Dönekliğin Hikayesi-------------------JOSEPH FOUCHE İNCELEMESİ-------------------------------
Dünya tarihinde birbirinden ilginç devlet adamları, krallar, imparatorlar vardır. Ancak Joseph Fouche’yi hepsinden ayıran bir özellik var. Bu adam alçaklığın, dönekliğin, ilkesizliğin, omurgasızlığın, hainliğin kitabını yazmıştır. Kimlere kazık atmamıştır ki; ihtilalin en önemli figürü Robespierre, onu çöplükten çıkaran Barras, yol arkadaşı Babeuf, ünlü diplomat Talleyrand, Napolyon ve daha ismini hatırlamadığım bir sürü kişi…Fouche bu dünyaya ihanet etmek için gelmiştir. İhanet ve entrika onun için hava gibi su gibidir. Bunlar olmadan yaşayamaz adeta. İhanet edecek kimse bulamayınca kendi kendine ihanet etmiştir ki zaten bu da onun sonu olmuştur. Bir insan sürekli kazanan tarafta olabilir mi? İki tarafın çatışması durumunda tam ortada durmayı ve her iki tarafta da açık kapı bırakmayı başarabilmek ne denli büyük bir beceri. Basit bir rahipken bir cumhuriyetçiye dönüşüyor. Ve ne kadar rahip varsa mallarına mülklerine el koyuyor. Bu da yetmiyor yüzlercesini idam ettiriyor. Bu sebeple de Lyon Kasabı olarak anılmaya başlıyor. Tabi kesmiyor Fouche’yi bunlar. Meclisteyken Jakoben tarafında yer alıp daha sonra rüzgâr tersine dönünce Radikallerin arasına karışıyor. Bir süre sonra da cumhuriyetçi gömleğini tamamen çıkarıp monarşi taraftarı oluveriyor. Zira Napolyon yükselişe geçiyor. Napolyon zayıflayınca bu kez yine at değiştirip kralcı oluveriyor. Bir ara komünist olup soyluların mallarını yağmalarken, bir süre sonra Fransa’nın en zengin ikinci adamı oluveriyor. Okurken bile başınızı döndürecek bu döneklikleri bir seri katil soğukkanlılığı ile yapıyor Fouche. Bu kadar negatif özelliğini saydık. Peki hiç mi olumlu özelliği yok? Nedir bu adamı her iktidar döneminde bu kadar alternatifsiz kılan? Fouche çok çalışkan. Ofisinden çıkmadan saatlerce günlerce çalışabiliyor ve tam bir örgütçü. Polis Bakanıyken Fouche’den habersiz kuş bile uçmuyor Fransa’da. Ve görünen hiçbir zaafı yok. Ne kumar ne şatafat ne de kadınlar…Onun tek derdi gücü elinde tutmak ve bunu yaparken de hep perde gerisinde durmak. Tam bir siyasi deha da diyebilirsiniz aslında. Ama bu dehayı ne Fransa ne Napolyon ne de kral için kullanıyor. Tek derdi bu siyaset oyununda sürekli kalabilmek ve gizliden gizliye bütün ipleri eline almak.
Zweig’ın daha önce birçok novellasını okudum ancak şunu idrak ettim ki Zweig’ın biyografileri novellalarından çok daha başarılı. Korku, Satranç gibi uzun öykülerini çok beğensem de pek beğenmediğim uzun öyküleri de var, mesela Yakıcı Sır, Olağanüstü Bir Gece gibi. Ancak şu ana kadar okuduğum tüm Zweig biyografilerini beğendim. Zira Zweig biyografileri yazarken sadece doküman sunup kronolojik bir sıra ile aktarmıyor bize. Biyografilerin kahramanlarının zihinlerinin derinliklerine iniyor. Sadece yaptıklarını değil akıllarından geçenleri de aktarıyor bize. Bir nevi biyografinin kahramanı ile aynı şekilde düşünmemizi yani bir tür empati kurmamızı sağlıyor.
Kitap gerçekten bir solukta okunan cinsten. Özellikle Fransız İhtilali konusuna merakınız varsa muhakkak okumalısınız. Ve hatta Fransız klasiklerini okumadan önce bu kitabı okumakda fayda var. Mesela ben Monte Kristo Konutu’nu bu kitabı okuduktan sonra okusaydım, kitaptan alacağım keyif büyük miktarda artardı. Ama bu kitabı da okumadan önce de okumanız gereken ya da araştırmanız gereken bazı konular var. En başta Fransız İhtilali, Konvansiyon, Direktuvar ve hatta Napolyon’u da biraz araştırmanızda fayda var. Aksi takdir de kitabı okurken kopabilirsiniz. Ayrıca yanınızda iyi bir kalem bulundurun. Çünkü altını çizecek bir sürü cümle hatta paragraf bulacaksınız.