Gönderi

136 syf.
·
Not rated
İnsanlar savaşmadan yaşayamazlar mı?
“Candan istediğim şey öğretmen olmaktı. Ama beyaz tebeşir ve cetvel yerine, elime asker tüfeği almak zorunda kaldım. Bunun sorumlusu da ben değilim. Yaşadığımız devir böyle istedi. Çocuklara bir defa bile ders vermek nasip olmadı bana.” (Sf. 92) Kırgız yazar Cengiz Aytmatov ile tanıştığım bu eser en sevdiklerim ve beni en çok etkileyenler arasında en üst sıralara yerleşti diyebilirim. Neden mi? İnsan var bu kitapta çünkü, insanlık var. Yaşadığımız çağda tam da özlemini duyduğumuz şey! Üstelik 135 sayfalık bu kitaba sığdırılan o insanlık; dünyalar kadar sanki. Toprak var, bağrındaki sızılarla! Acılar, açlık, sefalet, vedalar, kayıplar var… savaşın açtığı kanayan yaralar var! Hem de öyle bir varlar ki ve öyle bir gerçekler ki acısını hissediyorsunuz iliklerinize kadar! Anlayacağınız bu dünyadan Cengiz Aytmatov gibi bir yetenek geçmiş ve ben yeni farkına varabildim. Çok yazık! Duyguları okuyucuya yani bizlere öyle etkileyici bir şekilde geçirmiş ki, boğazımda oluşan o düğümü yutmak ya da çözmek hiç kolay olmadı. Ah! Ne büyük bir yetenek! Nasıl ince bir ruha sahipmiş ki bizim ezip geçtiğimiz toprakla bile empati kurabilmiş. “Ben sizin dostluğunuza muhtacım, çalışmanıza, beni işlemenize. Saban izine bir çekirdek, bir tohum tanesi atın, size yüz katını vereyim, küçük bir fidan dikin kocaman bir çınar vereyim! Evler kurun, temel olayım.” Diyen, çağlar boyu yaşanan savaşlara en yakın tanık olan Toprak Ana’nın acılarını dile getirişi içimi sızlattı. Hiç bakmadığımız bir pencereydi bu aslında. Ayaklarımızın altında çiğneyip geçtiğimiz, uğruna savaşlar verdiğimiz toprağın penceresinden bakmak dünyaya, insanlara ve savaşlara… Ah! Ne ince bir ruh! Hep duyduğum bu ismin, bir gün eserleriyle tanıştığım vakit bu kadar değer kazanacağını ve bir kitabıyla bile beni kendisine bu denli bağlayabileceğini, bu denli saygı ve hayranlığımı kazanabileceğini nerden bilebilirdim ki? Bilseydim, bu kadar geç kalır mıydım ona? Yazar çok daha fazla övgüyü hak ediyor lakin biz gelin eserine dönelim tekrar. Bir savaş sırasında geri kalanların yaşadığı acılar, çektiği sıkıntılar, dökülen göz yaşları, verilen mücadele o kadar içten, o kadar samimi, sade bir üslupla öyle güzel resmedilmiş ki gözlerim yaşlarla parlayarak okudum kitabı baştan sona. Ruhumu parçaladı, içime işledi; bütün benliğimi öyle bir sarıp sarmaladı, beni satırlarının arasına öyle bir çekip aldı ki okumadım, yaşadım kitabı. Tren raylarındaki o sesleri, trenin tekerleklerinin çıkardığı o takırtıları bende duydum. Tolgonay ile bende sarıldım o soğuk tren raylarına. Savaşın keskin baltası onlar gibi, onların umutları gibi beni de yıktı. Yeri geldi elimde bir asker şapkasıyla kalakaldım, yeri geldi elimde çiçeklerle çaresizliği hissettim. Bende zafer kazanılsın, savaş bitsin istedim. Kıtlığa lanet okudum! Aç, çıplak, perişan çocuklar gördüm. “Savaşın kanlı çizmeleri” beni de ezdi, çiğnedi. Toprağı ben sürdüm, buğdayları ben ektim sanki. Ah o buğday tohumları! Ve vedalar… İnsanın gözyaşlarını tutabilmek adına verdiği savaşı kaybettiren, o yürek parçalayan vedalar! Uzaklaşan atlar… Giderken içimizden bir parçayı da atlarının terkisine atıp götürdüler sanki. Ve tozlu yolda kayboldular! Kısalığına aldanmayın lütfen; dopdolu bir kitaptı. İnsanlıkla, duygularla, insanın ruhuna dokunan, inciten, altı çizilmeye değer sayısız cümlelerle dopdolu bir kitap! Heyecanımı mazur görün: İçinde insanın, insanlığın olduğu eserler beni kendilerine sımsıkı bağlarla bağlarken yüreğimi de heyecan ve hayranlıkla dolduruyor. Belki de yaşadığımız çağda soğuk bir kaldırım taşının üstünde can çekiştiğine şahit olduğumuz insanlığın; daha canlı günlerini görebilmektir bizi heyecanlandıran şey! Belki aranızda “Savaşın olduğu bir yerde insanlıktan nasıl söz edilebilir?” diyenler olacaktır. Ama vardı işte. Gördüm! İnsan görünümlü yaratıklarda var elbet! Her çağda, her toplumda olduğu gibi. Lakin günümüzde kalmamış, belki de çok nadir bulunan bir insanlıkta vardı! Günümüzde yaşayan; incir çekirdeğini doldurmayacak nedenlerle kavgaya tutuşan, saygı, sevgi nedir bilmeyen ve hatta işi boşanmaya kadar vardıran çiftleri; gösteriş merakıyla arka planında mutsuzluğun hüküm sürdüğü yapmacık bir mutluluğu sosyal medyalarda gülerek paylaşan çiftleri düşünün. Bir de çalışmaktan eve hava iyice kararınca gelen kocasına kızan; ama sonra onu üşümüş, yorulmuş ve acıkmış görünce söylediklerine pişman olup üzülen bir Tolgonay’ı düşünün. Hangisi daha insan siz karar verin! Sözü çok uzattım sanırım. Sonuç olarak yine “Okumadan ölmeyin!” dediğim eserlerden biri. Her şey bir yana bende Tolgonay ile aynı şeyi düşünüyorum şimdi: “Hayat niçin bu kadar acımasız?” Ve son söz eserini ruhuma ilmek ilmek işleyen çok sevgili yazarımızın olsun: “Bu emekçi oğlumun nasırlı ellerinden çıkan ekmekti. Tarlayı süren, buğdayı yetiştiren, hasadı kaldıran, tarlada çalışan insanlarımızın, halkımızın ekmeğiydi. Kutsal ekmek!” (Sf. 27) “Tıpkı onun gibi o da çocukluk çağına veda ediyor, bir yetişkin oluyordu. Aslında o günlerde çocukluğa veda eden gençler çoktu.” (Sf. 39) “Ama bu bombalar, uzaktaki savaşın buralara kadar uzanmış bir yankısıydı sadece. Ya cephede, asıl savaşın olduğu yerlerde neler oluyordu, neler?” (Sf. 59) “İnsanların insan olarak kalmalarıydı senin en büyük dileğin. Savaşın onları insanlıktan çıkarmamalarını, ruhlarından iyilik ve acıma duygusunu çıkarıp atmamasını istiyordun.” (Sf. 67) “İyilik, yola düşen, yoldan toplanan bir şey değildir. Tesadüfen ele geçen bir şey değildir. İnsan iyiliği ancak başka bir insandan öğrenir.” (Sf. 68) “Söyle bana Toprak Ana, gerçeği söyle: İnsanlar savaşmadan yaşayamazlar mı?” (Sf. 76) “Savaş her şeyi, kimsenin gözünün yaşına bakmadan yutup yok ediyordu: Hayatı, işi, hürriyeti, hatta çocukların bir kaşık çorbasını yalayıp yutuyor, en küçük bir buğday tanesini bile doymak bilmeyen midesine indiriyordu.” (Sf. 79) “Sen kadınsın. Sen her şeyin üstündesin, daha bilgesin. Bir insansın sen!” (Sf. 134)
Toprak Ana
Toprak AnaCengiz Aytmatov · Ötüken Neşriyat · 202262.1k okunma
·
52 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.