Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

144 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 saatte okudu
“Bu hepimizin hikayesi”
Yasalar ve sistemler mi değerleri değiştirir yoksa değerler mi yasaları ve sistemleri yönlendirir? Toplumun yarısının atıl kaldığı bir ülkenin gelişmesi mümkün müdür?? Önce bu harika romanın yazarını tanıyarak başlayalım; Cho Nam-joo, 1978 yılında Güney Kore, Seul’de doğdu. Ehwa Kadın Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu ve dokuz yıl boyunca televizyon senaristliği yaptı. Kim Jiyeong, Doğum: 1982 adlı üçüncü romanı, bir çocuk sahibi olduktan sonra evde kalmak için işini bırakan bir kadın olarak kısmen kendi deneyimlerine dayanarak yazdı.Cho, ailesiyle birlikte şimdi Seul’de yaşıyor. Bu incelemeyi, roman hakkında ne hissettiğimi tam olarak ifade edemeyeceğimi bilerek yazıyorum.. Jiyoung'un bu hikayesi,Seul'den Şangay'a, Boston'dan Bengal'e Mozambik'ten Madrid'e Tahran’dan Kabil’e ve Kahramanmaraş’tan Şam’a her kadının karşılaştığı basmakalıp bir muamma. Bu, psikoza giren otuzlu yaşlarındaki bir kadının hikayesi gibi görünse de aslında Ataerkilliğin yükü altında ezilen her kadının maruz kaldığı cinsel saldırı, haksız cinsiyetçilik, kadınlara uygulanan ailevi baskılar ve öz kimlik kaybıyla ilgili dil, din ve ırk gözetmeksizin tüm kadınları ilgilendiren evrensel bir hikaye. Kadın karakterin yaşadıklarında kendimden ülkemden kültürümüzden ve toplumsal normlarımızdan çok fazla benzerlik daha doğrusu birebir aynı diyeceğim çok şey buldum.. Bizimle o kadar çok benzeyen kültür ve topluluk metaları var ki kitapta, insan yadırgayamıyor. Yadırgamazken de üzülüyor. Bir kadın olarak kitabı okuduğunuzda karakterle çok çabuk sıkı bir bağ kurmanız kaçınılmaz. Roman, Kim Jiyoung'un doğumundan ebeveynliğine kadar olan altı ana bölüme ayrılmıştır. Üç bölüm bizi ailesinin tarihine ve hayatının dört aşamasına götürüyor. Çocukluğunu, ergenliğini, erken yetişkinliğini ve evli hayatını geçiyoruz. Kore’de kadının özellikle evlendikten sonra toplumdaki yeri belli başlı başlıklar altında inceleniyor.Bu başlıklarda, annesinin babasının hayatlarını ve ailenin Kore toplumuna nasıl uyduğunu, Güney Kore'de hayatını genç kız ve kadın olarak yaşarken ataerkil kadın düşmanı bir toplumun onu nasıl etkilediğine şahitlik ediyoruz.. Özellikle 144 sayfa boyunca sıradan gibi görünse de , Jiyoung'un varlığı eşitsizlik ve mücadele ile dolu.. Hikâyenin gücü hem anlatısında hem de çoğunluk tarafından kabul edilse bile bir toplumun kötülüklerine göz yumulamayacağı sonucuna varmasında yatmaktadır. Ve son bölüme kadar açığa çıkmasa da romanın tamamı Jiyoung'un terapisti tarafından anlatılıyor. Roman, var olan cinsiyetler arasındaki büyük eşitsizliği vurgulamakta tereddüt etmiyor açık sözlülükle çoğumuzun düşünmeye korktuğu farkında olduğumu yada olmadığımız her şeyi dile getirip irdeliyor. Kitabın sonunda, bir kadın olarak neyle yüzleşmek zorunda kaldığımız hakkında yeterince bilgi sahibi oluyoruz. Kitap Feminizm ve toplumsal cinsiyetle ilgili o kadar çok konuyu gündeme getiriyor ki, anti-feministlerin neden bu kitaba karşı çıktığını görmek kolay. Dünyayı cinsiyete dayalı ayrımlarla tanımlamak dar bir bakış açısıdır ve tüm bunları kapsayan hümanizm projesi, daha iyi bir dünya için şiddetle ihtiyaç duyulan şeydir. En basitinden kadın erkek ayırmamak, insanın kendisine değer vermesi demektir. Ama garip bir şey var. Pek çok büyük bilim adamı, sayısız yıldır bu kadar çok insani değer için haykırıyor, peki neden hala kadın ve erkek arasındaki bu kadar göze batan eşitsizlikleri önemsiz olarak kabul ediyor? Bahsetmeye bile utandığım bir cevap var. Çünkü o büyük âlimlerin-bilim adamlarının hepsi erkekti.Erkekler kendileri dışındaki dünyayı hayal dahi edemeden yaşıyor. Jiyoung’un psikiyatristi şöyle bir cümle kurmuştu bu cümle Kore’de kadın olmanın ne demek olduğunu bir erkeğin kapı aralığından kısa bir an gördüğü sanrı gibiydi. “Yanıldığımı söylemiyorum, sadece farkında olmadığım bir dünya olduğunu fark ettim." 21. yüzyılda, günlük teknolojik gelişme çağında yaşarken ve kitlesel küreselleşme eğilimlerini takip eden insanlar olarak, bir aileden bir erkek çocuk sahibi olarak hayatlarını haklı çıkarmaya çalışan kadınların varlığını hayal bile edemiyoruz. Ancak ne yazık ki Koreli kadınlar bu zihniyeti 60 yıl önceki çocukluklarından beri aşılamışlardı. O yıllarda , insanlar aile sağlığının doğrudan oğulların başarısına bağlı olduğunu düşünüyorlardı. Bu tür bir tutumu oluşturan nedenleri daha iyi anlamak için Kore kültürü üzerinde büyük etkisi olan bir din olan Konfüçyüsçülüğün temel ilkelerinden birinin “Aile bağları” olduğunu bilmek yeterlidir.Bu düşünce ataerkil aile modeline dayanmaktadır.Hikayede kadınların erkek çocuk doğurmasını da vurgu yapılıyor. Evliliğin birincil amacı, mirasçı olacak soyun sağlıklı şekilde devam etmesini sağlayacak bir erkek çocuk doğurmaktı. O’nun annesi ya da O’nun karısı.. Varlığı başkasından kaynaklı mevcutmuş gibi. Kendi benliği aslında bir değer ifade etmiyormuş gibi… Bir kadının eğitiminden önce ailesini düşünmesi, çocuklarına, eşine bakması Kore kültürü için en olası durum. Aksi ayıplanacak ve yadırganacak bir imaj oluşturuyor. Sadece ataerkilliğin bizi bu şekilde düşünmeye ve hissetmeye iten şey olduğunu ve bizi ne kadar derinden mahvettiğini iyice öğrenene kadar onun hakkında yüksek sesle konuşmaya devam etmemiz gerektiğini belirtmek istiyorum. Jiyoung'un babaannesi, dört oğlu ve beceriksiz bir kocası (açık tenli ve yumuşak elleri olan, hayatında bir gün bile çalışmamış bir adam) ile yaşadığı zorlu bir yaşama rağmen, üstelik dört oğlundan üçü nankör çıktı ‘Yine de, iyi ki dört oğlan doğurmuşum. Hayırsız mayırsız, insanın en az dört oğlu olmalı’ şeklinde konuşup ona bakan tek gelinine ise en içten öğüdünün “İnsanın mutlaka erkek evladı olmalı. Bir oğlun olmalı yada en az iki oğlun olmalı. ”şeklinde olması ataerkil bir dünyanın mimarının kadınlar olmasını kanıtlar nitelikte. Evet, Ataerkilliğin suç ortağı kadınlardır.Çünkü bir erkeği yetiştiren bir anne ve bir kadındır.Bu konuda erkek annelerine çok iş düşmesine rağmen şahit olduğum oğullarına bir prens ve dünyanın hakimi onlar gibi davranarak yetiştirmeleri.Dünya sadece oğullarının etrafında dönüyor geriye kalan herkes ver her şey anlamını yitirip gidiyor.Küçük yaştan beri ‘sen erkeksin her şeyi yapmaya hakkın var’ algısıyla yetişen bir çocuğun büyüdüğünde üstünlük talep etmesi pek tabii doğal.Bu konuda kadınların gidecek daha çok yolu var ama kimsenin kıpırdamaya da pek niyeti yok gibi. Zira yine Kore’de yakın zamanda yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerinde muhafazakâr sağ aday Yoon Suk-Yeol,un seçimleri kazanması üstelik Yoon'un lideri olduğu Halkın Gücü Partisi'nin ana seçim vaatlerinden biri Cinsiyet Eşitliği ve Aile Bakanlığı'nı kaldırmaktı buna rağmen kazanması insanın aklı almıyor.Kadınların buna bir dur demesi gerekmiyor muydu?Gerçi bizde de durum farklı değil İstanbul sözleşmesinden çekilmemiz bu durumla çok benzer cinsiyet eşitliği ve kadın haklarında İyileştirmeler yapılacağına daha çok geriye dönüyoruz. Dünya çok değişti. Ancak içindeki küçük kurallar, vaatler ve alışkanlıklar önemli ölçüde aynı kaldı değişmedi.Konu kadınlar olduğunda Taliban’dan tek farkı şalvarın altına sandalet giymemek olan milyonlarca insan var bu dünyada aynı zihinsel çoraklık, aynı muhakemeden yoksunluk, aynı cahil bağnazlık. Sonuç olarak, dünya değişmedi değişmeyecekte insanlar bu değer yargısıyla yaşamaya devam ettiği sürece bir arpa boyu yol alamayız. Dünya’da ilk kadına seçme ve seçilme hakkı veren ülkelerden biriyken kadın hakları konusunda şimdi istatistiklerde son sıralara geriliyoruz. Ahh be adam Samsun’a kalkan gemi bu sefer o engin deniz gözlerinden çıkıp gelse ya?Tüm kadınların ve ülkenin bir kurtuluşa daha ihtiyacı var. Neyse konuya dönecek olursak; Romanı gerçek kılan şey, sadece Jiyoung'un ilerlemesini engellemek için sistematik olarak kara mayınlarıyla örülmüş gibi görünen bir dünyada yolunu bulma mücadelesi değil, aynı zamanda birkaç noktada, kendi sınırlı yollarında deneyen kadınlarla karşılaşması.Kadınları olmak istedikleri kişi olabileceklerine inanmaları için güçlü bir kadın savunucuya sahip olmanın önemini vurgulamasına bayıldım. Kadınları dezavantajlı duruma düşüren adaletsiz bir sisteme karşı çıkmaya karar veren okuldaki genç bir sınıf arkadaşı ya da karanlık bir gecede bir otobüs durağında onu kurtarıp “Bu senin hatan değil” diyen otobüsteki yabancı olsun, ne kadar önemsiz görünseler de, sözleriyle veya eylemleriyle her seferinde bir kadını yükseltmek için sistem içinde çalışan kadınlar varlığını bize hatırlattılar. En sevdiğim karakter Jiyoung'un annesiydi, kendisi de kız kardeşleriyle birlikte gençliklerinde erkek kardeşlerini okutmak için çalışmaları ve yine daha sonra yetişkin olduklarında kendi ailelerini geçindirmek için hayallerinden, hayatlarından vazgeçmeleri o neslin talihsiz birer kurban olmalarını gözler önüne seriyordu.Tüm bunlara rağmen girişimci ruhu ve cesaretiyle evine finansal istikrar getirip kızlarının kendisinin yapabileceğinden daha iyi bir yaşam sürmesi için elinden geleni yaptı. Fedakarlıklarıyla, kızlarının hayatta daha fazla seçeneğe ve fırsata sahip olmasının yolunu açtı.Sevdiğim tüm bu kadın karakterlerin hiçbiri içinde yaşadıkları son derece adaletsiz toplum hakkında herhangi bir yanılsamaya sahip değildi. Jiyoung'un kız kardeşi, annesi, iş müdürü, genç bir adam onu otobüste takip ederken Jiyoung'a yardım eden bayanda dahil hepsi kendilerini savunarak adaletsiz bir sisteme hapsolduklarını biliyorlardı . Kadın düşmanlığı, bireyler onu fark edip direndiğinde bile devam ediyor gibi görünüyor. Kore'de erkeklerin adil davranmak konusunda tam bir sorumluluk eksikliği olduğunu yakından öğreniyoruz Kore toplumu, kadınların ev işleriyle ilgilenirken anne olmaları gerektiği fikrini kökleştirdi, yoksa işe yaramaz ve zarar görmüş olarak etiketlenip ötekileştiriliyorlar. Ancak bir ev kadını yada anne olup beklentiyi yerine getirdiklerinde bile nefret ve aşağılanma ile karşılaşmaktan kurtulamıyorlar. Kitabın sonunun ironiyle bitmesi beklenmedikti aslında tüm bu konuların kolayca değişmeyeceğini vurgulayan bir ironi.. Jiyoung'un doktorunun danışmanlarından birinin hamile olduğunu söyleyerek işten ayrılması ve doktorun bir dahaki sefere erkek bir çalışan almalıyım demesi aslında varolan düzenin devam edeceğini vurguluyordu.Ataerkil düzende bir erkeğin dünyasında alınabilecek en iyi karar! Bu roman, Koreli kadınların zihinsel sağlıklarına zarar veren toplumsal baskılar olmadan nasıl huzurlu bir hayat yaşayamayacaklarını kanıtlıyor. Kim Jiyoung'a olan tam olarak buydu - Kore'nin delicesine katı ve ikiyüzlü yaşam tarzının baskıları onu mutlak bir deliliğe sürükledi. Bu kitap, itibarını fazlasıyla hak ediyor ve son yıllarda Kore'den çıkan harika bir sosyal analiz parçası Ayrıca gerçekten ilginç bulduğum bir şey de gerçek istatistiklerin ve Kore'deki kadınların statüsü hakkında akademik çalışmalardan elde edilen çalışmaların dipnot olarak dahil edilmesiydi.Tatmin ediciydi bu ayrıntıyı çok sevdim. Bu romanı okumak, özellikle bir kadın olarak acı verici sancılı olabilse de, Kore'de yeni bir feminizm dalgasınıda beraberinde getirdi.Bize kitapların hala iyi ve güçlü bir değişimi teşvik etme gücüne sahip olduğunu yeniden hatırlattı. Benim fikrim : On sekiz dile çevrilen bu kitap , dünyanın her yerindeki kız çocukları, erkek çocukları ve ebeveynleri için temel bir okuma haline getirilmelidir. Öyleyse hepimiz hararetle ve toplu olarak umalım ki yakın gelecekte dünya, ister kurgu ister otobiyografik olsun, başka bir Kim Jiyoung'un ataerkilliğin yükü altında nasıl yitip gittiğini konu alan bir kitapla karşılaştırmasın.Şu an Ay’ı diliyor gibi olabilirim ama mucizeler hep oluyor. Elbette bunun bir dilekten çok boş bir rüya olduğunu bilsem de mucizelere de inandığımı tekrar edeyim! Yazara tüm kadınları temsil eden bir karakter yarattığı ve hepimizin sesi olduğu için binlerce kez teşekkür ederim..İçindeki Jiyoung'la tanışmış veya henüz hiç tanışmamış tüm kadın okurlara eşitliğin sağlandığı bir dünya diliyorum!!
Kim Jiyeong, Doğum: 1982
Kim Jiyeong, Doğum: 1982Cho Nam-Joo · A7 Kitap · 2021796 okunma
·
386 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.