“Geri dönmek bir sanattır.”Bu kitapta Almanya, ikinci dünya savaşının gelişi ve gidişiyle sallanan bir beşik. Göl kenarında bir evin, toplumun taşları yerinden oynadıkça değişen sahiplerinin, bu beşikte birer fragman uzunluğundaki sallanışına bakıyoruz..İnsanlık, fırtınanın ortasında bir mum ışığı gibi titreşip durduğundan, anlatmaya yetmiyor nefesi. ‘Zaman’ efendi alıyor sazı eline. “Geri dönmek bir sanattır.” Sanatını icra ediyor.
Yazar, dokunmatik ekranda yakınlaştırılmış küçücük görüntülerle bakıştırıyor bizi. İsmi tarihe yazılmamış insanlarla göz göze getiriyor. Kitabı bitirdiğimizde ekranı malum el hareketiyle genişletip bakıyoruz, ve artık baktığımız, koca bir yüzyılın gözleri. Şöyle hayal ediyorum: Jenny’nin elinde bir fotoğraf makinesi. Karşısında duran bir eve, bir insana, bir ağaca sesleniyor: “Hey 20. yüzyıl, gülümse çekiyorum“. Erpenbeck olmasa kimsenin böylesini çekemeyeceği bir fotoğraf.
Edebiyatta ikinci ele düşmüş konuları bu kadar yaratıcı biçimde ele alan, görünürdeki meselenin görünmez taraflarına el uzatıp ayrıntıları bu kadar mükemmel kullanan çok az yazar var. Ve bu kitabın editörü Şebnem Sunar’ın, “Vatan ve aidiyet, göç ve sürgün, kültürel coğrafya ve siyasal iklim denince; Erpenbeck bence müstesna bir bakışa sahip.” cümlesindeki ‘bakış’ tan okura da birkaç parça koparıp vermesini seviyorum. Anlamlarıyla oynanmış, cümle içindeki konumları değiştirilmiş kelimeler, bakışımızı, zihnimizin sabitleştiği noktalardan uzaklaştırıp başka yerlere çeviriyor.
“Geçen eldiven / Kaybettim bir sonbaharımı / Üç gün bulmam gerekti / Onu arayana kadar.”
Kendi becerikli ellerimizle kendimize cehennem ettiğimiz bu dünyayla; bir anda başkasının oluveren evler, bahçeler, gümüş çatal bıçak takımlarıyla ne yapacağımızı bilemez halde ortada dönüp dururken, “insan kaçarken yanında bazı şeyler götürebiliyor, yükte hafif şeyler, mesela müzik.” deyip insanı daha küçük, daha latif şeylere bakmaya zorluyor..
Okuyun dilerim. İlk sayfalarda hikayenin değişken yapısına uyum sağlamak oldukça zor. Sabredin bencileyin.