Gönderi

Üç bin yıllık bekleyiş: Three Thousand years of Longing (Öneri Film)
“Üç dilek hakkınız olsaydı, ne dilerdiniz?” Doğuda adeta klişeleşmiş olan bu soruya özellikle çocukluğumuzda pek çok kez cevap verdik. Bir çoğunun temelinde ihtiraslarımızın yattığı bu cevaplar, çocukluğumuzdan yaşlılığımıza doğru giderek fevriliğini ve dolayısıyla masumiyetini kaybetti. Giderek daha bütün ve daha büyük menfaatlerimizin eseri oldu cevaplarımız. Aramızda kendini geliştirmiş kimseler vardı ve onlar, kendilerinden ziyade insanların menfaatlerini göz önümde bulundurular. Hatta bazı gelişmişler daha da ileri gidip evrenin, varlığın, dahası tanrının bile menfaatini gözettiler. Ancak hiçbir zaman nihai noktadaki dileğe ulaşamadık ve burayı öngöremedik. Bütün dileklerimiz bir şekilde hem ihtiraslarımıza kurban gitti hem de bir yönüyle eksik kaldı. İşte bu film, bu nihayi noktayı işliyor bana göre. Ve verdiği cevap da onca çabaya tezat oluştucak şekilde olabildiğine basit. Şöyle diyor adeta: “Bu dilek hakkına hiç sahip olmamayı diliyorum”. Bu, bütün sorumluluktan kaçmayı dileyen bir cümle gibi gözükebilir ama değil, gerçekte şu fikri rumuzluyor: “keşke hiç düşünmeyi öğrenmeseydik ve dolayısıyla keşke hiç bilinçlenmeseydik”. Yani bu düşünce, hakikatte bilmenin verdiği o azaptan bahsediyor bize. Hiç insan olmamak, hiç yaşamamak yani bu evrende bir taş bile olmamak. İşte bu insanın insan oluşu tarihinde vardığı son noktadır... “Ancak ilahi bilgi vesilesiyle (akl-ı mükteseb) tam olarak burada şu hakikate ulaşırız: ilk dilek hakkı, ilk varlığa verildi. O ilk varlık ise insan vesilesiyle kendisini tanıdığı salt akıl. İşte o salt aklın dileği, bütün cemadatın varlık sebebi. O dilek ise insan, yani aşk, sevmek, sevilmek arzusu...” Ve filmde bu “ben gizli bir hazineydim, sevilmek istedim” tezine şöyle de bir antitez var: “Sevgi bir hediyedir, kişiye karşılıksız verilen bir hediye. Birinin isteyebileceği bir şey değil. İkimizi de yanılttım. Sevilmeyi dilediğim an, sevgini verme gücünü elinden aldım. Bunu herkesten daha iyi biliyor olmam gerekirdi.” ... Batının ve doğunun en yetkin sentezlerinden biri olan bu yapıt, izleyiciler tarafından yeterince anlaşılmamış bana göre. Alelade fantastik bir film olarak değerlendirilmiş zira. Oysa dünyadaki bütün maddi isteklere hükümdar olmuş iki Süleyman’a ve nihayet yalnız dilek dilenmesini dileyen cinin tek ve yegane dileğinin ‘özgür olmak’ olması’na ev sahipliği yapan bir film, öylesine bir kurgu olamaz. Bana göre film, bütün bir varoluş sancımızı misafir ediyor. Bu yönüyle de bu bir postmodern masal olmaktan ziyade klasikleşecek bir başyapıt olmalı. Filmi izleyecek arkadaşların bu anlayışla esere nazar etmelerini ve mümkünse daha da fazla nüfuz ederek beni de tenkit etmelerini diliyorum.
·
129 views
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.