Onlarca yıl, içine sürüklendiğimiz 1. Dünya Savaşı’nı, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasını, binbir zorlukla sürdürülen kurtuluş mücadelemizi okuduk okullarda… Çanakkale’de yiten bir nesile, Sarıkamış dağlarında daha düşmanla karşılaşamadan donarak ölen vatan evlatlarına, ayağında çarık, üstünde paramparça olmuş kıyafetlerle İstiklal Savaşı’nda yurdu savunan Mehmetçiklere hem üzüldük, hem de onlarla gurur duyduk.
Ama esir düşen askerlerimizi hiç merak etmedik…
Tarih okumayı severim. Savaşlardaki esaret de ilgimi çeker; zira aile tarihimizde Çanakkale cephesine gidip dönmemiş ve akibetini bilmediğimiz bir büyük büyük amcam var. Hep “acaba esir oldu, bir yerlerde kendine yeni bir hayat kurdu da dönmedi mi?” diye düşünürüm; sonuçta 18 yaşında gencecik bir delikanlıymış savaşa gittiğinde… Ama bu kitabı okurken acıyla farkettim ki, yıllardır başka uluslara ait birçok esaret anısı okumuş olmama rağmen, kendi ulusumdan esir düşen askerlerimizi öyle derinlemesine merak etmemişim! Nerelere gönderilmişler, başlarına neler gelmiş, geri dönebilenlere ne olmuş, düşünmemişim. Resmi tarih kitapları da bu konuyu pek önemsememiş.
Cemalettin Taşkıran başarılı bir araştırmacı. Ciddi emek harcandığı belli olan bu akademik eserinde bence çok önemli bir şey yapıyor ve vatanımızı korumak uğruna binbir acıdan geçen ama unutulan bu askerlerimize minnet borcumuzu ödüyor.
Hindistan’a, Birmanya’ya, Mısır’a, Malta’ya, Kıbrıs’a, Romanya’ya, Rusya’ya, Selanik’e, Irak’a, hatta Man Adası’na sürülmüş askerlerimiz. Çoğu hasta, yaralı, savaşmaktan bitkin, bakımsız… Yoksul Osmanlı İmparatorluğu Almanların tüm maddi desteğine rağmen ikmalde eksik kaldığından, zaten cephelerde düşmanla birlikte imkansızlıklarla da savaşmışlar; aç kalmışlar, açıkta kalmışlar, üniformaları parçalanmış, hasta olmuşlar. Hangi cephede ihtiyaç çıkarsa apar topar oralara gönderildiklerinden kışlık kıyafetlerle Arabistan’a, yazlık kıyafetlerle Rus cephesine gitmişler. Bir de düşmana esir düşünce, bu durumda sürgüne yürümüşler.
En çok İngilizler esir almış askerlerimizi… İngilizler’in hakimiyet bölgesinde, yani Çanakkale’de, Arap Yarımadasında, Mısır’da, Irak’ta savaşırken esir düşen askerlerimiz, Ingilizlerin Hindistan ve Birmanya’da kurdukları kamplara gönderilmişler. Mesafenin uzunluğundan yolculukları çok eziyetli olmuş, ancak tüm esirler arasında nispeten en iyi durumda olanlar yine de İngilizlere esir düşenler. İyi beslenme, eğitim ve iletişim imkanlarına sahip olmuşlar.
İkinci sırada Rusya var. En büyük eziyeti Rusya’daki ve Romanya’daki esirlerimiz çekmiş. Kendi halkına bakacak gücü olmayan Ruslar, bizim askerlerimizi köle gibi kullanmışlar; imkansızlıklar ve hastalıktan dolayı çok sayıda askerimiz bu diyarlarda şehit olmuş.
Türk askerleri kaldıkları tüm kamplarda ağırbaşlılıkları, ciddiyetleri, mertlikleri ve gururlarına düşkünlükleri ile takdir toplamışlar. İngiliz kamplarında imkanları da olduğundan müzik grupları ve spor kulüpleri kurmuşlar, el sanatları, ayakkabıcılık, mobilyacılık yaparak para kazanmışlar, hatta gazete bile çıkarmışlar. Rusya’daki esirlerimiz ise çoğunlukla sadece hayatta kalabilmeye çabalamışlar.
Mısır’daki İngiliz kamplarında çok sayıda Türk esirin kör edildiği haberi o dönemde ülkemizde çok yankı bulmuş. Yazarımız, araştırmalarında sistematik olarak böyle bir işkence izine rastlamadıklarını söylüyor, ancak bu kamplardan yurda dönen çok sayıda kör Türk askeri olduğunu da vurguluyor. Bir taraftan çöldeki askerlerin yoğun olarak göz rahatsızlığı yaşadıkları doğru, belki sayının yüksekliği ona da bağlanabilir. Diğer taraftan, o dönemdeki iddialar doğru olabilir ve durum, evlerinden yeni sürülmüş olan Ermeni doktor ve sağlık görevlilerinin intikam hırsları ile açıklanabilir. Her durumda, gencecik yaşında sayısız ıstırabın içinden geçmiş askerlerimizin başına gelenler çok ama çok acı.
Beni en çok üzen konu ise, bu askerlerin yıllarca sahipsiz bırakılmaları, bir şekilde yurda döndüklerinde ise kendileri ile ilgilenilmemesi oldu. Esir düşmek savaşta beklenebilecek bir şey; ama insanın uğruna savaştığı devletinin arayıp sormaması, geri almaya çabalamaması, yalnız bırakması, geri döndüğünde de ilgilenmemesi ne kadar da acı verici… Çoğu evine döndüğünde malını mülkünü kaybetmiş, ailesini bulamamış, parasızlıktan sersefil olmuş, Kurtuluş mücadelesine katılmış ve bazıları tekrar esir düşmüşler.
Kızılay ve Kızılhaç imkansızlıklar içinde dahi esirlere yardım için sürekli çabalamış. Bu tarz kurumların tarihindeki böyle başarılı liderleri görünce insan, günümüze bakıp… Neyse, diyeceğim o ki savaşın o kızgın atmosferinde bile yardım faaliyetlerini organize etmiş, esirleri bulup onlara para göndermeye çabalamış Kızılay. Bir yardım kuruluşu olarak görevini başarıyla yapmış. Helal olsun o dönemki yöneticilerine…
Kitabı okurken şunu hissediyorsunuz; Batılı devletler esirlere insanca davranmış ve belki kendi ülkelerinde bulamadıkları imkanları sunmuş, Araplar genelde nefret ve şiddetle yaklaşmış, Ruslar ise ölene kadar çalıştırmış. Uğruna savaştıkları Osmanlı Devleti’nin yaklaşımı ise, maalesef Ruslara benzer.
Ölene kadar cepheye sürmüş askerciklerini; ölenlere şehit demiş, ölmeyip esir düşenlerin ise üzerini çizmiş. Ne acı…