Gönderi

352 syf.
·
Puan vermedi
Gerçekleşebilecek Bir Ütopya
!İpucu içerir! Kitap diktatörlüğü ve özgürlüğün olmadığı bir ütopyayı anlatıyor. Okurken pek tabi bu ütopya ile dünyamızın benzer olan kısımlarını görüyor ve küçük de olsa bir şok yaşıyorsunuz. Çünkü bu derece ütopik bir dünyayı resmeden bir kitap ile 21. yy. ın benzerlik göstermesi gerçekten de korkulması gereken bir şeydir. Benim kitapta ilgimi en çok çeken tanımlardan biri ‘çiftdüşün’ tanımı oldu. Bir kelimenin kendi taraftarları “yoldaşlar” tarafından kullanıldığında sonuna kadar iyi bir anlam taşıması, bu kelime düşmanlar( kimi zaman Avrasya kimi zaman Doğuasya) tarafından kullanıldığında ise tam zıttı sonuna kadar kötü(yeni söyleme göre iyideğil) bir anlamda kullanılabilmesi ve de insanların bunu benimsemesi korkunç büyüleyici bir şey. İnsanların bilinci, kullandıkları kelimeler ile çelişkiye düşürülüyor böylece insanlar sorgulamak istediklerinde kendi çelişkilerini ve dildeki çelişkileri görüp bir sonuca varmaları büyük oranda kısıtlanıyor. Aynı zamanda yeni söylemde eskisöylemde olan yani İngilizce de bulunan birçok kelime çıkartılıyor ve bunlar hayattan yavaş yavaş siliniyor. Şöyle bir bakıldığı zaman bunun asıl amacının tüm kitap boyunca yapılan amaca hizmet ettiğini görürüz: Düşüncelere hükmetmek. Bir insan düşündükçe var olur ve düşüncelerini yaydıkça insanlaşır. Peki bir insanın düşünmesi ve eleştirmesi için gerekli olan kelime yoksa bunu nasıl tanımlar ve bunu nasıl insanlara yayar? O insan nasıl var olur ve insanlaşır? İşte partinin de istediği tam olarak bu: Düşünme ve insanlaşma. Sorgulama, aptal ol ama parti işlerini yapacak kader zeki de ol. Her şey zıttıyla var olur bu ütopyada. Kitapta beni en çok düşündüren bir diğer kısım ise Julia’nın asiliğiydi. Julia partiyi sevmediği ve onlara karşı geldiği gibi bunu sadece kendi çıkarları ve istekleri konusunda yapıyordu. Eğer ki parti onun hayatına müdahalede bulunmuyorsa yapılan şeyler, partinin politikası onu pek alakadar etmiyordu. Bu kısımda çevrenize biraz göz gezdirdiğinizde ne kadar çok Julia olduğunu göreceksinizdir. Bence çarpıcı olan bir başka yer ise Winston’ın O’Brien’ın evine gittiğinde yaptıkları konuşmadan bir kısımdı: O’Brien Winston’a kardeşlik için adam öldürmesini, bomba yağdırması, hangi eylemi niçin yapması gerektiğini bilmeyeceğini, gerekirse bir çocuğun yüzüne asit bile fırlatması gerektiğini söylemiş ve de Winston bunları kabul etmişti. Bu kısımda aklımdan şu sorular geçti: Nefret ettiğin parti ile ne farkın kaldı? Sonunun iyiye çıkacağını ve de bu sonucun doğru olduğunu düşündüğün için yaptığın şeyleri parti de aynı şeyler için yapmıyor mu? Onlar iktidar için bağnazlarsa sen de kardeşlik için mi bağnaz olmalısın? Onların kurduğu devlet korku ve acı üzerine kurulu; bunu yıkmaya çalışan devletin başlangıcı ve de çok büyük ihtimalle temeli de mi korkuya, acıya, ızdıraba dayanacaktı? Böyle olacaksa Parti ile Kardeşliği amaçları dışında ayıran şey neydi? Acıya ve korkuya dayanan bir diktatörlüğü yıkmak için daha fazla acı ve korku mu salınmalıydı, araçlar amaç farklı olunca önemsiz mi kalıyordu? Ayrıca Winston bu acı verici, ızdırap dolu şeyleri yapacağını söylerken hiç duraksamamış; doğru olduğunu düşündüğü şeyin kurulması için yanlış yapmaktan hiç çekinmemişti. İşte bu insanların birine, bir şeye duyduğu nefretin ne kadar güçlü olabileceğini, doğru olan yolda da olsak nefretin insanı ne kadar bağnazlığa sürükleyebileceğini yüzümüze çarpıyor. Kitabın sonlarına doğru ilerlerken sonunun nasıl biteceğini tahmin de etsem daha aydınlık bir son için yanıp tutuşuyordum. Aslında son bölümü kitaba çok uygun bulduğum gibi, gerçekte de böyle bir sonuca ulaşılacağına inanmak beni üzüyor. Ama bunlardan öte burada asıl çarpıcı olan şey; evet Winston kararlarından, fikirlerinden ve hatta en son hislerinden vazgeçti. Onun insan yapan, var eden insanlaştıran her şeyi kaybetti. Ama bunların hepsinin kaybolması onun 25 kilo vermesine, saçlarının tutam tutam dökülmesine, günlerce haftalarca işkence görmesine, partinin en akıllı denilecek adamlarından biri ile saatlerce vakit geçirmesine, hayatta en korktuğu şey ile sınanmasından sonra gerçekleşti. Yani parti, büyük birader, bütün çabasını, maddi olanağını, insan kaynağını bir kişi için böylesine harcamış ve sonuna kadar olanakları zorlamıştır. Peki ya Winston bir kişi olmasaydı? Fark yaratacak kadar fazla Winston olsaydı? Parti her bir Winston’a bu kadar olanak ayırabilecek miydi, her birini dize getirebilecek miydi? İşte en çarpıcı ve de sorulması gereken sorulardan biri de budur bence. “Özgürlük iki kere iki dört eder diyebilmektir.” Bu gerçeğin değiştirilemediği, iki kere ikinin dört olduğu ve olacağı zamanlara.
1984
1984
George Orwell
George Orwell
1984
1984George Orwell · Can Yayınları · 2023166,9bin okunma
·
20 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.