Gönderi

500 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 14 days
Yakın tarihimizle ilgili ne kadar bilgi sahibiyiz? Kaçımız; silahlı mücadelenin kazanılmasından sonrası, yani Kurtuluş Savaşı'mızdan sonrası hakkında detaylı bilgi sahibi? İkinci Dünya Savaşı, 50'li ,60'lı, 70'li, 80'li yıllar hakkında neler biliyoruz? " Keşke" kitabını okurken ve okuduktan sonra, ne kadar az şey bildiğimi anladım. Köy Enstitülerinin ülkemizin gelişmesi ve büyümesi için ne kadar önemli olduğunu (daha önce de bu konuyla ilgili kitap okumuştum, bir kez daha öğrenmiş oldum.) ; Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün dediği gibi; “Bir ulusun asker ordusu ne kadar güçlü olursa olsun, kazandığı zafer ne kadar yüce olursa olsun, bir ulus ilim ordusuna sahip değilse, savaş meydanlarında kazanılmış zaferlerin sonu olacaktır. Bu nedenle bir an önce büyük, mükemmel bir ilim ordusuna sahip olma zorunluluğu vardır.” Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç'un yoğun çabaları sonucunda en iyi eğitimin yerinde, köylerde verilmesi gerektiği ve ülkenin her kesiminin okuma-yazmayı , ektiği tarlayı nasıl daha verimli hale getirebileceğini öğretmek, hangi yöreden nasıl faydalanılacağını araştırmak için yaptıkları çalışmalar sonucu "Köy Enstitüleri" kurulmuş. Fakat bazı sebeplerden ki, bu sebepler kitapta açıklanıyor; kapatılmasına karar verilmiş. Kitabımızda sadece "Köy Enstitüleri" nden değil, o dönemde yaşanan siyasi gelişmeler, savaşlar, 1. Dünya Savaşı'na nasıl katıldığımız, ülkemizi 2.Dünya Savaşı'na çekmek için yapılan planlar, okullarda dağıtılan süt tozları, darbeler... Geçmiş dönemlerde yaşanan olaylar ve sebeplerini detaylı, yoğun bir araştırma sonucunda ortaya çıkan "Keşke" kitabını, yakın tarihimize ilgisi olan, merak eden herkese tavsiye ederim. Kitabımızın kahramanlarından Sabia; annesini kaybetmiş, babasının yeniden evlenmesi ve üvey annesinin baskıları sonucu, köydeki öğretmeninin tavsiyesiyle babası, en yakın enstitüye gönderir. Başarılı, azimli, çalışkan, sözünü sakınmayan bir genç kız. Diğer kahramanımız Fikret; benzer zorlukları yaşamış, okuma isteği baskın geldiği için evden kaçıp, hiç bilmediği bir yerde tanıştığı balıkçı sayesinde enstitüye gider. Her işe koşturan, gözü kara, herkese yardımcı, sadece Sabia'ya olan sevgisini söylemede çekingen bir delikanlı... Doktor Sabia; Fikret'in kızı. Avukat Tarık; Sabia'nın manevi oğlu. Sabia ile Fikret kavuşabilecekler mi? Doktor Sabia ile Avukat Tarık arasında neler olacak? Bu dörtlünün birbirinin varlığından nasıl haberi olacak? Bunca yıl saklamış ve bedellerini de en ağır şekilde ödemişken, yaptığım doğru mu, bunu bile idrak edemiyorum. Fakat bildiğim bir şey var ki, kararlarını tahlil edemediğiniz insanın kişiliğini takdir edemezsiniz. İki cesur, iki öfke dolu kadın, iki deli kadın demekti korkak adamlar için. Kontrol altında tutulmaları için çare hastaneydi. Araç ise güç ve para. Yokluğu bilmeyen nimete saygı bilmez. Her öğrenci kendi yöresinden oyunları diğer öğrencilere hevesle öğretirdi. Böylelikle yöresel kültür değerlerimizin yerleşmesi, öğrenilmesi tüm enstitülere taşınması sağlanırdı. Öğrenim süresi olan 5 yıllık eğitimimizin haftalık bölüşümü son derece özenle yapılmıştı: Kültür Dersleri 114 hafta, Ziraat Dersleri ve Uygulamaları 58 hafta, Teknik Dersler ve Uygulamaları 58 hafta. Demeye çalıştığım şu ki, enstitüden mezun olan sadece ilkokul öğretmeni olmuyordu. Ziraatçilik, duvarcılık, demircilik, marangozluk, arıcılık, balıkçılık, bağcılık, inşaat konularını uygulamalı öğreniyor, bir nevi meslek sahibi oluyordu. Anlayacağınız, sabah 6' da başlayan program gece 11' e kadar genel kültür, tarım ve teknik derslerle sürerdi. Yılda 11 ay, günde 8 saat ders, 1 saat kitap okuma, 2 saat ders çalışma zamanı, Cumartesi 4 saat, yani toplamda 44 saatlik bu program sayesinde görünürde 5 yıl olan ortaöğretim aslında 7-8 yıllık eğitime eşti. Bu da "Beş yıllık orta-lise eğitimiyle köy öğretmeni mi olunurmuş?" sorusuna bir cevaptır aslında. Enstitüler bize, imkansız ile mümkünün arasındaki farkın insanın kararlılığında ve çabasında yattığını öğretti. Düşüncelerini özgür bırakmaktan korktuğu dünler, yerini sorumluluk alacak kadar özgür olmak istediği günlere bırakıyordu. Gelişmemiş ülkelerde kadın olmak ne zordu... Coğrafya en çok da kadının kaderini belirliyordu. Anlamanın ilk şartıydı tanımak. Tanıdıkça anlaşılmak, anlaşıldıkça önyargılardan kurtulmak. Dost bulmanın yolu dost olmaktan geçiyordu. Oysa biz de cebe göre kitap basacak paramız olmadığı için kitaba göre cep dikmiştik. Elin askeri cebe göre kitap basınca medeniyet oldu, biz kitaba göre cep dikince vatana ihanet. Haaa, düşmanın cephesinden bakınca doğrudur, kitap silahtır. Çünkü okuyan toplumlar kendini yönetir. Pişmanlık duyanlar doğruyu bulmak için çabalardı. Sabia eve kadar çıkmayı bekleyememiş, paketi apartman boşluğunda açmış, içinden çıkan çerçevelenmiş el yazısını eve çıkar çıkmaz odasına asmıştı. "Batılılar geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde toprak vardı. Bize gözlerimizi kapayarak dua etmeyi öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda ise bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı. " Jomo Kenyatta (Kenya Kurucu Devlet Başkanı) .......... Eğer ki, biz derken köylüyü kastediyor olsaydın, halk için, vatan için, toprak için ne kadar çok şey yaptığını bilirdin, ama kastettiğin biz, köylünün emeğini sömürmeye çalışan zihniyeti ise, haklısın Atatürk'ün yurt ve insan sevgisi o kadar büyüktü ki, haksızlığa, sömürüye hele de köylüsünün ezilmesine müsaade etmez, ezene de asla tahammül etmezdi. Düzenlerine çomak sokulmasını istemeyenler, halkın beynine nifak soktu. Enstitülerin kapatılmasını isteyenlerin desteklenmesiyle enstitülerin sonu hazırlandı. "Kaderiniz verdiğiniz kararlarla şekillenir." (Ya da vermek zorunda kaldığınız...) Doğduğum aile, köy, önüme çıkan insanlar? Yaşadığım coğrafya kaderim miydi? Kimse bana şans olmadan mutlu olunacağını söylemesin. Aldığı doğru kararların havasını atarken, kimseyi kırmadım, incitmedim demesin. Bir kadının hayatını kurtarırken başka kadının hayallerini yıkmak, bir kadının onurunu kurtarırken, diğerinin onurunu yıkmak, bir kadının kaderini güldürmek isterken, aşık olduğun kadının yüreğinde acı olmak, bir kadına söz verirken, sevdiğim kadına verdiğim sözden dönmek zorunda kalmak... Kim böyle bir şeye sebep olmak ister ki? Kim bile bile kendini de sevdiğini de kör kuyuya atar ki? BEN... Çaresizin ilacıdır bahane üretmek. Ürettim. Hayatınızın dümenini elinize alamazsanız, seçimlerinizi başkaları yapar, hayallerinizi başkaları yaşar. Size de izlemek kalır. "Söz sorumluluktu." ( Peki ya vicdanınıza duyduğunuz sorumluluk?) Bilgisi az olanın dünyası küçük, penceresi dar olur. Acısı çok olanın gülüşü güzel oluyordu. Her insanın kaçmayı seven bir tarafı vardı. Ve pek çok insan istemediği cevapları duymaktan hoşlanmazdı. Konu İsmail Hakkı Tonguç ve Hasan Ali Yücel olduğu zaman sakin olamıyorum. Onlara yapılan muameleyi, haksızlıkları hazmedemiyorum. Onlar ve onlar gibi pek çok eğitimci bu ülke için şanstı. Ne yazık ki çoğu benzer hazin sonu yaşadı. Ederinden fazla değer vererek kral ettiğimiz soytarılar yüzünden elimizdeki değerleri kaybediyoruz. Gönderdikleri süt tozları, üretimimize sekte vurmak, tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmek ve ellerindeki kalan süt tozlarını bitirmek içindi. Hakikati seçemezsen, seçilmeyi beklemek kaderin olur. Amaç, köylerden gelen yetenekli çocukların tam donanımlı yetiştirilmesi ve ardından köylerine dönmeleriydi. Sadece öğrencilere değil, köylülere de okuma-yazma gibi temel eğitim veğrmeleri, modern ve ilmi tarım taktikleri öğretmeleri, kırsalın, böylelikle ülkenin kalkınmasının, aydınlanmasının sağlanması amaçlanıyordu. Ancak unutmayalım ki, biz 1299'da kurulan Osmanlı'dan ibaret değiliz. Biz, dünyanın en eski uygarlıklarından biriyiz. Biz, Hun'duk, Göktürk'tük, Uygur'duk, Karahan'dık, Gazneli'ydik, Selçukluyduk, Osmanlıydık. Yani Türk'tük. Hitler'in Kavgam kitabının Henry Ford'un yayımladığı Komünizm ve Yahudi karşıtı kitaplarla benzerliğinden, Ford'un Hitler'e verdiği hediyelerden, finansal destekten, 1. Dünya Savaşı başlarken Amerikan Ford Motors şirketinin Alman işkolunun yaklaşık %70' ini elinde bulundurduğundan, Amerikan General Motors' un Alman savaş sanayinin direği olduğundan, savaş araç gereçleri için gerekli yakıtın yine Amerika tarafından sağlandığından bahsetmiştik. 1. Dünya Savaşı'ndan yıkık dökük çıkan Almanya'nın 15 yıl içinde sanayi devine dönüşme hikayesinden ve Alman faşizminin ardındaki Amerikan sanayicilerin etkisinden de. İnsan mutlu olduğu ortama ve insanlara ne kadar da hızlıca uyum sağlıyordu. Sabia gece olanları anlattı ve "Galiba kader onları buluşturmak için yollara taşları döşüyor, bizim yapmamız gereken onları yola çıkarmak," dedikten sonra Fatma'yla yaptığı plana geçti. Güneş umut dağıtmak için doğmaya devam edecek, bulutlar sıkıntıları dağıtmak için aralanmaya. Yeter ki zihnimizin sis perdesini aralayalım, yeter ki göremediğimizde umutsuzluğa kapılmadan farklı pencerelerden bakmayı başaralım. Coğrafyanın zihniyet, zihniyetin kader olduğunu gün geçtikçe daha iyi anlıyorum. Geçmişi ve niyeti bilen, gelişmeleri de geleceği de daha iyi görüyor. Demek ki bu yüzden ne zaman geçmişten konu açılsa, "Tarih okumayan geçmişini bilmez, geçmişini bilmeyen geleceği göremez," derlerdi. Bozkırı yeşertmek ne kadar sürer... Bir mevsim mi? Gençlik, Eğitim, Aydınlanma, Özgürlük ne kadar sürer... On yıl mı? Pişmanlık ne kadar sürer... Çeyrek asır mı? Aşk ne kadar sürer...... Bir ömür mü? Keşke... Hatalarımız, fedakârlıklarımız, kayıplarımız, sevgimizin ağırlığıyla, geçmişi, bugünü ve geleceği kuşatan bir "keşke" ne kadar sürer?
Keşke
KeşkeSema Soykan · Alfa Yayınları · 2021771 okunma
·
140 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.