Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

167 syf.
·
Puan vermedi
·
5 günde okudu
- Duygu ve Düşünceler - Halil Cibran, benim en beğendiğim ve değer verdiğim ilk 3 düşünür-yazardan biridir. Külliyatını çok önceden bitirmiş olmama rağmen, nasıl bir inceleme yazabilirim ki diye daima erteledim. Çünkü Üstad Cibran’ı tanıyanlar, sevenler, sayanlar bilirler ki anlatması ve anlaması çok güç bir şahsiyettir. İşbu nasıl anlatırsam anlatayım daima eksik kalacaktır. Ancak yine de boynumun bir borcu olarak görüp incelemeye koyuldum. İlk kez okumaya başladığımda, neden daha önce karşılaşmadım ki dediğim çok, bitirirken de neden bitti ki dediğim ve boşluğa düştüğüm çok olmuştur. Sevdiklerime kitap hediye etmek istediğimde ilk aklıma gelen kendisi olmuştur. “Fırtınalar” adlı eserini alıp değerli iki hocama hediye ederken; heyecanım yüzüme yansıyordu. Çünkü ben bir dostumun, keşke hocalarımdan biri olsaydı dediğim, geceleri kelimeleriyle bana ışık tutan, gündüzleri yüzümü güneşe çeviren, can sıkıntılarımda derdimi dinleyen yoldaşımın yazdığı bir eserdi. Onu tanıdığım herkese anlatmak istemişimdir. “Bakın böyle yazıp ruhlara dokunmak kolay değil” demek ve tanıştırmak istemişimdir ki elimden geldiğince de merak edenler ile buluşturdum dostumu. Kalabalık bir topluluğa girdiğimde konuşma sırası bana geldiğinde, dili kelimelerinde can bulan dostumun önce söz söyleme hakkı var hassasiyeti ile onun cümlelerinden paylaşıp; girizgah yapmaya çalışmışımdır. Nitekim o ruhlarımıza dokunmaya gayret etmişken; bu kadarını çok görmemek gerekir. Belki de bir masa başına oturup sohbetlere dalamadık, belki kırlarda yürürken Aristoteles ve öğrencileri misali beyin fırtınaları yapamadık, ancak her kelimesini ruhuma ve düşüncelerime seslendiğini hissettim. Çoğu görüşüne katılmakla beraber, pek tabi katılmadığım görüşleri de olmuş olabilir ki ancak o üzerine düşeni yapıp kendisi olmuştur, bense kendim olup onun bana vermek istediği mesajları almışımdır. Kısacası anlat anlat bitmez bir usta ve benzeri pek olmayan bir yazardır, Halil Cibran... - Halil Cibran ve Düşünce Altyapısı - 1883’te Lübnan’da dünyaya gelen Cibran, ilköğretimini Beyrut’ta tamamladıktan sonra babasının çeşitli suçlarından ötürü, aile hayatına bir darbe iner ve annesi Kâmile ile beraber Amerika’ya göç ederler. Boston’da bir okula kaydedilen Cibran’ın resim yeteneğini, ünlü ressam Fred Holland Day keşfeder ve Day’ın çevresi de yavaştan Cibran hakkında fikir edinmeye başlar. Zamanının çoğunu Cibran kütüphanede geçirir, aynı kütüphanede sergilenen William Blake’nin tablolarından yola çıkarak çizimler yapar. O denli etkilenir ki bu ressam ve şairden, yazacağı “Bir Damla Gözyaşı ve Gülümseyiş” adlı eserinin başlığını kendisinden uyarlar. Day’in de desteği ile daha bir tanınan Cibran için ailesi erken yaşta tadılan bu başarılardan ötürü endişeye kapılır ve bir süreliğine oğlunu Lübnan’a eğitimini tamamlaması için gönderilir ki bu Cibran’ın da Arapça öğrenme isteği için de bir fırsat olmuş olacak. Beyrut’taki “Hikme Okulu”na yazdırılır. Müfredattaki eğitimler kendisine yetersiz gelince de ek dersler almaya gayret edip akranlarının ilerisine geçmiştir. Tatillerini babasının yanında geçirmeye başlayan Cibran, “Kırık Kanatlar” adlı aşk hikayesini yazmasına neden olan, babasının komşusunun kızıyla tanışır. (Aşağıda yer alan kitabın başlığında devamı.) Lübnan’dayken kız kardeşi Sultâna’nın ölüm haberini duyunca Amerika’ya hızla dönmüştür. Ölümüne o denli üzülmüştür ki yer yer kitaplarında göndermeler yapmıştır. Bir yıl sonra ise ikinci bir yıkımı olan abisi Peter’i de kaybeder. Hemen ardından da annesi aynı yıl içinde vefat eder. Ne acı! Kız kardeşi Mariâna ile Amerika’da bir başlarına yaşamaya başlarlar. 1902’de bazı yazılarından ötürü Lübnan’dan sürgün edilmiş ve o sırada “Asi Ruhlar” eseri de dindarlar tarafından tenkit yağmuruna tutulmuş. Kilisenin aksine düşüncelerin yer aldığını iddia ederek saldırmışlardır. Dolayısıyla Mârûnî Kilisesi tarafından aforoz edilmiş, Osmanlı Devleti’nin kararıyla da eserleri ahâlinin önünde yaktırılmıştır. Üç aile üyesini kaybeden ve üstüne üstlük bu badirelerlende karşılaşan Cibran’a, dostları Day ve Josephine destek çıkmıştır. Cibran’ın ilk sanat sergisini de açmasına vesile olmuşlar. Açılan bu sergi çok beğeni toplar. Bununla da kalınmaz, Josephine’nin sergiye davet ettiği okul müdürü olan Mary Haskell’de etkilenir ve Cibran ile bir bağ kururlar. Öyle ki Cibran’ın düşünce evrenini etkileyenlerin de başında gelir. O zamana kadar Josephine’nin yardımları ile arapça eserler ingilizceye çevirilirken; Mary ile artık Cibran direk ingilizce eserler vermeye kadar ilerlettir dilini. Hatta Mary, sırf Cibran’a fikir verebilmek adına arapça bile öğrenmeye başladığı olmuştur. Basım masraflarını da karşılayan Mary’in yeri Cibran’da hep ayrı olmuştur. Yıllar sonra Cibran, kendisinden 10 yaş büyük olan Mary’e evlilik teklifi eder fakat Mary aradaki yaş farkına işaret ederek red eder. Tabi bu aralarındaki dostluk bağını koparmaz ve haftada bir görüşmeye ve Cibran ingilizce eserler kaleme alırken yardım almaya devam eder kendisinden. 1918’e geldiğimizde artık Cibran ayağı daha bir sağlam basmış ve Mary’in de yardımı ile ilk ingilizce kitabı “deli” adlı adlı eserini yayınlar, 1923’te ise yine aynı dilde yayınladığı “Ermiş” kitabı ise birçok ülkede büyük bir yankı uyandırmıştır. 1921’de Siroz ve Tüberküloz’a yakalanır Cibran ve yine de hastaneye yatmak istemez. 10 yıl daha mücadele ettiyse de hastalık ile 10 Nisan 1931’de hayatını kaybeder. Cenazesi ise vasiyetiyle çocukluğumun geçtiği o topraklar dediği Beyrut’a götürülür. Sonradan Lübnan’da kıymeti anlaşılır ve olduğu yere bir mezarlık ve müze yaptırılır. Kendisi Hristiyanlık inancına sahip olmakla beraber; dinlerüstü bir düşünce altyapısına da sahip. Bu çıkarımı da Semavi dinler başta olmak üzere, Uzak Doğu ve Hint Dinleri, hatta ve hatta Yunan mitoslarına varana dek eserlerinde yer verip; seslendiğine bağlayabiliriz. --- Bundan Sonrası Spoiler İçerebilir --- - Okuduğum Eserleri Üzerine - Bizzat yazdığı eserlerden alıntılanmış kitaplar hariç olmak üzere, incelemeye başlayabiliriz. | Vadinin Perileri 1906’da ikinci öykü kitabıdır. Lübnan’ın o dönemdeki maddi ve dini çekişmeleri ele aldığı eseridir. Öyle ki Hz. İsa (a.s.)’a, “uzat güçlü elini, İsa ve kurtar bizi... Bizim hayatımız, içinde kötü ruhların yuvalandığı bir karanlıktan... Başka bir şey değil” diye nida eder. Dönemini de analiz ederek acılar üzerine dünyaya gelen çocukların hâli ne olacak? Diye hesap sorar. O çocuklar ki zalimlerin elinde birer kukla hatta bir köle olmakta iken; hiç barış uğrar mı bu topraklara ey İsa, der. Artık kafası karışmıştır barışın tanımını aramaktan ve dayanamaz ve sorar; “nedir barış ve nerededir, merhametli İsa?” Sayfaları çevirdikçe gözler fal taşı gibi açılıyor ve bu nasıl bir teşbih ve nesirdir diye kendinize sormadan duramıyorsunuz! Öyle ki gözlerinizde canlanıp acı ve ihtirasları iliklerinize kadar hissettiğinizi fark edeceksiniz şayet gerçekten onun ruhu ile okuyup düşünebilmeye çalışırsanız. Ve Cibran alıyor tekrardan eline kelime oklarını, ruhban sınıfına fırlatıyor. Onlar ki köşklerinde zevk-u sefa yaşarken; elbette göremezsiniz hastaları ve yoksulları diye tenkit eder. Der ki Sokrates; “kötülüğe uğramaktan değil, kötülük yapmaktan korkmak gerek.” Cibran da benzer düşünceyle, “zulmedilmiş biri olmak, zalim olmaktan elbette daha iyidir.” Kaldı ki zalim, mazlumun ruhunun üzerine hiçbir zaman çıkamaz. | Asi Ruhlar Lübnan’da yaşanmış dört gerçek yaşamdan esinlenerek yazdığı kitabıdır. Görüşlere bakılacak olursa da Arapça olarak yazdığı en iyi kitabıdır da. Bununla birlikte çok tenkit de aldığı eseri olup Lübnanlı Hristiyanlar tarafından kafir ilan edilmiştir. Adalet denen olgunun her bir kişide, şartsız makamsız aynı işlemesi gerektiğinin altını defalarca çizen Cibran, kitapta bir Emir denen kadı-başkana gelen çeşitli suçlara verdiği hükümlerinin tutarsızlığını ele alır. Örneğin yoksulluktan ötürü biri manastırdan bir şey çalsa, hırsız damgası toplum ve kanun önünde yer, ancak iş Emir denilen kanun koyucuya geldiğinde onun o hırsız denilen kişinin hayatını çalınca neden onurlu olarak atfedilmesinin hesaplaşmasını yapar. Hatta öldürmek yasak olduğu halde, Emirin bunu yapmasından güç ve hak nedir? Sorusunu sorar Cibran. Kısacası, kötülüğe karşın kötülük ile yanıt verip üstüne bunun da hukuk olduğunu söylemenin tutarsızlık olduğunu ileri sürer Cibran. Nitekim adalet denilen şeyde çok ince, dakik ve hasdasiyetle karar vermek gerekirken; yasa koyucuların bir beşer olduğunu ve hiçbir şey olmasa bile beşerin de mutlak şaşabileceği ortadır. Yani insanın olduğu yerde yanılma da vardır. Cibran bir tık daha ileri götürür ve hiç kimse yoktur ki Tanrı’nın buyruklarına ve yasalarına bizzat şahit olmuştur! Görüşünü ortaya atar. Binaenaleyh, Allah’ın asıl amaç ve dilediklerini hiçbir insanoğlunun tastamam bilemeyeceğini, dolayısıyla da hüküm verirken de her şeyi hesaba katarak hüküm verilmesi gerektiğini vurgular. Biri katil olduysa bunun salt sorumlusu maktül müdür? Biri zina işlediyse tek suçlu yapan mı? Hırsızlık gerçekleştiyse tek bir nedeni ve müsebbibi mi var? Gibi birçok suç ve günahların sorumlusu tek bir yere yükleyip ceza kesmenin ne denli zor iş olduğunu, ancak hükümedenlerin bu zor işi basite alarak hareket etmelerindeki savsaklamaya karşın bir başkaldırıyı, keskin kelimelerle ifade etmeye çalıştığı eseriyle karşı karşıya bizleri bırakıyor ve derin düşüncelerimize, daha bir derinlik katmamızı telkin ediyor, Cibran. | Kırık Kanatlar Eserin başlığı çok ilginç ve dikkat çekici bir olaya dayanır: Annesi Kâmile, “şayet doğmasaydın, gökyüzünde bir melek olurdun.” Der Cibran’a. Buna karşılık hâlâ melek olduğunu ifade eder. Annesi, “kanatların nerde oğlum?” diye sorar ve Cibran, annesinin ellerini omuzuna yerleştirir ve “burada annem burada” der. Annesi ise “ama kırılmışlar bunlar oğlum” der. Bu cevap Cibran’ı çok etkiler ve yıllar yıllar sonra yazacağı eserine “Kırık Kanatlar” ismini verecektir. Müthiş! Okuduğum en iyi aşk kitaplarından biri olmuştur belki de en iyisi. Öte yandan her sayfayı çevirdiğinizde, binbir başka kederleniyor ve öteki sayfalara geçmekten endişe duyuyorsunuz, çünkü dram bitmiyor... Kitabın konusuna gelecek olursak; genç bir kız ile delikanlı aşk serüvenine dayanır. Buradaki genç kızın yukarıda da değindiğimiz üzere komşu kızı Selmâ, delikanlı ise Cibran olduğu söylenir. Ancak kızın babası zorla bir başkası ile evlendirir. Genç delikanlı gizliden gizliye ziyaret etmeye devam eder. Acaba sevdiğimin başına bir şey gelmiş midir veya gelir mi diye büyük bir hassasiyetle incelemeye koyulur. Evet zorla biriyle evlendirilip yolları ayrılmıştır fakat kalplerdeki yollar asla ayrılmamıştır. Genç kadın çocuğunu doğururken ölür ve genç delikanlının dünyası da yıkılır. Defnedilirken bile gizlice gözetler ve mezar kazıcılarına yaklaşarak şu hüzün ve dram dolu cümleleri sarf ederek hikaye biter: “Siz, isimsiz adam, bu mezara benim kalbimi de gömdünüz... Kollarınız ne kadar güçlü!” | Bir Damla Gözyaşı ve Gülümseyiş Arapça makalelerden meydana gelen beşinci Arapça kitabı olarak geçer. Bu eserini kaleme alma nedeni olarak da geçmişte yaşadıklarını unutmak için, hatırlamak istememesi ki hatırladıkça acı çektiğini, öz eleştiriler yaptığı, geçmiş hataları zihnine düştükçe can cekiştiğini anlatır. Maddi zenginliğin kendisini geçmişte tutsak ettiğini ve duyarsızlaştırdığını ve bunu sonradan fark edip; kendisine lanetler okuduğunu anlıyoruz okurken. Örneğin “şan, şeref olduğunu düşündüğüm şey, kesintisiz bir cehennemmiş meğer.” Der. Dinlerüstü bakış açısını bu eserinde de sıkça görürüz. Brahman’dan Buddha’ya, Hz. Musa (a.s.)’dan Hz. Muhammed (s.a.v.)’e dek ifadelerin yer alır ve hâlen de hakikatin arayıcısıyım, sonuna varmadım demeye çalışır. Ölüm temasını da burada ele alan Cibran, öyle bir tasvire tabi tutuyor ki satırları okurken; adeta “gel beni de al ey ölüm!” deme cürreti dahi gösterebilecek ruhun aşılandığını fark ediyor okurken insan. Yukarıda da değindiğimiz üzere dostu ve destekçilerinden biri olan şair ve ressam olan Blake’ne de ithafen yazdığı satırlar geçiyor. Örneğin “ey şair! Bu hayatın ruhusun sen...” diye başlayıp teşbihlerle över ve dünyada önemli bir konumu teşkili temsil ettiğini ifade eder. | Fırtınalar Düşünürün felsefîk bakış açıları, yaşam ve insana yönelik fikirlerinin derlendiği bir eserdir. Bununla birlikte Nietzsche etkileri de bu kitapta görülür. Kabristan ile alakalı anlatıları inanılmaz derecede tesirli benzeşimlere gebe satırlar ile başka bir boyut kazandırmış olan Cibran, kabiristanlara olan bakış açımda da ciddi değişikliklere neden oldu, diyebilirim. İnsanı lanetleyen, kutsayan ve inceleyen olarak üç gruba ayırır ve akıbetlerinin ise sırasıyla; perişanlık, hoşgörü, idrakı yüksek özellikleri tanımlar ve her birini bu nitelikleri ile sevdiğini söyleyen Cibran’dan anladığım kadarıyla, 3. Gruba daha çok yakın hissetmiş ve ona göre de yaşamış olsa gerek. Ölümden en çok kim korkar sizce? Diye Cibran’a soracak olursanız, “maddeye en yakın olanlardır.” cevabını alırsınız. İşbu maddeye yapmış niceleri vardır ki; mutsuzların mutsuzudurlar. Görünür mutlulukları birer yanilsamadan ibarettir de fark edemiyorlar. Öyle ki fark eden ise ya bu debelenmeden sağ çıkar ya da intihar ile akıbetlenir çoğu zaman. Veyahut başka bir kötü durum ile neticelenir. Dikkatimizi bir de yalnızlık olgusuna çekiyor. Çoğunluğun nezaketi eziklik, hoşgörüyü korkaklık, yücelmeyi böbürlenmek... Olarak görmeleri hasabiyle yalnızlığın tercihinin ne denli asil olduğunu vurgular düşünür. Gelin gelin dostlar! Bakınız dostluk neymiş nasılmış ki çoğumuzun dostluk diye atfettiği ilişkilerimizin, yanılgılar olduğunu bize bir kez daha gösteren Cibran’ın bir de şu eserini okuyalım. Bırakın, bırakın! Popülizm ve sosyal medya etkisi ile son 10-20 yılda satış rekorları kıran, Arthur Schopenhaur’un deyimiyle “para için yazanlar”dan beri olun da zamanınızı daha değerli ve kadim kitap ve düşünülere verin. Verin ki aldığınız meyveler kuvvetli ve tatlı olsun! Verin ki İspanyolların dediği gibi “en iyi öğretmen iyi bir kitaptır” düsturuyla, kalite ve iyinin peşinde olun, dayatılan veya yönlendirmeler sonucunda vasatlara bulaşmayın. Son olarak bir alıntı bırakarak bu eser inclemesini de sonlandıralım: “Dininiz riya, dünyanız iddia, ahiretinizse toz duman, ölüm bedbahtların rahatıyken siz niçin yaşıyorsunuz?” | Meczup (Deli) İlk ingilizce eseridir. Sembolik ifadelerinin en bol olduğu kitaplarının da başında gelir. Birçok hikayeyi içerisinde barındırmakla birlikte çoğu karakterler deli olarak tanımlanmıştır. Öyle tanım olarak ilk akla gelen deli kavramı yönüyle elbette değil, Cibran’ın delisi, Platon’un mağarasından çıkabilmeyi beceren varlığı bir nevi temsil etmektedir. İşbu meczuplar, toplumsal normlara karşı gelecek, geleneklere yüz çevirecek ve baş kaldıracaktır. Ve bir meczup seslenir: “Özgürlüğü ve huzuru buldum meczupluğumda; yalnızlığın özgürlüğünü ve anlaşılmamış olmanın huzurunu. Çünkü bizi anlayanlar içimizdeki bir şeye de egemen olurlar.” | Haberci Onlarca hikayeden oluşan bir başka eseri olan Haberci’de Cibran, mistisizm ve inanca dair düşüncelerini semboller ve nesirle açıklamaya çalışmıştır. Meczup’taki tiplemeler intkam dolu iken; Haberci’dekiler daha bir hayata tutunur. Hikayelerden biri yılan ve tarla kuşu arasında geçmektedir. Konusu ise kibrin kişinin gözünü karartabileceğine vurgudur. Bunu iki hayvan arasında tasvir ederek; yılanın, bulunduğu mekan ve konumdan başka bir şeye şahit olmaması ve ondan başka kimsenin ulaşamayacağı yerlere ulaşma kudretini kendisinde taşıdığına inanır ve kuş ile alay ederek sen benim yapabildiklerimi yapamaz ve ulaşamazsın diye sıralar sıralar. Ancak kuşun her cümlesine verdiği cevap aynen şudur: “evet, çok şey biliyorsun sen, hatta her şeyi herkesten iyi biliyorsun, ama ne yazık m, ne yazık ki işte, uçamıyorsun.” Kuş, şu tespiti ile bile yılanın kibrini ezmiştir. Meczup’takinin aksine yasama sevinci ön plana çıkmasıyla beraber, sevgiyi Cibran, burada daha fazla konu edinir ve sevgide cimrilik yapanlara karşın bir manifesto ilan eder. | Ermiş Dünyaca en çok tanınan ve bir başucu kitabı sayılan eseridir Ermiş. Toplumun basmakalıplarının sağlam temellerle eleştirildiğini ve değinilebilecek birçok konuyu da ele alıp işlediğini görürüz. Baş karakter ise Mustafa adında bir derviştir. İşbu Mustafa, Nietzsche’nin Zerdüşt’üne de yer yer benzetilmektedir. Ermiş, halka seslenir de seslenir... Tanrı’yı bulmak için çok fazla kendinizi kasıyorsunuz. Rahat olun ve gözünüzün önüne sadece bakın demeye çalışır. Kanunlar koyuyorsunuz koymasına da bari çiğnemeyin be! der. Ortada bir suçlu varsa da muhakkak ikincil ve üçüncül suçlular da vardır, onları gözardı etmeyin, der. Zengin ama cimri ve açgözlülüler, biliniz ki fakir ancak elindekini feda eden sizlerden daha da yücedir! Der... Ve daha nice konulara girerek aforizma tarzı özdeyişlerini siralarda sıralar. | Kum ve Köpük Kitapta sanat, şiir, din ve felsefe konuları nakış gibi işlenen kelimelerle işlenir. Ağırlıklı olarak da ahlaki perensiplere değinmiştir Cibran bu eserinde. Soy, millet ve ülke denilen unsurların üzerine çıkmak mıdır asıl erdemli olan? Yoksa bu üçlemeye yapışıp kalmak mı? Elbette ki üzerine çıkabilenler saf ruha erişebilir. Peki ya güldüğünü kişiyi mi daha çok anımsarsın? Yoksa ağladığın? Tabi ki ağladığın. Öyleyse dindar dediğimiz herhangi bir suçu kendisinden kaynaklı olduğunu düşünen midir? Yoksa kendisini kusursuz ilan edip çevreye saldıran mı? Mutlak surette işlenen işlenen bir suçtan kendisine de pay çıkarıp sorgulayandır. İnsanın söyledikleri mi gerçek olandır? Yoksa söylemekten kaçındıklarında? Muhakak ki söylemediği şeylerde gizlidir onun gerçekliği... | İnsanoğlu İsa Adından da anlaşıldığı üzere Hz. İsa (a.s.)’dan bahsedilir. Hz. İsa döneminde yaşamış kimseleri, kendisini seven ve nefret eden nice şahıslara kitapta yer vererek bir nevi hesaplaşır. Bununla birlikte kendisi de Hristiyan olan Halil Cibran, Hz. İsa’nın uluhiyetini kabul eden Hristiyanlık düşüncesinden ayrıldığını ve İsa’nın normal bir insan olduğunu anlatmaya çalışır. | Yeryüzü Tanrıları Eser, yeryüzünde ortaya çıkmış üç tanrı arasındaki konuşmalardan oluşmaktadır. İlki beşerden usanmış ve uzaklaşmış, ikincisi aksine sarılmış insanoğluna, üçüncüsü ise her ikisine de karşı gelip sevgiye göre hareket etmiş. Esasında burada Hristiyan düşüncesindeki sevgiye atfedilen büyük anlamların içerdiğini görmemiz kaçınılmaz. | Gezgin Gerçek ve doğru bir yaşama ulaşmak neyden geçiyordur diye düşündüğümüzü heralde fark etse Cibran, “kalk! Sadece düşünmekle bir yere varılmaz. Kalk ve bir kaşif ol! Kalk ve bilinenlerden sıyrılıp; bilinmeyenleri ara.” Der. Yeryüzünün dört bir yanına bizleri götürüyor bu gezgin, Cibran’ın o nağmeli satırları ile. İstemesen de kendini gezginin yanında bulacaksın. Dönüp bazen sana bakacak ve ne düşünüyorsun peki sen? Diye soracak. Yolda olmanın farkındalığı ile her adımını atacaksın. Kimisi bu yolu kestirmeden gider de ormanın güzelliklerinden mahrum kalır, kimisi uçarak gider de ağaç dallarının ahenginden, toprağın ilaç gibi kokusundan mahrum kalır, kimisi ise her bir yeri arşınlar da arşınlar. | Ermişin Bahçesi Vefatından iki yıl sonra yayınlanmış, Ermiş 3’lemesinin 2. Olarak bu eserini bitirdikten sonra 3. Olacak olan “Ermişin Ölümü”nü yazmaya ömrü yetmeden vefat etmiştir. Bu kitabı ise Ermişteki Mustafa yine ortaya çıkar ve Tanrı, varlık, ruh ve insan-doğa ikilemine değinerek halka seslenir. | Gece ile Sabah Arasında Hz. İsa (a.s.)’ın, Sokrates’in, Hz. Ali (r.a.) ve nicelerine yanlış yapanlara komple karşı çıkar ve onları “neşenin çocukları” olarak atfeden Cibran, bu neşelerinin ilelebet olmadığını hatırlatır. Nitekim saldırdıkları o aziz insanların değerleri daima yaşayacak diyerek; amaçlarına ulaşamadığını altını çizer. İnsanlığın dünyadan başını alıp gittiğini, birbirinin kuyusunu kazanların son bulmadığı dünyaya ise bir daha geri dönmeyeceği acı bir gerçeği ise tekrardan hatırlatır. Neşenin çocukları diye atfettiği zulüm edicilerin karşısına, mazlumları da “kederin çocukları” olarak atfeden Cibran, bu ikisi arasındaki devasal farkı ortaya koymaya and içercesine kaleminin ucu ile her bir konudan delmeye çalışmıştır neşenin çocukların kahkahalarını. | Gönlün Sırları Üst-insan veyahut kâmil insan diyebileceğimiz türden herhangi birinin düşüncesini işler burada Cibran. Öyle ki bunu da bir “mezar kazıcı” olarak tasvir eder. Görevi ise yaşayan ölülerin gömmek olan bir kazıcı. Ardından Hz. İsa (a.s.)’ın dünyaya gönderilme amacının saptırılarak; Hristiyan dünyasının dünyevî ve maddesel menfaatleri uğruna yok edilmeye çalışıldığını fark eden Cibran, İsa’nın gayelerini kaleminin mürekkebinin yol aldığı kadar ifade etmiştir. O gayelerden biri de “zayıf olanların mezarları üzerine kurulu gösterişli sarayları yıkmak ve yoksulların cesetleri üzerine dikilmiş idolleri kırmak.” Burada da insanlığın ne denli dünyadan beri olduğunu yani kayıtsız kaldığını, güce tapmayan herkesi enkaz altında bırakıp tepeden sırıtan olarak atfetmiştir. Nihayetinde insanlık denilen olguyu de gücü kendisi satın almış ve dilediğince kontrol etmekte. Cibran’ın ciddi eleştiri yağmuruna tuttuğu kesimlerden biri de iki yüzlü dindarlardır. Bu sözde dindarlar ki insanlara gelince taş kesilirken; ellerini semaya açmak gibi bir ahmaklığa da sahiptirler. İşbu Cibran’ın da deyimiyle, “sonunuz kocaman bir hiçlik”
Fırtınalar
FırtınalarHalil Cibran · Kaknüs Yayınları · 20031,019 okunma
·
627 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.