Gönderi

112 syf.
·
Not rated
Putların Alacakaranlığı, Friedrich Nietzsche’nin (1844-1900) hayatının son iki yılında yazdığı altı eserden biridir. Nietzsche, bir diğer kitabı ‘İyinin ve Kötünün Ötesinde’ de şöyle der: “Filozoflar özellikle anlaşılmamak için uzun uzun konuşur ve lafı dolandırırlar. Filozofların en büyük korkusu anlaşılmamak değil, anlaşılmaktır.” Tam da bu sebeple, eserlerinde esriklik anında söylenmiş gibi duran ve okurunu zorlayan cümleler çarpar gözümüze. Belki yarattığı bu zorluktan belki de fikirlerimiz birbirine değmediği için, Nietzsche hiçbir zaman içselleştiremediğim bir düşünür (kendi deyimiyle ruhbilimci) olmuştur benim için. Fakat yine de -her yöne çekilebilen- bu fikirlere, Nietzsche okumanın gerektirdiği tavırla yaklaşırsam, kendisini anlamaya bir adım daha atmış olabileceğim kanısındayım. Putların Alacakaranlığı, Nietzsche’nin ilgilendiği alanların ve temel felsefesini oluşturan fikirlerin harmanlanmış hali gibiydi benim için. Kitabın ilk kısmı ‘Özdeyişler ve Oklar’ yazarın üstte belirttiğim gibi -her yöne çekilebilen- aforizmaları ile başlıyor. Bu anlaşılmazlık hali okuru harekete geçirmek için iyi bir adım olabilirdi, örneğin Sebki Hindi şairlerinin yaptığı gibi. Fakat sonucu olmayan, birbiriyle çelişkili ifadeler bir delilik hali izlenimi yarattı bende. Bu yüzden, sindirebilmek için Nietzsche’nin üslubuna aşina olmak gerekiyor. Kitabın geri kalanı çeşitli başlıklar altında, hakikat, estetik, ahlak ve varlık dogmalarıyla devam eder. İlgimi çeken kısımlardan ilki ve kitabın ikinci başlığı olan ‘Sokratesin Sorunu’ idi. Peki Nietzsche’nin
Sokrates
Sokrates
ile olan sorunu neydi? Nietzsche bu kısımda Sokrates’in değişmez değerlerinden olan -nihai amaç olarak mutluluk, araç olarak ise akıl- anlayışı sebebiyle sertçe eleştirir. Burada Nietzsche akılcılığa ve rasyonel düşünmeye karşı bir tutum sergiler. Ona göre, “Putlar diyaponla dokunur gibi, çekiçle dokunulmalı” ve tüm değer yargıları yeniden değerlendirilmelidir. Bana göre Nietzsche, Sokrates’i öldürmekten beter hale getirir. Onun diyalektiğinin, karşısındakini sinirlendirip, haksız duruma düşürmekten fazlası olmadığını söyler. Bu kısımda ve kitabın ilerleyen bölümlerinde de devam eden küstahça bir edayla diğer bir çok yazar, düşünür ve sanatçıyı (Immanuel Kant, Platon, Annaeus Seneca, Arthur Schopenhauer, Hegel, Friedrich Schiller, Rousseau) çöküş tipleri olarak yorumlayıp sertçe eleştiriyor. Eleştirmekle kalmayıp, üzerine bir de yakışıksız sıfatlar atfediyor. Örneğin
Friedrich Schiller
Friedrich Schiller
için Sackingen’in ahlak trompetçisi,
Immanuel Kant
Immanuel Kant
için bostan korkuluğu,
Victor Hugo
Victor Hugo
için saçmalık denizindeki Pharus gibi... Fakat burada adı geçen bir çok put(!) hakkında ya çok az içgörü sunuyor yada hiç bahsetmiyor. Şahsen bunun gibi burun kıvırmaların ve fikirlere bakılmaksızın kişilere değinimlerin, kitabın okuruna hiçbir şey katmayacağını düşünüyorum. Kalıplaşmış ideaları bir çekiçle sertçe parçalamayı öneren biri olarak, efendi-köle insan ayrımında, kişinin nasıl ve hangi şartlar içinde efendi (üst insan) seviyesine erişebileceğini anlatıyor. Peki şimdi kişi bunu yaparak -çekiçle kırılası bir put- haline gelmemiş mi oluyor?“Bu küçük yazı bir büyük savaş ilanıdır; putları yokla­maya gelince, burada bir diyapozonla dokunur gibi çekiçle dokunulacak olanlar; bu defa çağın putları değil ezeli putlardır.” Kitabın bir diğer başlığı olan ‘Felsefede Akıl’ yine benzer bir tema ile başlıyor “Soruyorlar bana, nedir filozoflardaki bütün bu alerji diye?... Sözgelimi tarih duygusu eksiklikleri, oluşun düşünülmesine bile duydukları nefret, Mısırcılıkları.” Bu kısımda Nietzsche, büyük düşünürleri hakikat dünyasının neden gerçek olmadığına dair sebepler üreten -küstahlar- olarak nitelendiriyor ve usun, sezileri taklit ettiğini, aklın kavradığı gerçek dünyanın boş bir kurgu olduğunu savunuyor. Ona göre rasyonel mantık ile gerçekliğin kavranması mümkün değildir. “Var olan oluşmaz, oluşan var değildir.” Nietzsche’ye göre aksini savunan filozoflar dekadandır. Şeyleri numen ve fenomen (tabii ki o farklı kelimelerle ifade ediyor) olarak bölerler. Bu da onların reddetmenin aldatıcı yolunda kaybolmalarına sebep olur. Burada Nietzsche’ye katıldığım nokta, dili bu yanılgının sebeplerinden biri olarak görmesidir. (Çünkü bence yaşantıda, dil düşünceyi sınırlar). Nietzsche de bu durumu kitabında
Demokritos
Demokritos
’tan bir alıntı ile özetler; “Korkarım ki kurtulamayacaklar tanrıdan, hala gramere inandığımız için.” Bana göre Nietzsche bahsettiği düşünürlerin aklı ve rasyonelliklerini psikolojik çöküşün tedavisi olarak öne attıklarını düşünüyordu. Ama tıpkı ahlakının karşıtı olduğu ve tanrıyı öldürme sebeplerinden biri olan Hristiyanlıktaki gibi, aklı içgüdülere karşıt bir şey olarak yorumladı. Oysa, tam tersine karşıtı değil, düzenin kendisi olmalıydı. Friedrich Nietzsche, postmodern tabirle imgesel ile simgesel arasındaki ikililiği reddediyor. Çünkü, simge olan yalnız imge ile ilişkilendirildiğinde anlamlı olabilir, ve dolayısıyla imge kenara atılırsa simge var olabilir. (Bu kısım
Arthur Schopenhauer
Arthur Schopenhauer
’in madalyonun iki yüzü benzetmesine çağrışım yaptı bende). Şahsen bu düşüncesine istinaden Nietzsche’yi nihilist olarak nitelendirmem. Bana göre onun zihnindeki nihilizm, kişinin kavrayamadığı bir hakikat ile karşılaştığında, algılanan-bilinen dünyanın değerini olumsuzlamaktır. Kitabın son bölümünde Nietzsche çekice söz hakkı tanır ve okuruna yazgını seç: Elmas mı olacaksın yoksa kömür mü? diye sorar. Elmas serttir, yaratır. Aynı kökten gelmesine rağmen kömürden daha asildir. Ve yine bütün aşındırıcı tonuyla ekler Nietzsche; sert olmazsan nasıl yaratacaksın benimle birlikte? Onun ahlaka bakışında, hatalar istenç dağılımının yansımasıdır, zayıf olandır. Sert olan yazgısını kabul edip zahmet çekmiştir ve bu da ona ayırt edici tanrısal özelliğini verir. Genel olarak kitaba Nietzsche’den derlemeler olarak bakabiliriz, bu nedende aşinalık açısından iyidir. Fakat düşüncelerinin tamamen sindirilmesini sağlamayacağı kanısındayım. Okurken yer yer zorlandım ve kendimi azarlanmış hissettim. Bazen çelişkili ve eksik ifadelerle kafam karışsa da, Nietzsche’nin bir çok kilit fikrinin bir arada olduğu bir kitap oldukça tatmin ediciydi. Özellikle -Sanatçının Psikolojisi Üzerine ve Güzellik Rastlantı Değildir- altbaşlıklarından oluşan bölümlerde Nietzsche’nin estetik anlayışına göz atmak oldukça keyifliydi. Her ne kadar genel olarak kendisini içselleştiremesem de, özellikle sistematik düşünceyle ilgili fikirleri kendisiyle bir gönüldeşlik kurmama sebep oldu. Çünkü bence de “Sistem istemi, dürüstlük yokluğuydu”.
Putların Alacakaranlığı
Putların AlacakaranlığıFriedrich Nietzsche · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20216.2k okunma
·
332 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.