Gönderi

279 syf.
9/10 puan verdi
Var olan rahatsızlığınızı artırma ihtimali olan bir kitap mı arıyorsunuz?
Merhaba 1000Kitap! İşte ilk incelememle karşındayım. Kusurlarımı görünür kılmaya geldim. * Kitap baştan sona 20-21. yy.da içinde yaşadığımız toplumda normalleştirdiklerimizi hedef alan bir eleştiri topu. Uzun süre elinizde tutarsanız patlıyor, kafanızın içinde büyük bir yankı uyandırıyor. :) İçten içe sizin de farkında olduğunuz durumların kitapta size el sallayacağına eminim. Çok da yabancılık çekmezsiniz, bazen ama. Çoğu zaman tek kaşınızı kaldırmanıza sebep olacak satırlar mevcut kendisinde -kaldırabiliyorsanız eğer. * Yazımı okumaya devam etmek istiyorsanız, sayfayı yukarı kaydırabilirsiniz. :) (Kitabı okumuş olanlar daha çok keyif alacaktır diye tahmin ediyorum. İncelemeden ziyade kitap sohbeti gibi oldu.) * Yazar tekdüzeliğin (ve maalesef yer yer totalitarizmin) tıkır tıkır işlediği okul kültürüne, adına okul dediğimiz sisteme karşı tepkili. Küçük insanların saatlerce istemedikleri insanlarla yan yana oturmak zorunda bırakıldıkları bir ortam okul. Sevdiklerine, rahat ettikleri oturma şekline ancak geceyle birlikte kavuşabiliyor öğrencilerimiz. Bir diğer bölümde de yazar mimari yapıları eleştirirken ister istemez birbirine son derece benzeyen, hatta kopyası olan okullarımız geliyor aklıma. Henüz bir ortaokul öğrencisiyken bile bundan şikayet ederdim ben; eski okulların yıllar içinde eklenen bloklarla birlikte ne kadar karmaşık ve özgün olduğundan bahsederdim. Yazar değişim ve çeşitlilik gösteren bir çevrenin üzerimizde önemli bir etkisi olduğu görüşünü savunuyor. Totalitarizmin bu durumun aksi olan bir tekdüzelikten de beslendiğini iddia ediyor. Ve şöyle bir bakınca, X müdürlüğü, Y başkanlığı gibi kurumlara tahsis edilen binaların, şimdiye dek korunabilmişlerse eğer, o şehirdeki eski yapılar olduğunu görmüyor muyuz? Ne dışı ne içi bizi mecbur bıraktıkları sistemli, dijital binalara benzer... Bu noktada, kitabı okurken çok defa olduğu gibi, yazara bir kez daha hak vermemek elde değil! * Neyse, çok uzatmadan kitaba dönecek olursak, anne baba olmakla ilgili bölümde de yazar okulların ebeveynlerden beklentisinin uysal bir çocuk olduğunu söylüyor. Okuldaki kurallara ve düzene uymayı beceremeyen çocukları kötü yetiştirilmiş diye etiketliyoruz. Tüm bu düşünceler yaptığım işe karşı kendimi suçlu hissetmeme sebep oldu fakat pandemiyle birlikte gördük ki okul, çocukların gelişimsel açıdan birçok ihtiyacını da karşılayan bir çevre sunuyor. Bu yüzden bir kez daha, kendimize her şey gibi eğitimin de değişeceğini, o değişimin anlamlı bir parçası olabilmek gerektiğini hatırlatalım ve kitaba geri dönelim. * Yazarımız devletin ve kurumların bu düzen ve değerler sistemine kolektif delilik benzetmesini uygun görmüş. Herkesin aynı şeyleri yemesi (bkz. AVM'lerin yemek katı?), benzer şeyler giyinmesi vb. alanlardaki benzeşmenin bir standartlaştırmanın ürünü olduğunu söylüyor, bunu faşizmin yeni örneği olarak yorumluyor. Totalitarizmin bu yaygın işgaline rağmen bu düzende delirebilenleri gerçekten güçlü ve eşsiz bulduğunu da belirtiyor zira bugün delilik, çılgınlık dediklerimiz, yazara göre yavan hayatlarımızın ufacık dışına çıkabilmiş basit eylemler. * Yazar standartlaştırılmış hayatlarımıza daha kolay adapte olabilmemiz için yaşlılığın ve ölümün bize unutturulduğundan bahsediyor. Çocuklara özel koca koca mağazalar varken yaşlılar için özel bir kreasyon bile yok... Kim bilir, belki de bugünün çocukları yapacaktır moda dünyasında böylesi bir devrimi ileride? Keza; mezarlıkların şehir dışına, tabiri caizse "konuşlandırılması"... Yazar ölümün farkında olmanın hayatı daha içten yaşamamızı sağlayacağını düşünüyor. Eğer Hatay Arkeolojik Müzesi'ne gitmişseniz, iskelet mozaiğini görmüşsünüzdür. M.S. 3. yüzyılda bir Roma villasının taban mozaiği, hane halkına ve misafirlere ölümü hatırlatırken üzerindeki "neşe" yazısı ironik gelebilir ilk bakışta; fakat Gündüz Vassaf'ın günümüzde okuduğumuz satırları, niçin yüzyıllardır aktarılan bir kolektif bilincin yansıması olmasın ki? * Ölümü unutmak çok kolay çağımızda, evet. Belki de ölmek çok kolay olduğu içindir. Dünyanın bir ucunda bir düğmeye basan bir parmak, bambaşka bir yerde onlarca parmağın ait olduğu bedenden kopmasına sebep olabiliyor. Yazara göre düğmelerin bize itaat etmekten başka bir şansının olmayışı, bize totaliter bir denetim gücü veriyor. Bu otomattan çikolata almak da olabilir, "undo" özelliğini kullanmak da... Yapılacak iş, görev her ne olursa olsun, görüntü düğmeye basmaktan ibaret. Yazar bu durumun bizi eylemin özünden de işleyişinden de uzaklaştırdığını belirterek, totalitarizmin bu cehaletten de güç aldığını savunuyor. * Yazar Kopernik Devrimi'nden bahsederken, dünyanın fiziken evrenin merkezinde olmadığının keşfedildiğine değiniyor fakat aradan geçen yüzlerce yıla rağmen bu gelişmeyi takip etmesi gereken psikolojik devrimin yapılamadığından bahsediyor. Hakikaten, sosyal medyada muhtemelen onlarca kez görmüş olduğunuz video editlerini düşünün: insanın gözbebeğinden başlayıp zoom out yaparak evrenin derinliklerine giden ve bir noktada durup tekrar zoom in yapıp evrenin uçsuz bucaksızlığından başlayıp insanda biten o video... Aslında bize evrenin içinde kapladığımız yerin ne kadar az olduğunu anlatmak isterken, evrenin hayal edebildiğimiz en içinden bile sonunda bize ulaşan o görüntü akışı... Yazarın Kopernik Devrimi yorumu aklıma direkt bu videoyu getirdi. Yazarın söylediği şekliyle ifade etmek gerekirse: "Olgusal olarak bildiğimiz gerçekliğin hayat bilincine sahip değiliz." * Başta dediğim gibi, kitap var olan rahatsızlığınızı artırabilecek potansiyele sahip. Bendeki etkisi öyle oldu en azından. Eleştiri dozu fazla gelebilir, yok artık dedirtebilir, ne ilginç dedirtebilir veya yer yer adamın ileri görüşlülüğüne şaşırtabilir zira kendisi seksenli yıllardan çerez politikalarının misyonunu bile görebiliyor bence! Ve... buraya kadar okudunuz mu gerçekten?! Çok teşekkür ederim!
Cehenneme Övgü
Cehenneme ÖvgüGündüz Vassaf · İletişim Yayınları · 202010k okunma
·
54 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.