"Sevgi, haset duymaz."Melanie Klein psikanalizi çocuk hastalarda kullanan ilk analisttir. Freud akımından gelen kuramcılardan ama onunla ayrıldığı önemli noktalar var. Her şeyden evvel Freud'un 'dürtü' kavramı, Klein' a göre 'içgüdü' dür... Bu da herşeyi baştan sona değiştirir. Freud'un haz ilkesine hizmet eden nesne önemsizdir. Başlangıçta hiçbir ruhsal bağ içermez ve tamamen etkisizdir. Etkileşimler ve deneyimler sonunda bir anlam edinebilir. Klein ise doğuştan getirdiğimiz içgüdülerin etkisi altında bulunduğumuzu ve fıtri özellikler taşıdığımızı düşünmektedir.
Freud' da ebeveynin ve sosyal yaşantının getirdiği olumsuzluklara kadar uzanan süreç Klein'de daha 'ilk nesne' kabul edilen anne ile etkileşimden doğar.
Klein'ın psikanaliz kuramını tek cümle ile izah edecek olursak şudur; insan doğuştan getirdiği ilkel fantezi imagoları ve anne ile (yada annenin yerine konan ilk nesne ile) yaşanan deneyimler sonucunda içe yansıtma yaparak, dinginliği yakalar.
Peki 'İçe yansıtma' nedir?
Klein'ın özellikle eğildiği konu saldırganlık psikolojisidir. Freud'un 'ben' psikolojisi, Klein'da 'id' psikolojisi formuna bürünmüştür. Yani Klein'ın kuramında; Freud'un yitirilen bir nesneye karşı geliştirilen kaygı kavramının yerini bireyin kendi özünde bulunan korkutucu duygulara karşı duyduğu kaygılar alır. Kendi dünyasının kötücül yanlarından kurtulmak isteyen birey, iyi nesneyi içselleştirmeye, bu sayede de içindeki 'iyi' yi korumaya çalışır.
Bebeğin 'ilk nesne' algısı hayatı boyunca yaşayacağı her şeye yansır ve bütün hayatını etkiler. Bebek yaşam şartlarını koruyacak şeyi istediği düzeyde bulamadığında içgüdüsel bir kaygıya kapılır ve hasetin kökeninde, bebeğin alamadığı o ilk nesneye (beslenme ve ilgi) karşı geliştirdiği, saldırganca tepkinin suçluluk duygusu yatar.
Melanie Klein, Haseti, kıskançlıktan ve açgözlülükten ayırmıştır.
Haset, arzulanan şeyin başkasına mutluluk, övünç, haz ve doyum verdiğini bilerek bundan kızgınlık duymak ve o haz duygusunu o insandan almaya odaklanmaktır. O duyguyu yok etmek, o insanı değersizleştirmek ve karalamak ilk tepkilerdir...
Kıskançlık ise, iki kişinin varlığını gerektirir ve kendi hakkı olan şeyin rakibi tarafından elde edilmesine duyulan tepkidir.Elindeki şeyi kaybetme korkusudur. Klein, haset duygusunun patolojik olmasıyla aralarında kesin bir sınır çiziyor. Çünkü haset yok etmeye odaklıdır, karşısındaki kişinin mutluluğundan acı, üzüntüsünden ve sıkıntısından mutluluk duyar, bu nedenle paronoit duygular geliştirirler. En önemli noktalardan birisi de haset bir insanı memnun etmenin asla imkanı yoktur. En çok istediği şeye de kavuşsa, tatmin duygusu yaşamasına imkan yoktur.
Haset insanların savunma mekanizmaları;
Değersizleştirme, yıkıcı eleştiri, yok sayma...
Başkasının başarısını, kendi başarısıyla örtbas etmeye çalışma
Sevgi duygusunu bastırma, (çünkü getirdiği sorumluluklardan kaçınır.)
Nefret duygusuna sarılma (çünkü sevdiği kişiye duyduğu haset çok daha acı vericidir.)
Peki siz haset biri misiniz? :)
Başkasının, yaratıcılığını, özgünlüğünü, gönülden kutlayabiliyorsanız, iyi günlerinden keyif alıyor, aldığınız güzel haberlerle mutlu olabiliyorsanız, korkmayın haset değilsiniz, sadece kıskançsınız :))
Hep deriz ya; asıl dost seninle ağlayabilen değil, seninle gülebilendir... Burada asıl anlamını buldu sanıyorum.
Şükran ve huzur...
Sağlıklı bir beslenme ve ilgi bebeğin sonraki yaşamındaki bütün huzurun kaynağıdır ve arkadaşıyla, dostuyla, aşık olduğu kişiyle bütünleşme duygusununun temellerini atar. Ruhsal sağlık ve esenliğin kaynağıdır. Fakat şükran duygusu kimi zaman da karşınızdaki kişinin suçluluk duygularının ifadesidir. Duyduğu kaygının üstesinden gelme biçimidir...
İdealleştirme nedir?
Eserin en önemli mesajlarındandı benim için. Hepimizin de ciddiye alması gerektiğini düşünüyorum. Kişinin, zulmedilme ve zarar görme kaygısıyla karşısındaki kişinin olumsuz yönlerini görmezden gelmesidir özetle... Yine temelde bebeğin ideal doğum öncesi şartlarına geri dönme yatkınlığının bir süreği olarak ortaya çıkar ve kusursuzluk similasyonu oluşturur. Yani kötü şartlardan korunmanın yolu olarak o kötülükleri ciddiye almamak, yok saymaktır. Örneğin zulüm gören bir çocuk, annesinin dünyanın en iyi annesi olduğu fikrine sığınmak ister...
İdealleştirmenin asıl etkileri yetişkin yaşantıda kendini gösterir. Dostunuzun tasvip etmediğiniz yönlerini onu kırmamak için görmezden gelirsiniz, ya da terk edilme kaygısıyla aşık olduğunuz kişinin kusurlarını yok sayarsınız...
İdealleştirme bir savunma mekanizmasıdır... Sen mükemmelsin demek, bazı kaygılarımı aşamıyorum demektir...
Gelişmiş bir kişilik yaşadığı bölünmeyi aşıp yeniden eski bütünlüğünü kazanabilme yetkinliğine sahiptir... Hasetten kurtulmanın yolu, kendi ruhuna güvenmek, yeteneklerini geliştirebileceğine inanmaktır.
Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.