Bu dört yılı dört duvar arasında geçirdim, çalışmağa gitmek için dışarıya çıktım ancak. İş de ağırdı ha!
Yorgunluktan zaten bitkin haldeyken kötü havada, yağmurda, yahut kışın o çekilmez soğuğunda çalıştığım oldu.
Bir seferinde tam dört saat ek görev yaptırdılar: Termo metrenin cıvası donmuştu. 40 dereceden fazla soğuk vardı. Bir ayağım dondu.
Hepimiz bir arada, üstüste, aynı kışlada yatıp kalkıyorduk. Bir köhne, külüstür yapı düşün, ahşap, kullanılmaz hale gelmiş, çoktandır yıkılmağa mahkûm. İnsan yazın sıcaktan boğuluyor, kışın soğuktan donuyordu.
Döşeme tahtaları çürümüştü, üzerleri dört parmak kirle kaplıydı. Küçük pencereler pislikten yemyeşildi, öyleki, güpe-gündüz bile zar-zor okuyabiliyordu insan. Kışın da bunların üstünü dört parmak buz kaplıyordu. Dam akıyordu. Duvarlar çatlaktı. Balık istifi haldeydik. Sobaya altı tane kütük atıyorduk ama boşuna, hiç ısıtmıyor (odada buz güç eriyordu), çekilmez halde tütüyordu: Bütün kış böyleydi bu.
Mahkûmlar kendi çamaşırlarını odalarda kendileri yıkıyorlardı, bu yüzden de su birikintileri vardı her yan da. insan nereye basacağını bilemiyordu. Gece bastırdıktan sonra sabaha kadar ne sebeple olursa olsun dışarıya çıkmak yasaktı. Oda kapısının önüne bir kova koyuyorlardı, ne İşe yaradığını anlarsın tabiî. Kokudan burnumuzun direği kırılıyordu bütün gece. Mahkûmlar: “îyi ama, madam ki insanız, pislemeden olur mu?” diyorlardı.Karyola namına iki tane kuru tahta. Tek bir yastığa izin vardı bizim için. Yorgan, battaniye hak getire: Kısa paltolarımızı örtünüyorduk, ayaklarımız alıkta kalıyordu. Bütün gece soğuktan tir tir titriyorduk. Tahtakurusu, bit, hamamböceği dersen tümen tümen. Kışlık giyeceklerimiz en eskisinden iki tane kürklü kaputtu, hiç de sıcak tutmuyorlardı insanı. Ayaklarımızda da kısa konulu çizmeler! Gel de bunlarla yürü Sibirya’da!
Yemek diye lâhana çorbasıyla ekmek veriyorlardı.
Nizamlara göre adam başına yüz gram et konulması gerekti içine. Ama gel gör ki et kıyma halindeydi, hiçbir zaman da yüzünü görmek nasibolmadı. Yortu günleri bulgur pilâvı veriyorlardı ama bu da yağsızdı hemen hemen.
Büyük perhizde ise sade suya lâhana çorbası, başka bir şey yok. Midem çok bozuldu. Birkaç defa hastalandım. Parasız yaşanır mı bu şartlar altında, düşün bir! Param olmasaydı halim nice olurdu? Âdi mahkûmlar da bizim gibi bu yemeklerle yetinemiyorlardı ama hepsinin de kışlada, ufak-tefek alışverişleri vardı da birkaç kuruş kazanıyorlardı. Ben de çay içiyordum ve hakkım olan et tayınını para vererek alıyordum. Beni kurtaran da bu oldu.
Tütün içmemek de imkânsızdı ayrıca, böyle bir havada boğulurdu insan. Gizli içmek gerekiyordu yalnız. Hastanede birkaç kez yattım. Sar’a nöbetlerim tuttu ama arasıra, seyrek oldu bu. Ayaklarımda hâlâ romatiz ma ağrıları var. Bunların dışında iyiyim. Bütün bu dırıl tılara kitaplardan hemen hemen yoksun oluşumu da ek le. Elime rastgele bir kitap geçirebilirsem onu da arka daşlarımın bitmez tükenmez hıncı, gardiyanlarımızın zorbalığı arasında; kavgaların, küfürlerin, bağırışmaların gürültüsü ortasında, sürekli bir patırdı içinde kaçamak la okumak gerekiyordu. Hiç yalnız değildim! Ve dört yıl, tam dört yıl vallahi! Halimiz perişandı desem, durumumuzu anlatmağa yetmez bu! Bir de bütün bunlara, insanı serseme çeviren, o devamlı ters bir iş yapma korkusunu ekle, burada nasıl ömür tükettiğimi anlamış olursun. Bu dört yıl boyunca ruhumla inançlarım, kafamla gönlüm ne hale geldi, ne sen sor ne ben söyliyeyim, çok uzun olur çünkü. Acı gerçekten kaçıp kara kara düşünmem büsbütün yararsız olmayacak. Şimdiyse isteklerim, umutlarım var ki aklımdan bile geçirmiyordum bunları eskiden. Ama bütün bunlar birer hayal henüz. Onun için geçelim.
Yalnız sen beni unutma, yardım et bana! Kitap lâzım, para lâzım: Gönder bunları Allah aşkına!
Sayfa 67 - Varlık