Gönderi

Ciddi bir konuyu anlatırken bile araya esprili sözler katmasıyla bir an için bu yaşlı adamda babamdan bir parça gördüm. Fakat bir farkla. Babam da keyfi yerinde olduğu ortamlarda konuşmasını sıkça esprilerle süsler fakat bunları ne sıklıkla yapacağını tartamaz, konuşmasından hiçbir şey anlaşılmaz ve sonunda etrafındakiler tarafından nazik gülümsemelerle susturulurdu. Ne zaman bu duruma tanık olsam gözlerim hemen annemi arar ve onun bakışlarından hissettiklerini anlamaya çalışırdım. Bu durumda kalmak onu bir çeşit küçük düşme hissine sürüklüyor olmalıydı ki o zamanlarda bakışlarını herkesten kaçırarak konuşulanları duymuyormuş gibi yapardı. Oysa öyle bir duyardı ki her kelimesi zihnine o aşağılanma hissi ile birlikte kazınır ve sonraki ilk kavgalarında sanki o konuşma bir kayıttan çalınıyormuş gibi annemin ağzından tiksinti şeklinde teker teker dökülürdü. Ben bunları düşünürken yaşlı adam hikâyesini bitirmek üzereydi. Aklımdan geçenler onu dinlememe engel olsa da doğru yerlerde baş sallamayı becerebilmiş ve onu kesiksiz dinliyor hissi verebilmiştim. Hiç dinlemesem de konuşmasının sonunu yakalayabildim ve içinde baştan sona ucuzluktan başka bir şey olmayan hikâyesinin sonu beni şaşırtacak kadar anlamlı bitti: “Bazı sorunlarımızın çözümü için insanlığın sil baştan sadece sevgi merkezli bir medeniyet kurması gerekiyor.” Geriye dönüp baktığımda yaşlı adamın hikâyesini hiç hatırlamasam da o son sözleri hep aklımdaydı. Sevgi merkezli bir medeniyet kuracak gücüm yoktu. Bu durumda yapabileceğim en iyi şey sevmek, daima sevmek, durmadan sevmek ve tabi sevdiğim kişi tarafından da sevilmekti. Böylece beni boğan hislerden kurtulabilecek ve yeniden yaşadığımı hissedebilecektim. Sadece bütün denklemi bozan bir eksiğim vardı. Sevebileceğim kimsem yoktu. İşte o zaman sevme hissini sevmeye karar verdim.
·
5 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.