Gönderi

ELLEŞMEYİ AKLAYALIM
İnsan olmak için doğduğumuz andan itibaren dokunulmaya muhtacız. Şöyle ki, daha annemizin karnında ilk var olmaya başlarken dahi bize temas eden bir dış dünya var sonrasında doğum gerçekleşirken de bu süreç devam ediyor doğum anı bir nevi dokunulma anı hatta bize temasın şekil değişikliği eşiği. Doğduktan sonra da dünyanın temasına muhatap oluyoruz. Peki bu iradesiz temaslar insan olabilmemiz için yeterli mi ? Tabii ki değil insanlık yürüyüşümüzde gayet bilinçli olarak dokunulmaya ellenmeye muhtacız özellikle ilk yıllarımızda annemiz tarafından ellenmeye. O kadar ki bir bebek için mamadan dahi önemli olduğunu gördük zamanla yapılan deneyler ve uygulanan bebek bakım yöntemlerinin sonuçlarında. Mesela maymun yavruları mama verenin değil kendisine yumuşak dokunuşlarla temas eden modelin yanında vakit geçirmeyi tercih ettiler. Başka bir etkinlikte farklı kumaş parçalarını ellettirip hakkında konuşulması istendiğinde kişiler hep belirli duygularla anlattılar hissiyatlarını. Yine bir ara psikoloji ekollerinden biri bebeklere fazla temas etmeden yetiştirilmesi gerektiğini salık verdiklerinde sonuçları maalesef ilerleyen süreçlerde o çocukların insani ilişkileri bir türlü olması gerektiği gibi ilerleyemediği görüldü. Bu durum fark edilince bu tutumdan vazgeçildi tabii. Yine bazı deneylerde elle dokunmanın beynin "kavrama"sı için tamamlayıcı olduğunu da gördük, mesela körlerin elleriyle dokunmasının gözle görenlere nazaran beynin objeyi daha iyi algılayıp kavradığı gibi. Daha çarpıcı olanı ise yaşamımız boyunca neyi hangi duygu ve düşünceyle ellersek beynimiz de o ellediğimiz şeye dönüşmeye başlıyor. Dolayısıyla elleyerek-ellenerek benliğimizi de oluşturmuş oluyoruz zamanla. Peki bu ellemeyi - ellenmeyi bu kadar özel ve gerekli kılan sadece bedeni değil ruhu ve beyni de etkileyen yönü nereden geliyor, nedir bu ellemek ? Öncelikle ellemek ve ellenmek kullanımlarının yapısı gereği yanlış olduğunu belirtmeliyiz. Çünkü ben bir şeyi aktif bir biçimde ellerken aynı zamanda o şey tarafından da pasif olarak elleniyorum hatta bu aktiflik pasiflik bile dışarıdan bakan için geçerli diyebiliriz yani ortada tek taraflı bir aktiflik yok ortak işteş bir fiil var. O halde elliyorsam elleniyorum demektir yani aslında elleşiyoruz! Tam burada cildimize de bir bakmamız lazım; cilde sürekli olarak hiç bir şey temas etmese de hissi algılaması aktif. Cildimizdeki en aktif ve farklılıkları algılamaya en müsait yer ise ellerimizdeki kısım. Bu durumu daha sarih bir şekilde ifade edeceksek dokunmanın çift-duyumluluk hali diyebiliriz buna ki bu yalnızca dokunmaya mahusus yani ben duyarken duyduğum şeyle duyan organım arasında bir fark var ve bu tek yönlü lakin dokunmada öyle değil dokunanla dokunulan bir yani burada özne-nesne diye kesin bir ayrıma gidilemiyor çünkü sürekli karşılıklı bir aktiflik var. Aslında bu yüzden elleşmek statik bir andan ziyade dinamik bir süreç, gerçekten muazzam bir deneyim değil mi. Peki bu çift-duyum özelliği özne-nesne aktifliği ve bu işteşlik günlük hayatta bize nasıl etki ediyor, ne işimize yarıyor ya da bir zararı var mı acaba bir de buna bakalım. Ellerken daha doğrusu karşılıklı elleşirken ben-öteki ayrımı ve sınırı ortadan kalkmaya başlıyor yani birini anlamaya çalışırken onunla aynı seviyeye gelmek isterken yahut cinsel olarak etkilenmek-etkilemek isterken hep ilk önce ellemeyle başlamalıyız. Eğer ben birinin ruhuna dokunmak istiyorsam önce fiziki olarak ellemekle başlamalıyım çünkü zaten ellerimiz dış dünya ile iç dünyamızın kapısı gibi görevliler. Elleşmek karşılıklı olarak onaylanmak da demek oluyor aslında; her anlamda "ben olmana izin veriyorum" deriz karşıya, ister cinsel uyarılma anında ister teselli edilmeye ihtiyaç duyuyorken yahut da yeni tanıştığımız biriyle artık daha yakınlaşmak istediğimizde. Ötekine kendimi herhangi bir şekilde açmak istediğimde kelimeler ilk başta bize pek yardımcı olamayabilir, çok daha zahmetli ve zor bir süreç konuşarak niyetini tam olarak aktarmak ama elin bir dokunmasıyla yahut da dokunmamasıyla, kendini geri çekmesiyle karşıya adeta aracısız bir şekilde tam olarak niyetimi aktarmış oluyorum. Tabi elle niyeti çok aktif ve yoğun şekilde aktarabiliyoruz daha kolay ama zamanlamaya ve dokunuşun şekline ve süresine de dikkat etmek gerek yoksa o elleme istenmeyen sonuçlara da neden olabilir. Başkasını ellerken sadece ötekine niyet aktarımı yapmış olmuyoruz daha önemli bir şey gerçekleşiyor; yaşadığımı fark ediyorum, evet ben varım, canlıyım, hem duyusal olarak hem duygusal olarak hissedebiliyorum. Eğer dış dünyayı ellemeyi bırakırsam varlığımdan şüpheye düşmeye başlarım, ne kadar kendimi elliyor olsam da -ki bu da çok gerekli- el işlevini eksik yapıyor olacak, ortada bir boşluk oluşacak ve bu iç dünyama da sirayet edecek. Dış dünyayı kavramamda ve anlam dünyamın oluşmasında elleşmek kadar direkt etkili bir durum yok bu yüzden hayatta da bir anlam boşluğu oluşacak, ruhum kısırlaşacak. Evet başlangıçta da söylemiştik insan olabilmek için sürekli olarak elleşmeye muhtacım. Elleşmekten hoşlanmadığını söyleyenler ve elleriyle elleşmeyenler bile tamamen kaç-a-mamakta bu durumdan çünkü gözlerimizle de dokunabiliyoruz. Deneyimlediğiniz anlar olmuştur, bazen sadece durup gözlerinizle uzun uzun dokunmak istemişsinizdir bir ağaca, köpeğe, sevdiğiniz birine, bazen de sevdiğiniz kişi tarafından gözleriyle dokunulmak. Daha bir çok dokunulmadan bahsedilebilir burada; havanın yani dünyanın dokunması, kıyafetlerin dokunması gibi ama şu an buraya girmeyeceğiz, konumuz doğrudan en temel dokunma olan elle dokunma olduğu için, yani kısaca elleşmekten kaçmak imkansız. Elleşme insan için bu kadar doğal ve elzem iken nasıl bu kadar kötü bir nama sahip olabilir "el değmesi" "elleme" "ele düşme" ve çok daha fazlası kullanımlara nasıl konu olmuş olabilir acaba ? Hatta el şifa kaynağı iken ellemenin nesi kötü algılanmış olabilir ? Demek ki elin, elleşmenin şifa olabilmesi, haz verebilmesi, ruhumu okşayabilmesi için belli şartların oluşması gerekmekte yani her el aynı etkiyi bırakmıyor hatta bazen tam tersine olumsuz bir güç unsuru oluveriyor bedende. Mesela hastayken sevmediğim bir insanın bana dokunması şifa veremez karşı tarafın niyeti bu olsa da ya da beğenmediğim yahut tanımadığım birinin beni ellemesi haz değil şiddete dönüşüverir ya da kendimle aynı statüde görmediğim birinin ellemesi hoş bir dokunma değil içimi sıkan bir duruma bürünmeme sebep olur yahut kirli ve çirkin bir el görmek bile beni oradan kaçırabilir. Bunlardan da şu sonuca varabiliriz; elleşme fenomeni ve el bizim ona bakışımıza ve şartlara göre bizde bir karşılık buluyor yani beyin ve elleşme arasında aktif bir bağ var. Elleşmek deyince sanki hep iki kişinin ya da bir kişi bir nesnenin olması gerekiyormuş gibi yanlış bir algı daha var. Yanlış çünkü ben sağ elimle sol elime dokunurken sol elimde sağ elime dokunuyor oluyor yani aslında elleşmiş oluyorlar bu elin ve de cildin doğal yapısından kaynaklı. Peki elimizle vücudumuzun diğer bölgelerine dokunursak yine elleşmiş olur muyuz ? Evet, her ne kadar beynimiz vücut bütünlüğüne sahip olsa da garip bir şekilde ben kendimi elleyebiliyorum ve beyin bunu elleşme olarak işleyebiliyor. Özellikle gündelik dokunmaların dışında el haz odaklı bir şekilde kullanıldığında bu durum daha net görülüyor. Vücudun kendi parçası olan el sanki dışarıdan birinin eliymiş gibi beyne ve vücuda etki edebiliyor ki özellikle kadın vücudu kendi eli neyi istediğini daha iyi bildiği için bir başkasının ellemesinden daha kolay, çabuk ve yoğun bir şekilde o hazza ulaşabiliyor. Tabi her zaman her toplumda elin kendine yönelmesini olumlu karşılanmamış, belki de erkek egemen kültürün baskınlığından kadının erkeklere olan ihtiyacın onların kadınlara olan ihtiyacından çok daha fazla olduğu için olabilir bu durum. Tabi yine de Kant'ın "Ruhu ve bedeni kendi kendine yönelmiş şehvetten daha fazla güçten düşüren bir şey yoktur." sözünün haklılığını araştırmalı çünkü nihayetinde az önceki söylediğimiz sadece bir yorumdu. Kant'ın bu sözünü doğrudan bedenle ilgilenenler araştırdıklarında bu sözünün doğruluğu - yanlışlığını görebilirler. Biz kendi kendine dokunmanın verdiği eksikliğe bir bakalım. Evet kendini elleyerek o süre zarfında bedeni bazı hazları yakalayabiliriz lakin beyin hala bir ötekinin olmadığını bildiği için asla başkasının verdiği diğer ruhi ve zihni hazzı alamayacaktır yani kendi kendine elleşme çok kısır bir elleşme, hala tatmin edilmesi gereken bazı şeyler eksik kalıyor. Mesela öteki'nin gözlerinin ben'e dokunmasının verdiği haz yoktur burada oysa bakılmak fiziki olarak haz veriyor hem de zihinsel hazla birlikte çünkü gözlerle okşanmak beyne beğenildiği, istenildiği, ilgilenildiği gibi mesajlar veriyor. Zaten gözlerden alınan haz sonrası doğal bir süreçle ellerle elleşme başlıyor, ellerden sonra vücudun teması ve hazzı başlıyor ki bu aşama da hazzın yoğunluğunu artırmış oluyor öncesinin bilinmesinden dolayı. Diğer taraftan herkesin vücudunun bir enerjisi var ve iki kişinin elleşmesi bu enerjilerin birleşmesi demek bir nevi. İşte bu karşılıklı elleşme sayesinde hem kendi varlığımın, canlılığımın ve etkimin farkında olmuş oluyorum, çünkü elimin başkasındaki etkisini doğrudan görebiliyorum, hem de ötekiyle aramdaki ilişkiyi hissedebiliyorum. Bunların hepsi ve burada zikredemediğim diğer durumlar bedene, zihne ve ruha gerekli olan hayati hissiyatlardır. Kısaca kendi kendine elleşmek çoğu kültürdeki gibi kerih bir durum olmasa da benliğimi tatminde tek boyutlu bir durumu var. Sanırım elleşmenin doğal bir süreç ve gereklilik olduğunu ve elleme ve ellenme kelimelerinin yanlış doğrusunun elin ve cildin yapısı gereği doğru kullanımın elleşme olduğunu genel hatlarıyla görmüş olduk. Elleşmenin sürekli bir gereksinim olduğunu tekrar hatırlatarak kaçmamamız gerektiğini bilmeliyiz lakin ötekinin de rızasını ilk baştan itibaren ve süreç devam ederken de hep gözetmek zorunda olduğumuzu da unutmadan. Evet elleşme öteki-ben arasında bir kimliksizleşme, sınırın ortadan kalktığı bir bütünleşme durumu ama yine de hala iki taraf olduğunu unutmamalı. Çünkü taraflardan biri şu an elleşmeyi onaylıyor olabilir ama ilerleyen dakikalarda o "elleşmenin dinamik an"ının içinden çıkmak isteyebilir ki bu çok doğal bir durum yahut bugün onaylamış olması diğer zamanlarda da aynı onayı devam ettirmek istediği anlamına gelmemektedir. Eğer elleşmenin onayına süreç boyu dikkat edilmezse işte burada karşılıklı aktif bir elleşme ve benlerin birleşmesi değil, aktif taciz eden ve pasif taciz edilen iki taraf oluşmuş demektir. Belki de bu durum o kadar fazla yaşanarak bugüne geldik ki elin ve elleşmenin toplumdaki karşılığı duyulunca verdiği hissiyat bu kadar tedirgin edici ve hatta mide bulandırıcı bir durum haline geldi. Burada elin yönelmek istediği şeye yönelmesinin zihinden önce geldiği ve gayet doğal bir süreçle çok hızlı olduğunu hatırlayabilirsiniz belki ama bu durum her zaman geçerli değil. Sadece her gün yaptığımız, artık ünsiyet kesbedilip olumlu olumsuz bir hissiyat vermeyen durumlarda ve bir vazonun düştüğünü fark ettiğimiz refleksle tepki verdiğimiz anlarda geçerli, elin beyinsel süreçlerden önce yani bilinçten önce hareket etmesi ve yönelmesi. Yani hoşuma giden, elleme isteği uyandıran bir kumaş yahut bir insan gördüğümde bilincim gayet açık ve aktif çünkü farklı bir hissiyat uyandırıyor. Elime sahip çıkamadım kendiliğinden birden bire yöneldi demek temelsiz bir söylemden öteye gitmiyor hele ki insanın müritliğini de düşünürsek. Ellediğimiz-ellendiğimiz yani elleştiğimiz her an her şey ve kişi bizim bedenimizde ruhumuzda ve zihnimizde bir etki ve iz bırakıyor ve aynı zamanda elin hafızasına da kazınıyor tüm bunlar. Bu yüzden kişinin rast gele her şeyle ve herkesle elleşmemesi gerektiğinin bilincinde olarak yaşaması gerekiyor, Ben'e dönüp baktığımda sadece görmek istediklerimi görebilmek için.
·
156 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.