Gönderi

İlkel göçebe toplulukları gelecek kuşaklarla hiç ilgilenmiyorlardı. Bir toprak parçasına çakılı olmadıklarından, hiçbir mülkleri olmadığından ve kendilerini hiçbir sabit şeyde cisimleştirmediklerinden, sürekliliğe ilişkin hiçbir somut fikirleri olamıyordu; öldükten sonra yaşamak diye bir kaygıları yoktu ve zürriyetlerinde kendilerini görmüyorlardı. Ölümden korkmuyor ve mirasçıları olmasını talep etmiyorlardı, çocuklar onlar için bir zenginlik değil, yüktü. Bunun kanıtı, göçebe halklarda çocuk kırımının her zaman yaygın olmasıdır, katledilmeyen birçok yeni doğmuş bebek de, genel bir ilgisizlik içinde sağlık koşullarına özen gösterilmediği için ölürdü. Dolayısıyla, çocuk doğuran kadın, yaratmanın gurununu tanımaz, kendini karanlık güçlerin elinde edilgen bir oyuncak gibi hisseder acılı bir süreç olan doğum yararsız, hatta can sıkıcı bir kazadır. Daha sonraları çocuğa daha çok değer verilecektir. Ama ne olursa olsun doğurmak, süt vermek birer etkinlik değildir, doğal işlevlerdir bunlar; bunlara hiçbir tasarı bağlanmaz. Bu yüzden kadın burada varoluşunun mağrurca olumlanmasının motifini bulmaz, biyolojik yazgısına edilgen bir biçimde katlanır. Annelik yüküyle bağdaşabilecek tek iş olduğu için kendini adadığı ev işleri kadını tekrara ve içkinliğe hapseder. Ev işleri, yüzyıllar boyunca neredeyse hiç değişmeden sürüp giden bir şekilde günbegün kendini yeniden üretir, yeni hiçbir şey üretmezler. Erkeğin durumu ise radikal şekilde farklıdır, topluluğu arılar gibi basit bir yaşamsal süreçle değil, hayvanlık durumunu aşan edimlerle besler erkek. Homo faber daha baştan itibaren bir mucittir. Ağaçtan meyveleri düşürmek ve hayvanlara vurmak için koluna silah olarak eklediği sopa ve topuz bile onun dünyaya tutunuşunu güçlendiren aletlerdir. Denizden topladığı balıkları eve getirmekle sınırlı değildir işi: İlkin tahta kayıklar oyarak denizleri fethetmesi gerekir; dünyanın zenginliklerini mülk edinmek için dünyanın kendisini ilhak eder. Bu eylemde kendi gücünü sınar, erekler koyar ve bunlara doğru giden yollar tasarlar. Kendini, varolan olarak gerçekleştirir. Sürdürmek için yaratır, şimdiki zamanın dışına taşar, geleceğin kapısını açar. Balık ve av seferleri işte bu yüzden kutsal bir nitelik taşımaktadır. Bu seferlerdeki başarılar şölenlerle ve zafer törenleriyle karşılanır, erkek bu başarılarda insanlığını tanır. Erkek bu gururu bugün hala bir baraj, bir gökdelen inşa ettiğinde ya da bir atom pili yaptığında sergilemektedir. Sadece verili olarak bulduğu dünyayı sürdürmek için çalışmamıştır. Onun sınırlarını yıkmış, yeni bir geleceğin temellerini atmıştır.
Sayfa 93 - İkinci Kesim: Tarih
·
33 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.