·
Bir böcekleşme hali, frants kafka. Kafka’nın eserlerinde açıkça dillendirmese de, hep saklı bir mesaj gibi ilettiği sitemi ruhunu paslı bir demire çeviren
bu dünya düzenine karşıdır. Bu dünya düzenini içine alan; aile, arkadaşlıklar, çevre ve toplum… Hepsi bütünün birer parçasıdır. Bir bütünden iyi şeyler
çıkmayacağı aşikârdır aslında. Hiçbir parça, bir bütünlüğün içinde kendi gibi kalamaz, kalamayacaktır. Kafka’yı yiyip bitiren, hemen her gün dünyayı terk
etme arzusunu onda uyandıran bu ‘Böcekleşme Hali’ elbette birikmiş bir ruh halinin tezahürüdür. Babasıyla arasının hiç iyi olamaması, çekler tarafından
Alman; Almanlar tarafından Yahudi; Yahudiler tarafından da Çek olarak görülmesi ve bu yüzden bir parçasının değdiği her toplumdan dışlanması, sanat düşmanı
bir ailede sanatsever olması, bürokraside yer almasından ve mesleğinden dolayı yazmaya yeterince vakit ayıramaması, beş kere evlenmeyi denese de hüsranla
sonuçlanması, sürekli bir azınlık hayatı yaşaması Kafka’nın acı ama gerçek birikmişlikleridir. İnsan, kümülatif olmaya elverişli bir canlıdır. İnsan, birikir.
Kafka’ da biriktirdiklerinin bedelini ödemiştir.
Kafka’nın ‘Böcekleşme Hali’ne dayanarak söylediği en net ifadesi onu da, onun gibileri de çok iyi özetler:
‘’Tanrı, insanda kötü bir gün geçirmiş olmalı.’’
Kafka gerek eserlerinden gerek insanda uyandırdığı bu ‘kavrama ama anlayamama’ halinden (Böcekleşme hali aslında tam olarak budur) dolayı karanlık ve anlaşılmaz
bir yazar gibi görünür. Kafka karanlıktır fakat bu karanlık, insanın yeryüzündeki en büyük gerçekliğidir. Kafka’yı anlaşılmaz olarak görmek, bu gerçekliği
de anlaşılmaz olarak görmeye neden olur. İnsanın kendi gerçekliğine anlaşılmaz olarak bakması da büyük bir sefalete yol açacaktır.
Kafka’nın bir derdi vardır. Bütün eserlerinde derdini kendisine derman edinmenin yollarını aramıştır. Kendi karşıtına dönüşmüş olan modern hayatın bize
dayattığı rasyonalizm, günlük yaşamda bizi çevrelemiş olan mikro iktidar ilişkiler, insanın benliğini ve özünü yok etmeye çalışan buz gibi kurumlar, hayatımızı
yok etmeye odaklanmış köşeler ve mekânlar… Kafka bütün bunları dert edinmiştir. Bütün bunlar onun omuzlarına yüklenmiş bir yüktür. Kafka, bir bakıma, omuzlarına
insanlığın dertlerini yüklemiştir. İnsan, insanlığın dertleriyle baş edebilir mi? Peki, Kafka edebilmiş midir? Bu konuda yorum yapmak bizim haddimizi aşar.
Fakat yorum yapabileceğimiz bir şey vardır ki; Kafka, insanlığın bu dertlerine bir çıkış yolu aramıştır. O, insanı özgür kılacak her şey üzerine düşünmüştür
ama insanın var olan özgürlüğünü keşfedebilmesi için kendini kendine hiçbir zaman teslim edemeyeceğini de aklından hiç çıkarmamıştır. Belki de bu yüzden
kurmuştur şu cümleyi:
‘’Dünyayla olan savaşında, dünyanın yanında ol.’’
İnsan, yaşamı boyunca otoriteden çektiği kadar hiçbir şeyden çekmemiştir. Kafka bu çilesini her eserinde hemen hemen dile getirmiştir. Otorite denen kurum,
insanın özüne ve insan olan her yanına aykırıdır. Kafka’yı anlayan, hisseden herkes bilir ki; otorite, hiçbir zaman ’bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında
kendini yatağında dev bir insana dönüşmüş olarak’ bulmayacaktır. Otorite, hiçbir zaman insanileşemeyecektir. Çünkü otorite, insana aykırıdır. Kafka’da
olduğu kadar aslında her insanda eğreti durur. Otoritenin bu insan olmayan yanı, insanı dayanılmaz bir dayanışmaya sokar. Buna ‘’otoriteye aykırı olmanın
dayanılmaz çaresizliği’’ de diyebiliriz. Bu yüzden, Kafka’nın en iyi anlaştığı kardeşinin otoritelerden en az onun kadar nefret eden kardeşi Ottla olması
da tesadüf değildir. Otoritelerden (özellikle babalarından) her fırsatta kurtulmaya çalışan iki kardeş, otorite karşısında insan dayanışmasının zorundalığına
en güzel örnektir.
Gregor Samsa boşuna böceğe dönüşmemiştir. İnsan, boşuna böceğe dönüşmez. İnsan, otorite karşısında çelimsiz kalır. Kafka’ da otoritelerin karşısında zaten
zayıf olan bedeninin iyice küçülmeye, yok olmaya başladığına inanır. Bu düşünce ömrü boyunca Kafka’nın yakasını bırakmaz.
‘’Hayat doğarken kaybedilmiş bir savaştır.’’ cümlesi onun kendi hayatına dair en hazin haykırışıdır.
Bir hikaye dolaşır Kafka ile ilgili. Bu hikâye, onun yaşamı boyunca insan olarak yaşamanın imkansızlığına olan inancını ve bu böcekleşme halini çok iyi
tasvir etmektedir:
”Tanrının Azrail’i yanına çağırmasıyla başlar hikaye ve tanrı Azrail’den Kafka adında bir adamı öldürüp kendine getirmesini ister. Azrail elindeki öldürülecekler
listesinde küçük bir oynama yaparak Kafka’nın adını ilk sıraya alır ve canını almak için dünyaya iner. Prag’dan başlar aramaya ve tüm Avrupa’yı dolaşır
ama bulamaz. Tanrıya karşı mahcup olmak istemediğinden hiç ara vermeden devam eder yolculuğuna ve tüm mevsimlerde, tüm kentleri dolaşır. Tanrının huzuruna
çıktığında eli boştur. Tanrı Kafka’yı sorar kendisine. Azrail boyun büküp onu bulamadığını söyler önce. ‘Sizin yarattığınız evrende Kafka adında bir adam
yaşamıyor.’ Tanrı öfkelenir bu sözün karşısında, belki de ilk defa istediği bir şey yerine gelmemiştir. Gür sesiyle bağırır Azrail’e ‘Git o zaman onu kendi
yarattığı dünyada bul ve getir.’
1922 Kafka’nın günlüğünden:
“Doyuma ulaştığımda doyuma ulaşmamış olmayı istiyordum; yüzyılın ve geleneğin bildiğim bütün imkanlarını kullanarak kendimi doyumsuzluğa sürüklüyordum:
oysa şimdi doyum halinde olabilmeyi isterdim. O zamanlar, kendi doyumsuzluğumdan bile doyumsuzdum. Bu gülünç durumu biraz sistemleştirerek yeni bir gerçeklik
yaratmamak işten bile değildi. Zihnimdeki zayıflık çocuksu, çocuksuluğunun bilincinde bir oyunla başladı. Örneğin yüzümde tik varmış gibi yapıyordum, kollarımı
başımın arkasına kavuşturup dolaşıyordum; bunlar iğrenç çocukluklardı ama etkili oluyorlardı. Edebi anlatımımda da benzer gelişmeler oldu; ne yazık ki
bu gelişme yarıda kaldı. Başa gelecek bir felaket ancak böyle engellenebilir.”
‘Uyuyup uyanıp, uyuyup uyanıp, kepaze olan bu yaşam’a daha kolay devam edebilmek dileğiyle.