Gönderi

352 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
Yeterince Anlıyor Muyuz?
2022 İstanbul Kitap Fuarında çalıştığım zamanlar hediye edilen bu kitabı, öyle bir şekilde elime geçmeseydi, ne satın almayı düşünürdüm ne de acaba içinde ne var diye merak ederdim. Çünkü başlık iddialı olmakla beraber, yazarının bu durum hakkında olumlu yada olumsuz yöne fazla meyil edeceğine dair düşünceler oluşurdu. Yazarının mahlas kullanması da daha fazla göze çarpacağından yüksek ihtimal pas geçerdim. Neyse ki böyle bir durum yaşanmadı ve okuma fırsatım oldu. Aslında kitabın ismi bile üzerine düşünmek için oldukça iyi bir alan açan nitelikte. Gerçekten Mustafa Kemal Atatürk'ü anlıyor muyuz ? Daha da önemlisi doğru anlıyor muyuz? Yoksa belli kalıplar üzerinden oluşturulan bir imaja karşı mı sempati veya antipati besleniyor ? Böyle sorular çoğaltarak arttırılabilir tabi ki. Aslında büyük oranda anlaşıldığını düşünmüyorum. Bu eserin okunması da bunu değiştirmez kanaatindeyim. Bunun sebebini de şöyle açıklayabilirim; anlamak için önce bilmek gerekir. Daha bilmek kısmında çuvallandığı için anlama kısmına geçilemiyor bile. Bilmediğin bir şeyi anlayamazsın, içinde bulunduğumuz toplum Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili bilgilerinin çoğunu oradan buradan kulaktan öğrenmiş veya okullarda nerede doğdu, nerelerde savaştı, nerede öldü gibi çok basit kalıplar içinde bilgi kırıntısı verdikleri için aslında yeterince bilmiyoruz bile. Bir tarihçi olarak benim bile bu alanla ilgili okuduğum yeni eserlerde yeni bilgiler öğrenmeye devam ettiğim süreçte, tamam ben anladım demek için bile ciddi sayıda okumalar yapmak gerektiğini düşünmekle beraber, bir yandan onun bile yetersiz kalabileceği kanaatindeyim. Atatürk'ü anlamaya başlayabilmek için, öncelikle dönemin koşullarına bakılması gerektiği ve onunda yolunun 19. yüzyıl koşullarının iyice bir anlaşılması gerektiğinde yattığı ortadadır. 1789 Fransız İhtilali ile beraber Avrupa'da başlayan hareketlenme ve Devlet-i Aliyye'nin Balkan topraklarında yaşayanlarında bu hareketlenmeden etkilendikleri açıktır. Bu coğrafyanında büyük şehirlerinden biri olan Selanik ise en hareketli olan yerlerin başında gelmektedir. Burada doğup büyümüş kişiler, şehrin vermiş olduğu kozmopolit etkileri sonuna kadar hissederler. Balkanlar, Devlet-i Aliyye'nin en fazla belki de tek yatırım yaptığı bölgedir. Bu duruma rağmen oradaki toplumlar, ben Sırp'ım, ben Yunan'ım, ben Bulgar'ım, ben Arnavut'um gibi söylemlerde bulunduğunda, İstanbul'un buna bir çözümü yoktu. Üretmeye çalıştığı çözümlerde gülünçlükten öteye gitmiyordu. Okullarda şu Osmanlıcılık, Adem-i merkeziyetçilik, İslamcılık akımlarını duymuşsunuzdur. Osmanlıcılık hiç karşılığı olmadığını çok kısa sürede ispatlamış bir düşüncedir. Neymiş efendim, devletin içinde bulunan herkes Osmanlı tebaası sayıldığından eşitmiş, bu düşüncenin toplumda karşılığının olmadığını anlamak için saraydan dışarı çıkmamak lazım. Balkan Savaşlarından sonra tamamen iflas eden bu düşünceden İslamcılık denenmeye çalışılmış, o bile sözde yönettikleri toplumdan ne kadar habersiz olduklarının kanıtı niteliğindedir. Tabi bunu da iyice anlamaları için 1. Dünya Savaşı'nda Şerif Hüseyin'in yaptıkları durumu ortaya koymaktadır. Özellikle bu islamcılık üzerine durmak istiyorum. Kavmi necip adı altında yüceltilmekten geri durmayan, her yerde ayrıcalıklar tanınan bu arapların sadece 1. Dünya Savaşı sürecinde yaptıkları bile yeterli doneler vermektedir. Mustafa Kemal Atatürk'ün okulu bitirmesinden sonra ilk görev yeri, hatta sürgün yeri demek daha doğru olacaktır, bu coğrafyalardır. Şam civarında görevdeyken, askeri eğitim sırasında Türk çavuşun Türkçe verdiği talimatları tam anlamıyla anlamadıkları için hatalar yapan arap askerlerine çavuş tepki gösterince, üstlerinden bir yüzbaşının çavuşu rencide edip, sen kimsin ki kavmi necipe bağırıp çağırırsın, sen onun ayağını bile yıkamaya layık değilsin demesi bile olayın hangi boyutta olduğunu göstermektedir. 1. Dünya savaşı sırasında bazı komutanların burada isyan hazırlığı var tedbir almak gerekir dedikleri ve kendilerince tedbir aldıkları durumlarda bile, bunun saçma olduğu görüşünde oldukları ve tedbirleri kaldırdıkları ortadadır. 1917 yılında Rusya'da Bolşeviklerin ihtilali sonrası ortaya yaydıkları gizli anlaşmalarla da Şerif Hüseyin'in yapmış olduğu görüşmeler iyice ifşa olmuştur. İslamcılıkta, biz halifeyiz, tüm müslümanlara bize biat eder düşüncesi gerçekçilikten aşırı uzak olduğunu da böyle vakalarla kendini göstermiştir. Gelelim Mustafa Kemal Atatürk'ün gençliğinden beri belirtileri olan Türkçülük ve cumhuriyet fikirlerine. Atatürk, II. Abdülhamid'in istibdat döneminde doğmuş ve büyümüştür. Bu dönemin şartlarının ülkeyi uçuruma sürüklediğini görmüş ve çözüm ne olabilir diye düşünmeler gerçekleştirmiştir. Tabi bu düşüncede olan tek kişi Atatürk değil, o dönemdeki birçok kişinin aklından bu tarz düşünceler geçse de, bakış açılarında farklılıklar olduğu açıktır. Liseli yıllarından itibaren teşkilatlanma gerektiğini düşünen bu büyük dehâ, kendi arkadaş grubuyla bazı çalışmalar yapmış olsa da bunlar ufak tefek hareketlenmeler olmakla beraber, o dönemin yaygın olan jurnalleri tarafından da fark edilmiş ve küçük yaşta mimlenmeye başlamıştır. Bu mimlenme son olmayacaktır. Aklında hep kendi coğrafyasında başlayacak bir hareketle istibdata son vermek ve hürriyeti getirme arzuları olsa da bu arzular sadece bununla kalmayacak ve kendini hep daha yüksek konumlarda hayal edecekti. Şam'a gittiği dönemde orada gizli teşkilat kurmuş olsa da, orada işe yaramayacağını anladığında bir şekilde Balkanlara geçip, oradaki durumu görmek istemiştir. İttihat ve Terakki'nin daha büyük teşkilatlanmış olduğunu görünce ona katılmış ve katıldığı toplantılarda kendi düşüncelerini yüksek sesle dile getirince kaçınılmaz olarak düşmanlarda edinmiştir. İttihat ve Terakki, istibdat dönemini sonlandırmayı arzuluyorlar ama sonrasına dair bir plan yok, Atatürk'ün de sonrasına dair soruları hep geçiştirilmiştir. Kitabında başlığında görüleceği gibi Yarının Adamı bu tarz belirsizliklerden rahatsız olmuştur. Lider kişiliğini girdiği ortamlarda belli etmiş ve sorumluluk almaktan çekinmediğini de fırsat önüne çıktığında göstermiştir. 2. Meşrutiyet'in yaşanmasıyla beraber, İttihat ve Terakki, Mustafa Kemal Atatürk'ün merkezden uzaklaşması gereken bir tehdit olarak görüp Trablusgarp'a göndermiştir. Bu aslında başka bir sürgündür. Bölgede yaşayanlar meşrutiyet karşıtı olup, İstanbul'dan gelen yetkilileri bir şekilde bertaraf edenlerin hüküm sürdüğü durumdadır. Oraya gönderilirken beklenen durum şudur, gemiye bindirilip geriye gönderilir ve başarısızlık sonucu düşüş yaşar veya daha kötü senaryo orada karışıklıklar çıkar ve tamamen ortadan kalkar. Atatürk orada da nasıl başa çıkacağının yollarını bulur ve sorunu çözüp gelir. Bu sürgünler bir yerde de onun için güzel tecrübeler yaşatmaktadır. toplumun yapısını daha yakından tanıma fırsatı yakalar. Kendini her bulduğu fırsatta geliştirip, fırsat çıktığında önderlik etmeye hazır olma vizyonuna bağlı kalır. 1. Dünya Savaşı'nda ilk görev yeri olan Çanakkale Cephesi bunu ispatlamasının yolunu açmıştır. Atatürk, herkese, her şeye rağmen mücadele ederek başarılar kazanmıştır. Ortaya attığı doğru tespitler ciddiye alınmamış, yazdığı raporlar görmezden gelinmiş ve hep haklı çıkmıştır. Enver kendisini hep rakip olarak gördüğünden önünü kesmeye çalışmış ve kendi güttüğü yolun sonuçları da malumdur. Başarılı bir komutanın etkilerini savaş sırasında cephelerde görmek mümkündür. Çanakkale cephesi, İtilaf devletlerinin askeri sayı olarak çoğunlukta olmasına rağmen, başarı elde edemediği bir cephe olmuştur. Kanal cephesi ise tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştır. 1. Dünya Savaşı'nda İstanbul'daki yöneticilerin yaptığı en büyük hatalardan biri, cephenin kontrolünü genelde Alman komutanlara bırakmış olmasıdır. Almanlar doğal olarak kendi menfaatleri için savaşın uzamasını ve savaşın sonuçlarından kendilerinin maksimum fayda sağlamanın yollarını aramaktaydılar. Bunun örneklerinden biri de Suriye- Filistin cephesindeki gelişmelerdir. Mustafa Kemal Atatürk'ün, mevcut şartları göz önünde bulundurup Şam'a kadar geri çekilip orada hazırlık yapması anlamsız görünmüş ve birlikler küçük gruplara ayrılıp İtilaf devletleriyle savaşmak zorunda bırakılmıştır. Oradaki Alman komutan Falkenhayn elindeki altınlarla kendisi için başka politikalar gütmüştür. Neticeleri ortadadır. Kafkas cephesinde Enver'in aşırı cahilce yaptığı olaya girmek bile istemiyorum. Şerif Hüseyin'in başlattığı arap isyanlarının savaş sırasında organize edenlerden biri de Arap Lawrance diye bilnen İngiliz ajanıdır. Onun yaptıklarının ufak bir kısmı eserin son kısımlarında mevcut. Daha fazla araştırılıp neler yaptığının öğrenilmesi gereken de bir kişiliktir. Anlatacak, yazacak konu çok uzayıp gider. Eserin genel çerçevesini çizmek gerekirse Mustafa Kemal Atatürk'ün Harp Akademisi yıllarından 1. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar olan süreç konu konu anlatılmıştır. Eser akıcı olmakla beraber, girişte de yazarın belirttiği gibi kronolojik olarak işlemez, Biyografi olarak okunması çok boşluklar bırakabileceği gibi, okunması gereken bir eserdir. İçinde yazan çoğu bilgiye vakıf olmama rağmen yeni bilgiler de öğrendiğim oldu. Son olarak Atatürk'ün karakteristik yapısıyla ilgili birkaç konuya değinip incelemeyi sonlandırmayı düşünüyorum. Atatürk, okumayı, öğrenmeyi seven, döneminin toplum yapısını iyi gözlemleyebilmiş, tespit ettiği sorunlara çözümler arayan, bulduğu çözüm işe yaramıyorsa anında bırakıp başka çözümlere yönelen, bilim insanı titizliğiyle hayata bakan bir önderdi. Döneminin uluslar arası dili olan Fransızca'yı iyi bir şekilde öğrenip, Fransızca eserler okumuş, kendini geliştirmesi sürerken belli bir yerden sonra da toplumundan elinde tutup geliştirmeye çalışmıştır. Kendi döneminde sorun olarak görülen alfabenin ihtiyacı karşılayamamasına da çözüm üretmiştir, sorun olarak ortadan görünmeyen kadınlara haklar da tanımıştır. Şurası unutulmamalıdır ki, bizim ülkemizde kadınlar, İngiltere de olduğu gibi kendi haklarını savunup elde etmemiştir. Diğer önemli nokta ise Atatürk'ün ürettiği çözümler 1920'lerin 1930'ların problemlerine çözüm olabilecek çözümlerdir. Gerçi ülkemiz sosyolojik olarak ileriye gitmek yerine yerinde sayma hatta bir yerden sonra da geriye doğru gittiği için bazı yerlerde bu çözümler ilerici bile kalabiliyor. Cumhuriyet'in kurucusu, ülkenin kurtarıcısına dair yurt dışında yapılan çalışmalar daha güvenilir kabul görürken, bizim daha kendi içimizde makbul mü değil mi tarzı gereksiz tartışmalar içinde bulunmamız bana ancak zırva gelmektedir. Sloganlarla anladığımızı sanmak yerine, gerçekten okuyup anlamamız gereken bir dehadır Mustafa Kemal Atatürk.
Yarının Adamı Mustafa Kemal'i Anlamak
Yarının Adamı Mustafa Kemal'i AnlamakCon Sinov · Masa Kitap · 2022913 okunma
··
476 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.