Gönderi

sevdiğimin kaleminden,
Bir saatten fazladır kafede kız arkadaşımı bekliyordum ve o gelmemişti. Ne hayal kırıklığı! Yerimden kalkıp çıkmaya hazırlandım. Tam o sırada onun çıkageldiğini gördüm. Kalktığım gibi yerime geri oturdum. O rahatsız edici, ucuz, cırtlak sarı renkli, deri sandalyeye. Uzun siyah saçlarını çoğu zaman yapmadığı bir küstahlıkla savurdu. Mütevazı bir kadındı esasında, havanın soğukluğu ruhuna işlemiş olsa gerek. Ama olsun, benim aşkım onu derinden, ta içten ısıtmaya yeter. Pek tebessüm etmedi, mizacı böyle değildir halbuki. Görürsünüz, güler şimdi; o benim yanımda hep mutludur. Pek de masaya uzatmadığım cılız, hasta ellerimi tuttu. Boyalı tırnakları midemi bulandırdı. Bu renk? Sevmem ki ben bu rengi, kim tırnağını sarıya boyar ki? Çekmedim ellerimi, yeter ki bırakmasın hiç ellerimi. Sandalye çok rahatsız. İçim huzursuz. Gülmedi, hala gülmedi. Hayır efendim, sizi haklı çıkarmaya hiç de niyetim yok. Aklıma kötü kötü düşünceler getirseniz de göreceksiniz, elele çıkacağız. Mutlu olacağız. Bırakmayacak beni, söz vermişti. Gel gör ki, onun başlattığı bu konuşma hiç de iç açıcı gitmiyordu. Bana kalsa oracıkta ağlardım.  Finaller yaklaşıyor balım, biraz yoğun olacağım bilirsin. Pek konuşmaya imkanımız olmayabilir. Tabi, tabi. Ben de çalışacağım zaten. Ne güzel. Buranın meyve sularını denedin mi hiç? Mükemmeller. Yok, boğazım biraz şey… Geçer geçer, dert etme. Bugünlerde herkes öyle. Şey, birtanem. Bana yalan söylemezsin değil mi hiç? Tabi ki hayır. Meyve suları gerçekten güzel! Bu iç karartan muhabbet pek de iyi yerlere varmıyordu. Tamam, bir tünel vardı ve bu tünelin sonu da. Lakin bu tünelin sonunda sanki ışık yoktu da, gözyaşlarınızı suya katıp ağladığınızı farkettirmeyecek yağmurlu, karanlık bir hava vardı. Tünelin sonuna yaklaştıkça, ki bu da hayatımın kadınının tatlısının ardından içtiği çayın bitmesine tekabül eder, anlıyordum. Tamam, haklıydınız. Tamam, başından beri. Tamam, tamam. İşte geliyor kırılgan ruhuma acımasızca darbe indiren cümleler: Şey, Cafer; bir şey söylemek istiyorum. Gözlerimle söyle ama onu söyleme, dercesine onaylamama karşılık o balyozu kaldırdı  ve narin elleri beni ustaca parçaladı: Sen de farkındasındır, bir süredir aramızda soğukluk var. Yani, bunu kolay yoldan demenin bir yolu yok aslında; bir süredir Necati ile görüşüyorum. Sana daha önce söylemediğim için üzgünüm ama durumlar böyle gelişti. Tatlı için de teşekkür ederim. Anlarsın ya, bir daha ulaşmaya çalışmazsan sevinirim doğrusu. Anlamıyordum, tamam belki beni vurmuş, kırmış, dağıtmış olabilirdi. Ama demiyor mu Oscar Wilde, “Herkes öldürür sevdiğini.”. Bakın, seviyor işte. Masadan kalkıp gittiğinde o rahatsız, sarı, sinir bozucu, el ayak titreten sandalye ile karşı karşıyaydık. Hepsi, hepsi onun suçuydu. Sarıydı işte, uğursuz renk. Tıpkı bir sarhoş gibi sağa sola savrularak ayağa kalktığımda hesabın ödenmemiş olduğunu fark ettim. Bir yüzlük fırlattım ve çıktım kafeden. Arkamdan bağıran garsonlara aldırış etmedim, paraysa para işte. Yetmez mi? Sarı sandalyeli kafeye, sarı bir taksi ile el salladım. Hâlâ söylüyorum, herkes bilsin ki; ne sandalyelerinden ne de hizmetinden hiç memnun kalmadım kafenin.
·
70 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.