Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Nurullah Genç- Yağmur şiirinin hikayesi
Peygamber sevgisi salona sığmadı Karatay Belediyesi ile TYB Konya Şubesi’nin birlikte organize ettiği Kutlu Doğum programına Şair Nurullah Genç katıldı. Aziziye Kültür Merkezi’ni dolduran Konyalılar, Nurullah Genç’ten hikâyesiyle birlikte Yağmur şiirini dinlediler, efendimize salat ve selamda bulundular. Şair Prof. Dr. Nurullah Genç’in konuşmacı olarak katıldığı Programa Karatay Belediye Başkanı Mehmet Hançerli, İl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çıpan, Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şube Başkanı Mehmet Ali Köseoğlu, Aydınlar Ocağı Başkanı Mustafa Güçlü, muhtarlar ve çok sayıda davetli katıldı. Programın açılışında konuşan Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şube Başkanı Mehmet Ali Köseoğlu, Konya’da kültür ve sanatın adresi olmaya devam ettiklerini, Kutlu Doğum vesilesiyle de bu anlamlı programı Karatay Belediyesi ile organize ettiklerini kaydetti. Köseoğlu, “Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’i çok seviyoruz. Ona salât ve selam ediyoruz. Bugün bu program vesilesiyle bizleri bir araya getiren onun sevgisidir. Onu çok seviyoruz” dedi. TYB Konya Şube Başkanı M. Ali Köseoğlu’nun ardından söz alan Karatay Belediye Başkanı Mehmet Hançerli, Kutlu Doğum haftası nedeniyle tertip edilen bu programla Aziziye Kültür Merkezinin ilk kez bu kadar bir kalabalığı ağırladığını belirterek hem Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi hem de sivil toplum kuruluşları ile ortaklaşa bu tür kültürel programlara ağırlık verileceğini ifade etti. Düzenlenen program ile Peygamber efendimize duyulan muhabbet ve sevgiden ötürü bir araya geldiklerini dile getiren Başkan Hançerli, Prof. Dr. Nurullah Genç’e de katılımlarından dolayı teşekkür etti. Selamlama konuşmalarının ardından, şair Prof. Dr. Nurullah Genç kürsüye geldi. Nurullah Genç, “Söz konusu olan Peygamber Efendimiz olunca sözler bitiyor aslında” diyerek başladığı konuşmasında Yağmur Şiiri’nin nasıl ortaya çıktığını anlattı. Detaylı bir şekilde hayatını, çocukluğunu, yağmur şiirine kadar olan zamanın nasıl geçtiğini ve bir naatın bir çocuğun dünyasında nasıl ortaya çıktığına değinen Nurullah Genç, dinleyenleri adeta mest etti. Şair Nurullah Genç kendisinin kaleme aldığı “Paylaşabilirmisin” ve “Yağmur” adlı şiirleri de okudu. Nurullah Genç, yağmur şiirinin doğuşunu şöyle anlattı: "Bu programdan çıktıktan sonra siz de kendinize sorun, ben de sorayım “nereye gidiyoruz” diye. Herkes bir yerlere gidiyor çünkü. Bir baktım, bir hareket var, giden gelen, giden gelen, bir hareket var. Döndüm aya baktım, güneşe baktım, onlar da gidiyor. Kainatı düşündüm, gidiyor. Hepsine sordum adeta; “nereye gidiyorsunuz?” Rabbimizin bize sorduğu soruyu ben onlara sordum.  Hafızam bir tarih koridoru gibi açıldı. Uhut savaşına gittim. Az önceki şiirde de vardı. Hani aslanları avlayan bir yiğidin, bir vahşinin pençelerinde solan  mısraları vardı Hz. Hamza’yı anlatan. Onun için gizli bir naattır dedim.  Onu sordum. Dedim ki, Uhut savaşında Efendimizin buradan ayrılmayın dediği okçulara seslendim.  “nereye gidiyorsunuz, Efendimiz sizi buraya dikmedi mi? buradan ayrılmayın demedi mi? Şöyle şöyle olsa bile ayrılmayın demedi mi? Siz savaşı kazandık diye ganimet için gidiyorsunuz öylemi? Gidin bakalım. Hafızam geldi Abdülhamit Han’a… Osmanlının yıkılışına… Bundan bir ay önce Balkanlardaydım. Bütün acısını yaşadım o yılların… Abdülhamit Han’ı indirmek isteyenlere sordum. “Ne yapmak istiyorsunuz? Ne yapmak istiyorsunuz? Devleti Aliye’yi ayakta tutmak için çırpınıyor, canını verecek. Neden indirmek istiyorsunuz?” Zaten indirdiler, ondan sonra Balkan savaşı patladı. Her şey alt üst oldu. O sorgulama içinde kalemi elime aldım şu mısraları yazdım: Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü Sensiz kıtalar boyu uzayan vatan düştü Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü. Bu mısraları yazdım, sonra okudum. Sevindim o anda. Herhalde ben naat yazmaya başladım diye… Bir daha okudum. Dostlar, bu dörtlüğü yazdıktan sonra ben farklı bir aleme girdim. Otobüsten indim, eve gittim, eşime şöyle söyledim; “Ben bir şiir yazmaya başladım, muhtemelen bir naat yazmaya başladım. Ne zaman biter bilmiyorum. Ama ne olur bu süre içerisinde beni mazur gör. Az konuşabilirim, bir şey sormayabilirim, akşam gelip odaya kapanabilirim. Canın yanabilir bu adama ne oldu diye? Bir şeyden emin ol ben hasta falan değilim, kafayı yemiş de değilim. Ama bir şeyler yazacağım belli.” Eşim bunun şahididir 3 ay. Böyle sürdü çünkü. Kapandım. Üniversite lojmanlarında kalıyorum, 40 metrekare. Bir odası var, bir de salonu var. Salonu bizim odalardan daha küçük. 2 çocuk var. Dedim ki eşime, “sen çocuklarla bu odada kal, ben de salonda kalayım. Ne zaman çıkarım odadan, ne yaparım bilmiyorum. Sen sadece suyuma, ekmeğime, yiyeceğime dikkat et, ben onları bile unutabilirim.” Eşim tamam dedi. Ben sosyal hayatı çok zengin bir adamım. Üniversitede şakalar yaparım, arkadaşlarımı bir araya toplarım. Sosyal faaliyetlerim çoktur. Bir anda bunlar kesildi. Üniversiteye gidiyorum, arkadaşlara sadece selam veriyorum. Selamünaleyküm diyorum, Aleykümselam diyorlar, geçip gidiyorum. Merhaba deyip geçip gidiyorum. Bir süre sonra demişler ki; “Allah Allah bu adama ne oldu? Bir gariplik var bunda…”  Bu durum devam edince 1 hafta, 2 hafta, 1 ay aralarında demişler ki, ya herhalde bir hastalık peydah oldu bunda, bunu hastaneye götürelim. Beni doktora, psikiyatri servisine götürmek için hazırlık yapmışlar. Ruhsal bir hastalık meydana geldi, herhalde akıl hastalığına yakalandı diye… Çünkü içime kapandım bir anda… Her akşam odaya kapanıyorum, içime kapanmışım odaya da kapanıyorum. Duvarlarda bütün bir tarih. Efendimizin bütün öğretisi, bütün mesajları… Hadis kitapları bir tarafta, Kur’an bir tarafta… Açıyorum, bakıyorum, düşünmeye çalışıyorum. Böyle bir hal… Öte yanda arkadaşlar doktora gitmişler durumu anlatmışlar, doktor demiş ki; “şizofren başlangıcı, ama kendisine de söylemeyin, iyice derinleşir, çaktırmadan hastaneye getirin.” Beni böyle sessiz bir şekilde de hastaneye götürmeye çalışıyorlar. İşte bir arkadaş hasta görmeye gidelim diye beni hastaneye götürmeye çalışıyorlar. Anlayamıyorum ben de “niye bu kadar ısrar ediyorlar” diye… Sonradan söylediler. 3 ay sonra şiir bitti. Ama ondan sonra da gerçekten hastaneye gittim. Şiiri bitirdikten sonra Fakültedeki arkadaşları topladım, onlara okudum ve  “arkadaşlar hakkınızı helal edin, böyle bir şiire başlamıştım, sonra anladım ki bir naat nasip etti Cenab-ı Hak. Bu tamamen Allah’ın bir lütfudur.  Böyle nasip etti, 10 yıldır içimde bir çile vardı. Ta çocukluğumdan başlamış, köy odasından… bir şiir yazayım, bir naat yazayım diye… O yıllarda aslında düşmüş bana…  Böyle bir naat nasip etti Allah…  Adı  “yağmur.” Yağmur ismi de yıllar öncesinden vardı zaten.  Şimdi size o şiiri okuyacağım, 3 aydır aranızda bu yüzden yoktum, hakkınızı helal edin” dedim.  Arkadaşlarımın gözlerinde yaşlar peydahlandığını hatırlıyorum. Şiiri okuduktan sonra arkadaşlar; “şükür ki o durumun arkasından böyle bir şey çıktı. Başka bir şey çıksa çok üzülecektik, şimdi çok sevindik” dediler. Şimdi görüştüğüm bazı arkadaşlar; “abi 3 ay daha kapanmıyor musun?” diye soruyorlar. Hoşlarına gitmişti, çünkü yağmur diye bir şiir çıkmıştı arkasından… Ben şiir bittikten sonra ertesi gün gerçekten hastaneye gittim. Sebebi de şu… El parmağımın ucundan ayak parmağımın ucuna kadar bütün vücudum çıbanlarla doldu. Kıpkırmızı çıbanlar sardı vücudumu… Doktor muayene etti ve “çok büyük bir gerilim, büyük bir stres yaşamışsınız ve zona diye bir hastalığa yakalanmışsınız, bir deri hastalığı” dedi. Bir yıl kadar tedavi gördüm ve ondan sonra izi kalmayacak şekilde iyileştim. Yağmur şiiri böyle çıktı ortaya… Sonra gittim arkadaşlarla konuştum. Yarışma ilan edildi, yarışmaya gönderelim mi, göndermeyelim mi diye tartıştık. Onlar “hocam göndermemiz lâzım ki, efkârı umumiye ye mâl olsun” dediler. Bir arkadaşım kendisi hazırladı, dosyasını, zarfını, rumuz koyduk ve ödül geldi. Bu şiir böyle yazıldı. Umuyorum ki ben öldükten sonra, hayatımda geride kalacak bir sadakayı cariye olacaksa yağmur onların başında gelsin. Umuyorum ki, öldükten sonra mahşerde Efendimizin şefaatine nail olabilecek bir yola sebep olsun. Umuyorum ki size de Cenab-ı Hak, Efendimizin şefaatini nail etsin. Başkasının, başkası için duası efdaldir. Siz bu çerçevede yağmur için bana dua edin, ben de sizin için dua edeyim. Allah’ ta size şefaat versin. Şimdi size yağmur şirini okuyayım.” Daha sonra yağmur şirini okuyarak konuşmasına son veren Nurullah Genç, dakikalarca ayakta alkışlandı.
·
362 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.