümüymüş. Fakat altın lambaların, gümüş mumlukların, bayrakların, püsküllerin, aziz ve ilahların sunak yerlerinin görkemi ve ışıltısı Don Juan'ın tabutunun görkemi karşısında zayıf kalmış. İnançsız adamın bedeni, mücevherler, çiçekler, kristaller, elmaslar, altınlar, bir serafinin kanatları kadar beyaz tüyler içinde parıldıyor ve sunakta bir İsa tablosunu andırıyormuş. Etrafındaki sayısız mum çevreyi parlak ışıklarla aydınlatıyormuş. San-Lucar'ın aziz papazı, resmi piskoposluk giysileri içinde, başında değerli taşlarla süslü piskoposluk tacı, üzerinde cüppesi, elinde altın asasıyla koronun kralı olarak, lüks ve gösterişli koltuğuna kurulmuş; etrafı, ince ve zarif beyaz keten tören kıyafetleri içinde kır saçlı ağırbaşlı yaşlılardan oluşan ruhban sınıfıyla çevriliymiş; ressamların Tanrı'nın etrafında toplanmış olarak resmettikleri aziz vaizleri andırıyorlarmış. Katedralin papazıyla, diğer yüksek memurlar, kilise adamlarına özgü gösterişçiliklerinin işareti parıltılara bezenmiş, semada gezinen gezegenler gibi, buhurların oluşturduğu bulutların ortasında bir görünüp bir kayboluyorlarmış. Tören ânı geldiğinde kilisenin çanları tüm köyde yankılanmış ve bu devasa kitle Tanrı'ya "Te Deum"un başlangıcındaki o ilk o övgü dolu haykırışla seslenmiş. İlahî haykırış! Kendinden geçmiş kadınların hafif, duru sesleri, erkeklerin ağır ve güçlü seslerine karışıyor, kalabalığın oluşturduğu binlerden, borularının kuvvetli tınılarına karşın orgun güçlü sesini dahi bastıran güçlü bir ses yükseliyormuş. Sadece koro çocuklarının genç ve taze seslerinin oluşturduğu tiz notalar ve bazı baritonların davudi vurguları öne çıkıyor ve yüce düşünceler esinliyor; tanrı aşkıyla hareket eden insanların oluşturduğu bu hayranlık verici konserde koro çocuklarının sesleri çocukluk ve gücü resmediyormuş. "Te Deum laudamus." [Lat.] Tanrım sana hamdolsun. Diz çökmüş erkek ve kadınların doldurduğu karanlık katedralin bağrında yankılanan bu ilahi gecenin içinde anısızın parıldayan bir ışık gibi yükselmiş ve sessizlik adeta bir gök gürültüsüyle yarılmış. Sesler anıtın harika dekorlarını parlak, ince ve mavimsi örtülere büründüren tütsü bulutlarının içinden yükselmiş. Her şeyden zenginlik, hoş koku, ışık ve melodi yayılıyormuş. Bu aşk, şükür duası ve ezgisi sunakta yankılandığında şükredecek kadar kibar, alay edecek kadar espritüel Don Juan korkunç bir kahkahayla karşılık vermiş ve mabedine iyice kurulmuş. Ancak bu sırada şeytan aklına sıradan bir insan, bir aziz, bir Boniface, bir Pantaleon olarak tanınmanın sunduğu şansı getirmiş ve bu sevgi dolu ezgiyi cehennemden çıkan binlerce sesin eşlik ettiği bir haykırışla bölmeye yeltenmiş. Yeryüzü kutsuyor, gökyüzü lanetliyormuş. Kilise antik temelleri üzerinde titremiş. "Te Deum laudamus," diyormuş meclis. "Zalim hayvanlar hepinizi şeytanlara havale ediyorum! ... aptalsınız hepiniz!" Ardından beddulardan ve lanetlerden oluşan bir sağanak, sanki Vezüv Yanardağı'ndan fırlayan yakıcı bir lav nehri gibi kalabalığın üstüne yağmaya başlamış. "Deus sabaoth, sabaoth!" diye haykırmış Hıristiyanlar. "Cehennemin efendisine küfre giriyorsunuz!" diye bağırmış Don Juan dişlerini gıcırdatarak. Canlı koluyla mabedinin kenarına dayanabildiği için yerinden doğrulup topluluğa umutsuzluk ve alay dolu jestler yapıyormuş. "Aziz bizi kutsuyor," diyormuş yaşlı kadınlar, çocuklar, nişanlılar, inançlı insanlar. Tapınmalarımızda işte böyle yanılırız. Üstün olan kendisine hayranlık duyanlarla alay eder, bazen de kalbinin derinliklerinde alay ettiklerine de iltifat eder.
Sayfa 88 - 89, 90, 91, 92, 93 Can Yayınları KlasikKitabı okudu
·
175 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.