Nazım Hikmet, kadına erkek egemen gözle bakıp, cinsel meta olarak değerlendirmedi. Aşkları ve ayrılıkları çok oldu.
Aşka ve ayrılığa insani bir gözle, özgürlük temelinde yaklaştı.
Kadınları ne sömürdü, ne sömrülmesine müsade eden bir yaklaşim içinde bulundu.
Nazım, kadını toplusal, siyasal, sosyal yaşamdan soyutlamadan; eşitlikçi, özgürlükçü, katılımcı bir adalet anlayışıyla yaşadı ve eserlerinde işledi.
Cinsiyetçi bakış açısının karşısında durdu.
Nazım’ın kadına bakış açısının ana noktası; toplumsal yaşantıya katılımı eşitlikçi, mücadele eden, üreten ve ürettigi değerlere yönelik olarak söz- yetki kullanabilen ve sınıfsal çeliskilerin bilincinde olan kadındır...
Nazım eserlerinde, kadının sınıfsal, sosyal ve erkek eğemen toplumun değerleri tarafından sömrülüşünü, örneklerle ortaya koydu. Kadınların uğradıkları her türlü haksızlık ve şiddette ayna tuttu. Ve mercek altına alınmasını sağladı. Kadına yönelen, sınıfsal, toplumsal ve aile içi şiddeti ve haksızlıkları gözardı etmeden teşhir etti. Kadının çifte sömürü yaşadığını gördü, unutmadı ve unuturmadı. Sözü fazla uzatmadan, Nazım’ın şiirlerinden örnekler vererek konuda ilerlemeye çalısayim:
‘’…Hoş geldin, kadınım benim, hoş geldin.
Yorulmuşdursun,
nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını,
ne gül suyum, ne de gümüş leğenim var.
Susamışsındır,
buzlu şerbetim yok ki, ikram edeyim.
Acıkmışsındır,
sana beyaz keten örtülü sofralar kuramam
memleket gibi esir ve yoksuldur odam…’’
Nazım Hikmet, Andolu’da ataerkil- feodal yaşantısının kadına dayattığı erkeğe kul-köle simgesindeki ‘ayak yıkatma’ dayatmasını, kadına duyduğu engin sevgiyle burada tersine çeviriyor. Ve içinden gelen büyük , insancıl sevgiyle, eşine ‘nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını’ diyebilecek kadar bilgelik gösteriyor yaşam karşisında.
‘’…Korkunç ve mübarek elleri
ince küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz,
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp, uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki,
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
lşiltısında yere saplı bıçakların
Oynak ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar bizim kadınlarımız’…’’
Döneminin kadın yaşantılarını tanımlarken, aslında bir yönüyle bugünden de çok uzak düşmüyor “sanki hiç yaşamamış gibi ölen” dizesi, kadın açısından tüm zamanları tanımlıyor gibi… Ayrımcılılk, ikinci sınıf vatandaş görme, toplumsal yaşamda iki kat fazla ezilme ve haksızlık, kadının yaratıcılığının ve sömürüsünün önündeki engeller olmaya davam etmiyor mu ?
‘’…Analardır adam eden adamı
aydınlıklar önümüzde gider
Sizi de bir ana doğurmadı mı ?
Analara kıymayın efendiler…’’