Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

216 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
VERONİKA ÖLMEK İSTİYOR (spoiler içerir) Kitap; hayata ve yaşama dair binlerce soru sorduruyor okuyana. Neden yaşıyorum, bu hayattaki amacım ne, gerçekten yaşamın benliğinde var olan sorunları çekmeye değer bir yaşam mı sürüyorum? Kitap bittiği zaman sorulan bu soruların büyük bir çoğunluğuna cevap bulmamızın yanı sıra işin en ilginç kısmı; yaşama dair olan ve cevapladıkça okuyanı yaşamaya heveslendiren bu soruların, psikolojik sorunlar yaşayan insanlar ve ölmek isteyen bir genç kız üzerinden anlatılıyor olması. Karakterlerin bir bir hayatla bağının artmasıyla paralel olarak okuyucuda da bu istek perçinleniyor. Kitabın başlarında -Veronika'yı yeni yeni tanıyorken- "gerçekten neden yaşıyorum ki" sorusunu soruyor insan. Hatta ciddiyetle yanıtladığı bu soruya verdiği cevaplar iç huzursuzluğa bile sebebiyet veriyor. Veronika'nın ölmek için kendine ve bize sunduğu sebepler o kadar mantıklı geliyor ki, genç kıza hak vererek devam ediyoruz yolculuğa. Bu yolculukta karşımıza çıkan diğer karakterlerin geçmişlerini, Veronika'nın karakter gelişimini ve aslında dışarıdan öyle görünmese de bu hastaları iyileştirmek adına atılan adımları inceleme fırsatı buluyoruz. Genç kızın yaşadıkları ve diğer hastaların yavaş yavaş hayata dönmeleri; ilk etapta sorduğumuz ve bize mantıklı gelen yaşam sorularını geride bırakmamızı sağlıyor. Çünkü evet, mantıklılar, cevaplandığı zaman ölmek çok mantıklı; ama kitabın daha ilerisine gidip "Villette" e iyice alışınca bunların önemi kalmıyor. O genç kızla birlikte adımladığı serüvende okur, bu soruları sormak istemiyor. Zaten belli bir noktada Veronika da sormaktan sıkılıyor. Gördüğü farklı yaşamlarla birlikte kendisine sorduğu soruların, bulduğu ölüm sebeplerinin yetersiz olduğunu fark ediyor. Ancak kısa süre içinde öleceğini öğrendiğinden bir kabulleniş yaşamak zorunda kalıyor: Ölümü kabulleniş. Veronika'nın bu süreçte -ölene kadar geçireceğini düşündüğü kısa sürede- yapması gereken tek bir şey kalıyor: Hiçbir şey için aidiyet ve bağlılık duymamak. Bu ilk etapta oldukça kolay görünüyor. Çünkü delilerle dolu bir hastanede neye bağlanabilir ki? Veronika'nın düşünceleri ölme isteğinden sonra ikinci kere sekteye uğruyor. Tanıdığı insanlarla ister istemez bağ kuruyor. Ancak bu bağdan daha önemli şeyler var: Bu insanlara yakınlaşmaya başlaması hayatın anlamını çözmesine, aslında yaşanacak bir sürü duygu olduğuna inanmasını sağlıyor. Bunun olmaması için kimseyle yakınlaşmak istemeyen genç kız, maalesef bu düşüncesine de süreklilik kazandıramayan bir halde buluyor kendini. Bununla birlikte kitapta hiçbir zaman açıkça ölmekten vazgeçtiğine şahit olmuyoruz. Aksine bu düşünce ne zaman bünyesine yerleşse genç kız hemen bunu baskılıyor ve fazla vaktinin kalmadığını, kısıtlı vaktini ise kabullendiğini dile getiriyor. Kitapta incelemeye fırsat bulduğumuz tek konu elbette yaşam ve ölüm düşünceleri değil. Bunların da ötesinde pek çok konu gerek arka planda, gerekse karakterlerin eski yaşamlarında karşımıza çıkıyor. Örneğin şizofreni teşhisi konulmuş Eduard'ın geçmişine döndüğümüzde, ailesinin genç çocuk üzerindeki baskısını görüyoruz. Eduard karakteri sayesinde hayallerini gerçekleştirmek isteyen bir gencin, aslında gerçekleştiremediği hayalleri içinde sıkışması sonucu hasta bile sayılabileceğini görüyoruz. Aynı zamanda Eduard'ın bir siyasetçi olan babası üzerinden de sık sık, o dönemde yaşanan savaş dile getiriliyor, ülkenin karışıklığı gözler önüne seriliyor. Yine iyi bir avukat olan Mari karakteriyle birlikte de o dönemin siyasi konularına ufak bir noktada değinme sağlanıyor. Mari'nin yaşadığı panik atakları düşününce şuna varıyoruz; aslında Mari -sonradan Doktor İgor'un da anlattığı gibi- kitap içinde deli sayılan herkesin neden hasta, neden deli olduğunu açıklayan bir karakter konumunda. Yazımın bu kısmına kadar değindiğim üç karakterle bunu açıklamak istiyorum: Veronika; ailesini sıklıkla ziyaret eden, her gün aynı saatte yatıp aynı saatte kalkan, düzenli bir işte çalışan, ailesi istediği için hukuk okuyan bir karakter. Kendi yaşamına yön vermekten ziyade rüzgar onu nereye götürürse oraya gidiyor. Öyle ki cinsel birlikteliklerinde bile partnerine yettikten sonra ötesini istemiyor. Bir noktada o kişiye bu kadarı yettiği için, yani kendisini ilerleten rüzgar esmeyi bıraktığı için ilerleme gereksinimi hissetmiyor. Eduard, kendisi için hayatı çoktan planlanmış bir genç. Çok zengin bir babanın, bir politikacının oğlu. Eduard da okulunu başarıyla bitirdikten sonra bir politikacı olmak zorunda. Çünkü aldığı eğitimler, ailesinin sürdürdüğü saygın değerler bunu gerektiriyor. Okuduğu bir kitapla Eduard'ın düşünceleri değişiyor. O bir politikacı değil, bir sanatçı olmak istiyor. Resme ilgisini veriyor. Ailesinin ise bu konuda düşündükleri şey, resimlerinin iyi ya da kötü olması değil; Eduard'ın onun için kurdukları "olması gereken hayat"a uymuyor olması. Mari, işini severek yapıyor. Güzel bir yuvaya sahip. Saygınlık duyulacak bir mesleği var; avukatlık. Aslında her şey çok iyi giderken bir anda panik atakları başlıyor. Gitgide artan bu ataklarla Mari, hayatını değiştirmesi gerektiğinin farkına varıyor. Ancak "normal bir kimsenin" bunu yapmayacağını bilen iş arkadaşları onu bu fikirden caydırmak istiyorlar. En sonunda Mari fikrinden caymamakla birlikte kimsenin onaylamadığı bir hareket yaparak bir akıl hastanesinde tedavi görmeye başlıyor. Kitabın sayfalarca bizlere açıklamaya çalıştığı manifestoyu ise Doktor İgor karakteri kitap içerisinde bize söylüyor; toplumsal normlar, farklı insanların deli olduğunu düşündürür. Eski yaşamlarından söz ettiğim üç karakter de oldukça normal -hatta bazı insanların yaşamayı delicesine isteyebilecekleri- hayatlar yaşıyorlar. Toplum için uygun olan hayatlar, düzenli olarak işe, okula gitmek, toplumun saygınlık duyacağı bir mesleği icra etmek, iyi bir yuva kurmak... Ancak Villette tımarhanesinde yatan hastalar için bu hayatlar normal olan değil. Doktor İgor da kitap içinde tam olarak bundan söz ediyor: Herkesin normali bir değildir. Onların normali, toplumun genelinin normal gördükleri şeylerle benzer veya aynı olmadığı için "deli" sayılıyorlar. Villette hastalarının tımarhaneden gitmek istememesinin, tedavileri bitmiş olanların bile kalmaya devam etmesinin asıl sebebi de aslında bu. Dışarıdaki hayatın "normalleri" onların normaline uymuyor. Bu yüzden toplum tarafından yargılanıyorlar. Ancak Villette tımarhanesinde böyle bir durum yok. Çünkü oradaki herkesin normali toplumdan ve birbirlerinden farklı. Kısacası özgürler, bedenleri bir binaya mahkum olan bu insanların ruhları; yine kendilerine hapishane sayılabilecek bu binada özgürler. Uzun lafın kısası, kitaptan çıkartılması gereken en önemli ders şu olmalı diye düşünüyorum; toplumun dayattıklarına göre yaşamak zorunda değilsiniz. Kendi normallerine göre yaşayan insanları da bırakın, nasıl istiyorlarsa öyle yaşasınlar. Toplumlar, küçük birer Villette olsaydı özgür olan tek şey bedenlerimiz değil, aynı zamanda "normallerimiz" de olurdu. Sağlıcakla kalın
Veronika Ölmek İstiyor
Veronika Ölmek İstiyorPaulo Coelho · Can Yayınları · 202077,4bin okunma
·
80 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.