Gönderi

184 syf.
·
Not rated
Zeze'nin öyküsü "günün birinde acıyı keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü''nden ziyade,baştan beri tutunacak yalnızca bir dalı olan -tutunduğu o dal,her an içinde kırılabilecek,daha tutunduğu ilk anda dahi eninde sonunda ve de en yakın zamanda kırılacağını hissettiren bir dal.Bu dal,onun dedesi.-,sıkı sıkıya sarıldığı o tek dalı da kaybetmekten korkan,yine de o dal orada oldukça her türlü rüzgara karşı,uçuruma düşmeden durabileceğini hisseden bir çocuğun o tek dalının da beklendik şekilde - ki en kötüsü de bu kaçınılmazlık.Onun karakterini ve onun kader arkadaşlarının tümünün dünya bakışını belirleyecek şeylerden biri de bu erken ölümün yazgıda zaten çoktan belirlenmiş bir yerde durması. - kırılması ve uçurumdan aşağı düşerken tutunacak başka dallar aranması,onun öyküsü bu işte. Kitabın isminin Şeker Portakalı olmasının nedeni yeterince aşağı düştüğünde,orada tutunacağı tek bir insanın bile bulunmamasından kaynaklanıyor.İnsanlardan bir yardım almaması ve yardım umamaz hale gelmesi bir portakal fidanına tutunmasının nedeni. Bir çocuğun,insanlara değil de eşyalara bağlanmaya başlaması hayra alamet değildir. İncelemenin otobiyografik kısmı da tam bu noktadan başlıyor işte; Kırsal bir bölgede büyüdüm.Yaşadığım yerdeki hemen herkes birbirini tanırdı ve duyduğum sesler yalnızca doğa sesleriydi.Dış dünyadan ayrılmış,gizli yabani bir bahçeydi sanki ora.Şehir dışına çıktığımızda,upuzun kavak ağaçlarının sakladığı evimden ayrılırdık,yine de kafamı çevirip baktığımda oranın hala gizli saklı olduğu fark edilebilirdi.Dönüşte de aynı kavak ağaçları ''Merak etme,güvendeyiz.'' der gibi gelirdi,orada esen yel,yeniden gizli bahçeye döndüğümüzü hissettirirdi. Hayvanlarla oynayarak ve çimenlerin tadına bakarak geçti anlayacağınız hayatım beş yaşıma basana kadar. Evde televizyon vardı,bilgisayarımız da vardı.Ancak bunlar benim için ilginç eşyalardan ibaretti.Karıncaların tek sıra halinde yürüyüşlerinden farksızdı benim için teknolojik,beşeri aletler.Bisiklet ise zaten doğal gibiydi,kerpiçten köylü evleri gibi. Ardından beş yaşıma bastığımda ablam okula başladı,bense evde arkadaşsız kalıyordum.Ablam olmadan dışarıda geçirdiğim vakitler de bir yerden sonra can sıkıcı gelmeye başlıyordu. Bu yüzden evde,ara sıra açılmak üzere orada duran,hiçbir zaman tüm eğlence kaynağım ve tek dostum haline geleceğini düşünmemiş olduğum bilgisayarımızla istediğim kadar oynama şansına sahip oldum,ablamın gün boyunca evde olmaması sayesinde elbette. O bir yılda bilgisayarın başından hiç kalkmadım...portakal fidanımdan ayrılmak istemiyordum. Daha sonraları yaşadığımız şehrin merkezine taşındık.Yeni dostum,eski çevreme uyumsuzdu,burada ise onunla ilişkimizi geliştirme fırsatı bulmuştum. Benim de okula başlamamla birlikte,bilgisayar oynamamın asıl sebebi ortadan kalkmıştı aslında. Ablamla aynı okula gidiyorduk ve aynı saatte eve dönüyorduk,sık sık da birlikte. Ablamın evde olmaması gibi bir gerekçe yok ortada anlayacağınız. Vakti geçirmek için yeni bir okul,dersler vardı ---derslere de bayılmıştım aslında.Eve gelir gelmez,hemen masamın başına geçip ödevlerimi yapıyordum.Hatta kendim hatırlamasam da ailemden duyduğuma göre,anaokulunda ablamın ödevlerini yapmaya çalışıyormuşum,henüz okuma-yazma bilmediğim bir dönemden bahsediyorum, ve bir defasında ''Ben ders çalışmak için yaratılmışım ! '' demişim.Dersleri çok seviyor olmamdan bahsetme sebebim ; Henüz o dönemde bilgisayar oynamakla insanlara değil,eşyalara sevgi duymaya başlamış olmamın ardından bu sefer de yine tek başına yapılan bir faaliyet olan öğrenmeyi,ders çalışmaya bağlanmış olmamın,yalnızlığa bir odada geçecek lise yıllarının ipuçlarının o yıllarda görülmeye başlamış olması. --- ama en önemlisi koca bir okulda başka çocuklarla ve yaşıtlarımla bir arada olabilmemdi.Gizli bahçemde ablam dışında yaşıtım olan -kaldı ki ablam da benden iki yaş büyüktü. - tek bir arkadaşımın bile olduğunu hatırlayamıyorum.Orada hep benden büyüklerle,liseli ve ortaokullu delikanlılarla arkadaşlık ederdim. Daha önce yaşıtlarımla arkadaşlık etmemiş olmam,yaşıtlarıma karşı meraklı olmamı sağlamalıydı.Yine de ben onlarla değil de derslerle ve bilgisayar oyunlarıyla vakit geçirmeyi yeğliyordum. O vakitler,onlardan uzaklaşmak gibi bir arzum yoktu.Okulda iken onlarla konuşurdum ve bundan da gocunmazdım.Böyle olsa da eve gitmek ve cansız dostlarımla vakit geçirmek hep ilk tercihim olurdu. Dikkat edilmesi gereken nokta yalnız başıma olmadığım. Bir dönemlik kopuşun ardından bir silsile halinde insanlardan yalnız yaşam arzusunun belirtilerini görüyorum şimdi o döneme baktığımda. Benim için sevdiğim insanlar kaybolmuştu.Belki geçici süreliğine yollarımız ayrılmıştı sadece -bir çocuk için anne-babanın odadan çıkmasıyla,bir daha hiç gelmemek üzere gitmesi arasında bir fark olmadığını bilirsiniz. - ama ben madden tam kopuş yaşamamış olsam da,manen tam kopuşun ilk evrelerini yaşamıştım o yıllarda. Zeze ise hem madden hem manen bu kopuşu tek seferde ve gerçekten yaşıyor. Sevgiyi,sıcaklığı ve güveni temsil eden dedesi. Kendini bildi bileli zayıf ve yaşlı,ölmeye yüz tutmuş halde. Sevginin vücut bulmuş hali olan bu adam hastalıklı ve cılız...yok olmaya mahkum. Zeze dedesini hiç görmemiş olsaydı sevginin varlığına hiç inanmayacaktı.Sevgi denen duyguyla hayatı boyunca tanışma şansı yakalayamayacaktı çünkü hayatta kalmak için bu duygudan umudu kesmesi gerekecekti.Babasının dayaklarından kurtulmak için,fakirlikten kurtulmak için hırs,nefret ve intikam ateşiyle yanıp kül olacaktı o koca yüreği. Dedesi geri kalan her şey pis kokarken,çöplükte bir elmas olarak parlayarak çarptı onun gözüne.Parlayan o keskin maviliğe henüz dokunmuşken,elinden düştü ve çöplük o güzel elması yuttu. Böylece güzellik de sevgi de,çöplüğe yenik düştü...en başından beri ipince ruhuyla. İnsan olarak içinde sevgi ve güzellik barındıran o tek şey gitti,yok oldu. Ve Zeze gördü ki güzel olan her şey ölüme mahkum..güzel olan şey acınası,güzel olan şey dayanıksız. Şeker Portakalı öyle değildi,hayır ! Fidan kırılsa da yeniden ekebilirdi,başka fidanlar da dikebilirdi. Ona zarar vermiyordu,onu yargılamıyordu,onu kırmıyor,onu dövmüyordu. İnsanların ona yaşattığı acıların -dedesi bile o sevgi dolu zayıflığıyla,yalnızca acısını bırakmıştı Zeze'ye ! - hiçbiri yoktu onlarda. Önce bir şeker portakalı olur bu iyilikten başka şey getirmeyen,kötülük etse de bunu asla onu kırma amacıyla yapmayan dost,ardından bir kurbağa sonra başka şey. Belki delikanlılığında bir ideal,belki bir hobi,belki hayran olunan ölü bir kahraman...Ama hiçbir zaman insan olmaz dostu onun,olsa da canlı olmaz o da. Zayıflığa da,ikiyüzlülüğe de,neşesizliğe de yüz çevirir, İnsanlardan uzaklaşır ve şeker portakallarıyla avunur. Artık düşündüğü,uğruna yaşadığı tek şey o fidanı büyütmekten ibaret olan,gözü başka şey görmeyen biri olup çıkar.
Şeker Portakalı
Şeker PortakalıJosé Mauro de Vasconcelos · Can Yayınları · 2022230.9k okunma
·
80 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.