Doğu -İslam - Batı
Aliya İzzetbegoviç tek cümleyle Bosna’yı Bosna yapan kişidir, Aliya' sız Bosna, İslam’sız da Aliya düşünülemez. Bunlar bir bütün halinde Aliya İzzetbegoviç’in şahsında birleşmiştir.
Aliya İzzetbegoviç batı İslamı'nın soluğu olmaya aday bilge bir kişiliktir...
*Aliya'nın “ Doğu ve Batı Arasında islâm ” kitabı dünya kültür ve düşünce hayatına yeni ve anlamlı perspektifler katmaya aday değerli bir çalışmadır. Tarihte “tek örnek” olduğu paranoyasına kapılmış modern uygarlığın tam ortasında insanlık tarihi boyunca yüceltilen değerler kurban edilirken başka şeyler yazılamazdı. Otoriteye zorunlu olarak itaat etmiş fakat inanmadığı yasaları hiçbir zaman benimsememiş Aliya İzzetbegoviç, yaklaşık yarım yüzyıl ateist, materyalist bir politik hegemonyanın çoraklaştırdığı topraklarda “Ölümünden sonra Allah’ın yeryüzünü diriltmesi” gibi düşünceleriyle çevresini diriltmiştir.
Eser iki ana kısımdan oluşuyor : Birinci kısımda insanlığın menşei ve insan denilen varlığın ortaya koyduğu medeniyet ve uygarlık bağlamında değerlendirilebilecek konular şu başlıklar altında ele alınmıştır: Batı Düşüncesinin Temelleri/ Tekamül ve Yaratma / Kültür ve Uygarlık / Sanat Fenomeni / Ahlak / Kültür ve Tarih / Dram ve Ütopya. Eserin ikinci kısmı ise: İslam / İki Kutuplu Birlik / Musa-İsa-Muhammed / İslam ve Din / Hu kukun İslami Mahiyeti / Saf Din ve Saf Materyaliz min İmkansızlığı / İslam’ın Dışında Üçüncü Yol...
başlıklı konulan içeriyor.
Aliya İslamı doğu ve batı arasında bir orta yol olarak görüyor ve bunu açıklarken de Kutsal kabul edilen dinlerden Yahudiliğin ahireti görmezden gelerek sadece bu dünyaya yöneldiğini, Hristiyanlığın ise yüzünü daha çok ahirete tevcih ettiğini, halbuki bu iki sistemin de nihai manada insanı tam olarak ifade edemeyeceğiini asıl birleşiminin İslâm’la ortaya konulduğunu ifade ediyor.
Onsöz’de de şunları söylüyor Bilge Kral:
“En yüksek şekli insanda sergilenen ruh-madde birliği prensibinin adı ise, İslâm’dır” (s. 11).
“Vakıa dış hayattan ayrı bir hayatın mevcudiyeti hakkında aklî delillerimiz yoktur; fakat, insan hayatının sadece imalat ve üretimden ibaret olmadığını açıkça hissetmekteyiz.” (s. 13). “
Hristiyanlık kurtuluş vaad ediyor ama sadece dahili kurtuluş; sosyalizmin vaad ettiği kurtuluş ise haricidir” (s. 15).
“Teori bakımından ne olursa olsun, ister materyalist veya Hristiyan, ister aşırı veya ılımlı, insan, tatbikatta doktirininden birçok şeyi kapı dışında bırakıyor.
Gerçek hayatta ne tutarlı materyalist ne de tutarlı Hristiyan olabiliyor.” (s. 17).
“İslâm, dünyanın esas özelliği olan bu dualizmi evvela anlamak ve kabul etmek, ondan sonra da onu yenmek yoludur.” (s. 18).
“Materyalistler İslâm’ı her zaman sadece din ve mistik olarak; Hristiyanlar ise sosyal ve siyasi bir hareket (sol temayül) olarak göreceklerdir”. “ Titizlikle baktığımızda ne mistikler ne de akılcılar esas itibariyle Müslümanlığı kuşatıcı bir biçimde kavrayabilmişlerdir.” (s. 20)
Sanat ve Bilim
Aliya günümüzde özellikle belli kesimin dini sanat ve bilime karşı olarak göstermeye çalıştığını ama aslında bunun tam tersi olduğunu, ne din ve sanat bilimin, ne de bilim din ve sanatın düşmanı olarak görülemeyeceğini
Çünkü tabiatta ne saf sanat ne de saf bilimin olduğunu vurguluyor.
Din ve Ahlâk
Kitapta önem verilen bir diğer konu ise din ve ahlâk ilişkisi
Aliya'nın da görüşünden anladığım kadarıyla Ahlâkımız şuurlu bir tercihin veya hayat felsefesinin bir sonucu değildir. Ahlâk daha çok felsefi veya siyasi tercihlerin bir sonucu olmaktan çok, çocukluktaki terbiyenin veya kabul edilmiş anlayışların neticesidir. Bir kimse eğer daha çocukken, aile içinde, büyüklerini saymaya, söz tutmaya, insanlar arasında fark gözetmemeye, hemcinslerini sevmeye ve onlara yardım etmeye, sade ve gururlu olmaya alışmışsa, o zaman bunlar, sonraki siyasi tercihi ve kabul edilen felsefesi ne olursa olsun, esas itibariyle kendisinin özellikleri olarak kalacaktır.
UYGARLIK!!!
Kitapta belki de Aliya'nın en sert şekilde eleştirdiği konu batıdan gelen "uygarlık!" adı altında bize sunduğu fikirlerin aslında bizi nasıl yok ettiğini batıya dikkatle baktığımızda aslında uygarlık kelimesinin anlam itibariyle nasıl yitirdiğini
uygarlık ve tekniğin büyüsünün insanları optimist kıldığını ancak bunun büyük bir yanılgı olduğunu zira insanlar konfora battıkları oranda cinayete ve ahlâksızlığa gömülerek yok olduğunu ve eldeki bütün istatistik verilerin bunu gösterdiğini, alkol uyuşturucu kullanımının, cinayet, intihar vakalarının artışının daha çok teknik hayatın sunduğu konfora batmış ülkelerde görüldüğünü, materyalist görüşün tersine, uygarlığin ve konforun insanın tabiatına uygun olmadığını, konfor ve ona bağlı tüketici zihniyetin her yerde yalnız dine olan bağlılığı değil herhangi bir değerler sistemine olan bağlılığı da zayıflattığını hatta yok ettiğini söylüyor.
Aliya kendisinin bir teolog, yazdığı kitabın da bir teoloji kitabı olmadığını, böylesi bir kitap yazmaktaki asıl amacının “İslam’ı bugünkü neslin anlayacağı bir dilde tercüme teşebbüsü” olduğunu söylemektedir. Ki aradan yılar geçmesine rağmen bu kitabı okuyan biri olarak İslamın temel görüş ve düşüncelerini Aliya'dan öğrendiğimi Aliya'nın her zaman olduğu gibi bu kitabında da dini zorlaştırmak yerine en anlaşılır ve kolay şeklini anlatarak aslında İslam'ın hayatımıza en uygun din olduğunu çok güzel bir şekilde gösteriyor.
Kitaptan aktarmak istediğim o kadar çok konu var kiii ama böyle gidersem kitabın pdf'ini atmış olurum :D
En iyisi siz alın okuyun
Keyifli okumalar:))