Gönderi

...Benim bir Necat Aşkın'ım vardır ki, işte o kekemelerin şahıdır: Hep kekeledi, hala da kekeliyor. Bir keresinde kekemeliğini babasının baskıcılığına bağlamıştı ki, mutlaka haklıydı. Saint- Joseph'te Hazırlık sınıfına başlayalı daha bir ay bile olmamıştı ki, babası okula gelmişti, elinde tipik bir muhasebeci çantası, meşinden, hocamız Muhiddin Sakarya'yı görmeye. Efendim, oğlunun adı Necat'mış; ama okulda Nejat diye telaffuz ediliyormuş; işte onu şikayet etmeye: Böyle bir baba, adamı kekeme de ederdi, daha başka her şey de. İkimiz de daha Hazırlık'tayız; bir cumartesi öğleden sonra Necat'la birlikte Hale Sinemasına gittik. Hale Sineması Kadıköy'ün herhalde en eski sineması, daha önceki adı Apollon'muş ve rahmetli Münir Nurettin de ilk konserini orada vermiş; daha sonra bu sinemayı yıkıp yerine yeni bir bina inşa edip adını da Reks olarak değiştireceklerdi. Filmin başlamasına epey bir vakit vardı ki, biz sinemanın yan sokağındaki muhallebiciye oturduk; ben boza istedim kendime; Necat ise kesinlikle boza içmezmiş, fermante içecek ya, alkol varmış içinde, harammış. 12-13 yaşındaki çocuğun kafasını neyle doldurup hayat karşısında nasıl peşinen hadım etmiş, çok muhtemelen babası. O cumartesi gününden en az bir 40 yıl sonra duyup öğrenecektim malumatfuruş kelimesini, Ahmet Çiğdem'den; hem de kendi kendisi için kullandığında ve hemen Necat'ı hatırlıyorum, tanıdığım en malumatfuruş olarak. Ancak onun malumatfuruşluğu biraz farklı; dağarcığındaki malumatı ortaya sererken bilgiçlik taslayıp üstünlük kurmak gibi bir derdi yok; kendisi için farklı bir kelime kullanmak gerek: Malumatkolik veya malumatoman. Ben kendisine "ayaklı ansiklopedi oldun, ama adam olamadın" diye takılırdım. Son gördüğümde de yine pek çok dergiye aboneydi, ağırlıkla Fransızca olınak üzere. Çok ve her şeyi okurdu; ama kafasında bir problem var da onu çözmek ya da başkalarının problemlerini çözmelerine katkıda bulunmak üzere değil, sırf malumat sahibi olmak üzere. Espri mi yapıyordu yoksa ciddi miydi bilemiyorum, ama birkaç dergiden kendisine gelen teklifleri "ben kekemeyim, o yüzden yazdıklarım da akıcı olmaz" diyerek reddettiğini söylemişti: Necat, ya şaka yapıyordu, yoksa kendisi bizatihi bir şakaydı, tanrının bize yaptığı. Ve pozitivist kelimesini de işte o cumartesi, işte o muhallebicide Necat'ın ağzından duymuştum: "Sen" demişti, "tam bir pozitivistsin". Okulda, ortadan bir konuşmada demişim ki, "Kürtleri niye zorluyoruz ki, ayrılmak istiyorlarsa ayrılsınlar''. Pozitivist kelimesini ne kadar yerli yerinde kullanıyordu, o tabu ki tartışılır; ama bakar mısınız 12-13 yaşındaki iki çocuk neleri konuşuyor, hangi kelimeleri kullanıyor: İşte size Kadıköy, daha da özellikli olarak Saint-Joseph mucizesi. Necat, boza bile içmeyen bir Müslümandı, ama evlerinde kaldığımda mutfaktaki masada yediğimiz akşam yemeğini unutmuyorum: Ben rakımı içerken karısı şarabını açmış, kendisi de su mu, kola mı, ayran mı işte bir şeyler içiyordu. Sonuçta Necat bir Kadıköylü ve Saint-Josephliydi; epey bir geç yaşta evlendiği Servet Hanım ise çok çalışkan ve dümdüz bir gazeteci-dergiciydi ve bayağı genç yaşta ayrıldı bu dünyadan beş-altı yıl önce.
·
45 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.