Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

KISA BİR HİKAYE - Kendime Notlar (2)
Oturduğu bankta sessizlikten doğan gerginliğin yarattığı rahatsızlığı hissettirmek için kıpırdandı. Ona bir asırmış gibi gelen ve düşüncelerin beynine akın etiği bu zaman dilimi, taş çatlasın 10 dakika kadar ya var ya yoktu. Bunu kendisi de biliyordu. Ama içten içe inkar ediyordu. ( Çünkü ona göre dalgın zihinler hep böyleydi; Ne zaman ki kendileriyle baş başa kalma fırsatı bulsalar ruhlarında kederleriyle ilgili, yaraları, eksiklikleriyle ilgili karşı konulmaz bir yolculuğa çıkarlardı. Sanırlardı ki, düşünerek bazı soruların belki de bazı sorunların cevabını bulabilirlerdi. Ama işin aslı hiçbir zaman öyle değildi. O da farkındaydı bunun. ) Üstelik ondaki bu dalgınlık hâli kimi insanlarda olduğu gibi üzgünken ya da baş edemeyeceği bir sorunu olduğu zaman ortaya çıkan bir şey de değildi. Gün içinde insanlardan kaçıp kendi düşüncelerine dalabildiği kısacık bir zaman dilimi bu zihinsel dalmaların nüksetmesi için yeterliydi. Ondaki bu huy, kendini bildi bileli, hatta denilebilir ki yaşamının en masum çağları olarak adledilebilecek çocukluk çağlarından beri ruhunun ayrılmaz bir parçası olarak onda bulunmaktaydı. Düşüncelerini toplamak ve kendine biraz çeki düzen vermek arzusu içinde, gözlerini diktiği noktadan ayırıp başını iki elinin arasına alarak -yine de bir huzursuzluk ve ürperti hâli içinde- derin bir nefes aldı. Umduğu sakinlik ve rahatlama haline ulaşamamıştı. Gözlerini kapadı, tekrar bir nefes aldı. Kalbi, bu düşünsel dalmalar başlamadan önce olanca ritmiyle çarpan halini geride bırakmış ona düşmanmışçasına hızla atmaktaydı. Teskin olmak ümidi içinde bu hareketi birkaç kez daha tekrarladı: Nefes alll, veer, aaaal, veeer... Ama sakinleşmek şöyle dursun, sanki kalbi daha da sıkışıyor adeta göğsüne bir bıçak saplanıyor gibi bir hisse kapıldı. Sağ elini kalbine doğru götürdü, hafifçe yokladı. Sakinleşmek namına hiçbir şey yoktu, hala deli gibi atmaya devam ediyordu. Sonra diğer elini de kalbinin üstüne koyup iki eliyle birden bastırdı ve tekrar bastırdı. Sanki bastırdığı zaman bu hızlı atma hali geçecekmiş gibi. Elbette geçmeyecekti, o da biliyordu bunu. Ama böylesi korkuyla karışık telaşlı anlarımızda endişe veren şeyden kaçmak ya da en azından gizlenmek arzusu içinde oluruz. Sanırız ki, böyle yaptığımızda korkumuz bir parça dinecek, ruhsal bir sükûnet haline kavuşacağız. O da bu arayışlar içinde ellerini göğsüne bastırarak endişe halini dağıtmak, hatta belki tümüyle yok etmek arzusu içindeydi. Düşünüyor, düşünüyor, düşünüyordu... Düşündükçe düşünceleri onu daha fazla boğuyordu. Birden midesindeki ani bir kasılma sonucu yakıcı bir sıvının boğazına doğru yükseldiğini hissetti. Durumun kendisi için bu kadar vahim olabileceğini tahmin etmiyordu. Tüm çabalarına rağmen kendini sakinleştirememişti. Oysa birazdan meydana gelecek duygusal fırtınanın muhatabı, çok kısa bir süre sonra ve bu sefer karşı konulması imkansız bir şekilde burada olacaktı. Ne yapacağını düşündü. Aklından geçenler git gide bulanıklaşıyor, zihnini ağırlaştırıyordu. kendinde bu gün bu konuşmayı yapabilecek gücü bulamadı. Her ne kadar ruhsal olarak buna hazır olduğunu düşünse de vücudunun verdiği alışılmadık tepkiler henüz hazır olmadığını gösteriyordu. Düşüncelerinin ağırlığı konusunda bedenin gösterdiği bu beklenmedik zâfiyet onda başta kabullenmesi güç bir yenilgi hissi yarattı. Konuşmak ve konuşmamak arasında yoğun kararsızlıklar yaşadı. Sonrasında öne doğru eğildi, başını iki avucunun içine alıp bir müddet düşündü. Gözlerini kapayıp kendini oracıkta yere bırakma arzusu duydu. Anlaşılan bedeni artık yalnız başını gövdesi üstünde tutmakta değil, uzuvlarını kontrol etmekte de zorlanıyordu. Bayılmak üzere olan bir insan edasıyla, son gücüyle kendini geriye doğru yasladı. Gözlerini kapadı, sonra ağır ağır açtı: bulutlar, mavimsi beyaz bulutlar, açık bir hava, güneş... Bir süre öylece durdu. Neden sonra birden toparlandı, kendini bir nebze daha iyi hissediyordu. Üstelik bir de bu konuyla ilgili açıklama yapmakla uğraşmak istemiyordu. Sonrasında ağzındaki acı tattan kurtulmak istedi. Yavaşça kafasını yukarı kaldırıp çantasına doğru uzandı. Aceleyle çantanın fermuarını açmaya yeltendi. Ama fermuar daha yarısına kadar açılmadan takılmış açılmamakta da oldukça ısrar ediyordu. Sinirlenmişti. Ama çantanın takılan fermuarına mı yoksa vücudunun gösterdiği bu zafiyet haline mi bilmiyordu. Ona azap gibi gelen birkaç dakikadan sonra fermuar ile inatlaşmaktan bir yılgınlık hali içinde vazgeçti. Sonra evliliği içindeki sorunları, konuşmakla hallolunmayacak problemleri düşündü. Bu gün buraya onunla bir boşanma konuşması yapmak için gelmiş ama bünyesi onu yarı yolda bırakmıştı. Oysaki daha önce defalarca kez bu konuşmanın provasını yapmış, en ince ayrıntısına dek iyice düşünmüştü. Ayrıca karşı tarafa aklındakileri aynen aktarmak konusunda da kendine olan güveni tamdı. Ama tam da şu an kendinde bunu yapabilecek gücü bulamıyordu. Henüz onunla tek bir kelime dahi etmeden düşünmekten yorgun düşmüş 2 adım yürümeye dahi takati kalmamıştı. Hele ki onu tekrar gördüğü an... Bütün bu duyguların aksine, içini tekrar bir özlem ve sarılma hissi kapladı. Ona zihniyle sırtını dönerken kalbiyle yüzünü dönüyordu. İçindeki bu tezatlıkların kendi de farkındaydı. Bu gün onunla konuşursa, ikisinin de hayatında bir daha geri alınması mümkün olmayan bir şeye sebep olacaktı. Nerden ortaya çıkmışsa, bir derin tereddüt hali ortaya çıkmış ve onu esir almıştı. Kaybetme korkusu desek, değil; vazgeçmenin zorluğu desek, değil. Şimdi onunla konuşmak değil, yalnız yüzünü avuçlarının içine alıp gözlerinin içine bakmak istiyordu. Bütün bu kararsızlıklar ve birbirine zıt duygular içinde genç adam git gide yaklaşıyordu. Derin bir nefes aldı ve anladı ki bu gün bu konuşmayı yapmaya muktedir olamayacaktı. Kararından emin olmak istercesine İstanbul'un kalabalığının içinden sıyrılarak ağır ağır yaklaşmakta olan gence dikkatlice baktı. İçinden şu cümleler geçti: E: Sen beni fazla seviyorsun. Fazla üzerime düşüyorsun. Fazla fedakarlık yapıyorsun, fazla fedakarlık yapıyorsun falan filan. Yani her şeyin fazla senin ve bu beni bunaltıyor. K: Çünkü senin eksikliklerini kapatmak için ben her şeyi fazla fazla yapıyorum. Yani ilişkinin ayakta durması için hep iki kişilik sorumluluk alıyor, bu ilişkide sana düşen payı da ben üstleniyorum. Ama sen, tüm bunlara, fazlalığından şikayet ettiğim bu şeylere rağmen sen; Benim tüm bu sorumlulukların altında ezildiğimi, taşımakta ne kadar zorluk çektiğimi ve bütün bunların beni senden daha çok yorduğunu görmüyorsun. E: ... ( Bütün bunları söyleyecek, söylese bile duyacaklarının ağırlığını taşıyacak gücü var mıydı? ) N. C. Edit: İmla & Anlatım bozukluğu.
·
285 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.