Gönderi

96 syf.
10/10 puan verdi
·
Read in 22 days
Yürüyorum… Vedalaşmadan gitmenin yelkenini içimin şu köşesine minber tayin ederek kaçıyorum buradan. İki yakamı bir araya getiren düğmemi arar iken bacaklarıma inen dermanı selamlamıyorum. Bir durup bakmanın yetim kalmış başını okşayacak bu elleri, yok yere kökünden kesmiş olduğumu bildiğim halde bu yokluğa ampute süsü veriyorum çağa sitem eden şiirlerle. Vicdanın alicenap olmayan sorularının önüne estek köstek cevapları dökmeden sentimental bir tören için hazırlık yaparken de gafil avlıyorum kendimi. Artık hazırım, çağdaş bir zırhın iğne ucundan geçmeyen bir serinliğine de gebeyim. Yol boyunca olanlar, olmayanlar ve beklentilerimin arasındaki averajı hesaplamak için bir saate ihtiyaç duyacağımı bildiğimden kendi kolumu ısırmam gerekecek tabii. . Tek dişim var ama olsun yeter ki ısırmaya gönlüm olsun, olmayan diğerlerinin hakkını teslim etmek için de zaman. Zamanı ısırmanın müşfik düşüncesinde çocuklaşıyorum biraz, az daha oturun nezaketini göstermiyorum kendime. Evvelinde gitmeye kımlandığımı hatırlayıp gönül koyup ‘zaten’lemiyorum anı ve ‘kozmogoninin yolunu tersten izleyen hiddet’i1 çağırmıyorum yanıma. Yürümeye devam ediyorum… Dikkatim ayakuçlarımda, muhtemel çıkaracağı sesleri hesaplayarak yolun bildiğim kısmına kadar kaldırmıyorum başımı. Kurumuş yaprakların üzerine özellikle basıyorum hesaplarım yanıltmasın beni. Nihayetinde yaprak tuşlu bu ayak piyanosuna bir ara veriyorum başımı kaldırıp bakınca beni hep böyle zamanlarda sokağında gören Gökhan Özcan ile göz göze geliyorum. Birkaç cümle atıyor heybeme haletiruhiyeme benziyormuş öyle diyor. ’ Kalplerin kilitlerini açan soylu anahtarı arıyorum. Ve tabii, kendimi arıyorum. Bana en çok benzeyen yüzümü arıyorum. Hiç tükenmeyecek servetimi, kayıp definemi arıyorum. Hayatımın sırrını arıyorum. Ben’i bir ülke zannedip herkesler coğrafyasından ayrıldığımı sanıyorum.’ Bu cömertliği için kendisine müteşekkir olduğumu söyleyip belli etmemeye çalışsam da niyet tezahürü utangaçlığımın soğuması için adımlarımı hızlandırıyorum. Anlamın enfüsünden payımı ne kadar aldığımı düşünür iken kendimi sokağın başında buluyorum nihayet. Mutlu Çıkmazı Sokağı… Adımımı atar atmaz bir kedi dolaşıyor ayaklarıma; şefkatin elması düşerken önüme, heybemi açmayı ihmal etmiyorum. Avucumun içinin kedi sevmeye uygun yaratıldığını fark ediyor; enzimi subsratıyla buluşturuyorum. Kediler güler mi sorusuna boş kağıt verdirmeyecek bir gülümseme avucumun içinde yerleşik bir manzara oluyor. Keşke zamanında kedi besleseydim diye ‘keşke’ ile geçmişin yasını tutup anın boynunu bükme gafletine girişiyorum. Hızlı adımlarla karşı yoldan bir adam geliyor, dalıp gitmeme izin vermeden yüksek sesli bir ‘önüne bak’ ihtarı bırakıyor sokağa. Korkumu ve şaşkınlığımı hissetmiş olacak ki kedi de ellerimden sıyrılıp ihtarcının peşinden gidiyor. Neye uğradığım konusunda iç sesimle uzlaşıya varamayacağımı anlayınca, meczup herhalde deyip geçmişi keşkelemeyi bırakıp önüme bakıyorum. Olduğum yerden henüz doğrulmuş iken bürudetini, ardından sürükleyen bir kahkaha çalınıyor kulağıma hemen yanımdaki pencereden, ‘ceketimin oğlu diyor’ bir kahkaha… Ölen ile ölünmez ama gülen ile gülünür’ü kovan bir kahkaha. İçindekini merak edip kulağımdan dökülsün diye kırıyorum onu. Boynumdan sağ koluma, kolumdan elime süzülüyor; upuzun ve cesurca başlayan akış, et ve tırnak arasında bodurlaşıyor. Orada anlıyorum; durduramadığım, uzanamadığım iki ucu da canımı yakmaya müsait, zulmün her çeşidinde ben de onun gibi bodurlaşıyorum, çirkinliğin kitabını yazıyorum. Ses çıkarmadıkça sesim daha da kısılıyor, bacaklarım kısalıyor, gözlerim siliniyor; yol uzuyor ben artık insana benzemiyorum dökülüyorum parça parça kaybediyorum her yanımı en son canım düşüyor ve ben artık bir duvara dönüşüyorum. Bir karanlık karşılıyor beni takdir etmiyorum kendimi, okşamıyorum başımı, yirmi beş yaşımı, otuzuma kafa tutuyorum. Sokaklarımda yankılanmasına izin veriyorum ‘ sabahın yeni bir öyküsü yok, yok işte karanlığın yeni bir öyküsü yok’ görmüyorum, duymuyorum, sevemiyorum duvarlığımı, susuyorum. Çareleri geçmiş zaman dilimlerinde küsuratlı da olsa kabullenmenin idrakına varıyorum. Bakıp geçmeyin; alın elinize bir çivi çakın alnımın ortasına. Öyküsü yok buranın ama resmi olsun; annem olsun bu resimde gülsün. Annemin boyu göğe yakın olsun, babam anneme bir orman hediye etsin; ben de kongövde kalmayayım, sereserpe kökleneyim babamın anneme hediye ettiği ormanda. Koca bir ağaç olayım, bülbül şakasın dalımda, renkli çizin bizi, bütün boya kalemlerini kullanın. Bozun bu hikayesi olmayan karanlığı, bozun bu hikayesi olmayan sabahı. Kulağımdan parmağıma süzülen bu sesleri temiz bir bezle siliyorum, söz dinliyorum ve elime bir çivi alıp ceketin evinin duvarına bahsettiği resmi çizip asıyorum. Elimdeki bezi atmak için sokağın köşesindeki çöp konteynerine yaklaşıyorum. Bu sefer zebella gibi bir adam, bir lokavt kararı ile hayatından çıkmış yüzleri arıyor. Hareketleri kıvrak, münhaline muhatap bir kendisi iki kendisi üçü yok… Dünün albümünü soruyor bir paketin içine, dünün yarınıyla bugünün kesişemediği yerdeki rüzgâr onu üşütüyor. Başına yastık kaybettiği sesi, kimsesizliğin üstünü örtmeye yetmeyen bir takvim yaprağını bulup sıkıştırıyor eline. ‘Bir karanfili soluma alıp sen diye konuşmanın yalnızlığı bu, sıradaki şarkı yerine gidişini armağan etmenin hüznü. Sensizlikle yalnızlığımın ayıklanamamış hüviyetini taşıyorum omuzlarımda. Rambo diyorlar bana, evim sırtımda, yanım boş; başımı sokacak bir ölüm var haddizatında, ellemeyin durdurmayın onu da...’ Sokağın ortalarına doğru ilerler iken bir müzik sesi duyuyorum. Müziğin sesinin geldiği yöne doğru çeviriyorum başımı ve bütünü ile kendimi rengârenk begonyaların ortasında buluyorum. Biraz da onlarla hasbihal ettikten sonra penceredeki göğ gözlü amcaya bir tebessüm, çok geçmiyor bir baş selamı ile karşılık buluyor tebessümüm. Yüzündeki çizgilere takılıyorum, her bir çizgide ne hatıralar saklı, ne insanlar, ne öğleden sonraları, ne yangınlar, ne bulutlar... Kaç ah var aklarında, kaç şükür var, kaç beklemişlik, sorularına çarnaçar düşüyorum. Begonyalarla ilgilenmeye devam eder iken sorularımı amcanın evinden gelen müzik sesi bölüyor. ‘Ben bir dağlar çocuğuyum aşkınla deli sen bir göçmen güzelisin gözlerim nemli Neden böyle suçluyorsun kendi kendini insan bazen bir aşk için ölebilmeli Sevdim seni, sevdim seni muhacir kızı Sevdan artık bu sinemde sızı’ youtu.be/Vg1n3yNmzjs Bir hatıra kalsın diye girdiğim “ham okurların açık hava tımarhanesi kitap fuarı” yazılı panayırdan Profesör Mehmet Kırcı’nın Modem İnsan adlı kitabını alıyorum. Yol boyunca gördüğüm, duyduğum, anladığım, anlayamadığım ne varsa hepsinde kendimi buluyorum; ademi… Sırtıma bir bıçak değiyor, değdiği yerde ben, çoğalıyor benlerim, yayılıyor her tarafa her gün selasını okuyup sabah yeniden doğurduğum, dün ‘hakkınızı helal ediyor musunuz? diye sorduğum günüme sabah yeniden isim koyup kulağına ezanını okup hayırlı ömür diliyorum. Doğuyorum ölmek için, yalnızlığı övüyorum mezar hakikati diye, sitem ediyorum yalnızlığa omzuma değmesine izin vermediği için bir başka omzun, döküle döküle tama gidiyorum, yeniden ayağım takılıyor toprak ile göz göze geliyorum. Ölüyorum dirilmek için, susuyorum, koşuyorum, koşuyorum, koşuyorum. Mutlu çıkmazı sokağı dedikten sonra yazdıklarım kahramanlara atıftır. İnceleme okur iken gözlerim bunları arıyor. Kitabın basım yılı, yazarın günde kaç öğün yemek yediği gibi internetten kolayca bulunabilecek bilgiler yerine okuyucunun kitabın içinde gezdiğini görmek istiyorum. Öznelerle oturup konuştuğunu, onlara soru sorduğunu, yazarın betimlediği mekanı okuyucunun zihnindeki karşılığını, detayın aksisedasını duymak istiyorum. Ee öyle madem ilk taşı attım, gelsin gerisi… Yazarımızın kalemine kuvvet, yüreğine sağlık. Hakikati bize tekrar tekrar hatırlattığı için. Bir küçük sitem; hayatın içinden olan bu hikayelerde aralarda mütebessüm yüzler görmek isterdim. Çünkü biliyoruz ki bir yanımız ölü bir yanımız diri. Hüzünden sonra tebessüm, tebessümden sonra hüzün resmi daha da renklendirirmiş. Kitabın ben de apayrı bir yeri olacak sebebi bir yerlerde küçükçe açıklandı. ‘Yalnız teni tanıyanlar, bizi çabucak kaybederler. Su içenler tulumu da bırakırlar küpü de! Fakat canı tanıyanların sayılarla işleri yoktur. Görüş dostu ol, kıyas oğlanı değil. Ademi bedenden ibaret gören ondan kaçmış ona secde etmemiştir.’ (SUFİNİN YOLU) SELAMETLE… 1E.cioran
Mutlu Çıkmazı Sokağı
Mutlu Çıkmazı SokağıCelal Kuru · Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık · 202240 okunma
··
516 views
Celal Kuru okurunun profil resmi
Mutlu Çıkmazı Sokağı'nın hikayesini yazmışsınız. Çok teşekkür ederim Özlem Hanım. Sitem konusunda yüzde yüz haklısınız. Yazmaya devam edebilirsem şen adamlar/kadınlar da arayacağım hikâyelerimde.
Özlem okurunun profil resmi
Asıl ben teşekkür ederim Celal Bey. Kahramanların arkasından konuştum biraz haklarını helal etsinler diyelim. Bir iki kelâm etmeden rafa kaldırsaydım hatırı kalırdı kitabın. Bahsettiğiniz çalışmayı da bekliyorum dört gözle.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.