Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

2022 Yılının En İyi Korku Filimleri -1
2022 korku sineması adına oldukça bereketli bir yıl olarak hatırlanacak. Hayatın yeniden normalleştiği (ya da bakış açısına göre normalleştirildiği) COVID sonrası(!) ilk dönem olarak da hatırlanabilecek 2022 yılında karşılaştığımız yoğun üretim, belki de uzun sayılabilecek mecburi bekleyiş sürecinden iplerini kopartırcasına çıkmak isteyen sektör bileşenlerinin etkisiyle gerçekleşti. Korku sineması da bu yoğun üretimden payına düşeni aldı elbette. İşin daha da ilginç tarafı yıl içerisinde izlediğimiz korku filmlerinin kalitesinde gözle görülür bir artış vardı. Bu nedenle ilk 15’e koymak istediğim filmleri seçmekte bir hayli zorlandım ve inanın yedek olarak listenin alt kısmına eklediğim filmlerden birçoğu rahatlıkla ana listede olabilirdi. Her yıl yaptığımız uyarıyı yine tekrarlayalım. Listedeki bazı filmlerin 2021 yapımı olmasına itiraz edenler olacaktır. Gereksiz bir açıklama olacak ama yine de söyleyelim; 2021 yapımı filmlerden bazıları, yılın son aylarında dağıtıma çıkar, kimisi gösterime girmeden önce festivalleri dolaştığından ülkemize daha geç gelir, kimisi de hiç uğramaz bile, dolayısıyla filmin bize ulaşması mecburen 2022 yılını bulur. Bir önceki yıl içerisinde değerlendiremediğimiz bu filmler, doğal olarak bu yıl içerisinde değerlendirilir. Buna ek olarak bu yıla özel bir istisna yapmak durumundayız. 2020 yapımı kimi filmler de pandemiydi, festival turunun uzamasıydı derken bize ulaşmaları ne yazık ki 2022’yi buldu ve bu filmleri de aynı şekilde bu yıl içinde değerlendirmek durumunda kaldık. You Won’t Be Alone (2022) Goran Stolevski’nin yazıp yönettiği You Won’t Be Alone, geçen yılın en büyük sürprizlerinden biriydi. Bize çok da uzak olmayan bir coğrafyada, 19. yüzyıl Makedonya’sında geçen film, bedenden bedene atlayan bir cadı aracılığıyla “insan nedir” sorusuna cevaplar arıyor. Mevzuya bir cerrah edasıyla yaklaşan film, toplumsal cinsiyet, kimlik ve varoluş gibi kavramları parçalara ayırıp en ince detayına kadar masaya yatırıyor ve (cevap ay gibi ortada olmasına rağmen inatla) izleyenleri “düşünmeye” davet ediyor. Noomi Rapace’nin çizgi üstü performansı gözlerden kaçmıyor. Geçen yılın açık ara en iyi filmlerinden biri. The Sadness (2021) Tayvan’dan beklenmedik bir zombi/’infected’ bombası! Her işine bayıldığımız Garth Ennis’in kaleminden çıkma çizgi roman serisi Crossed’dan esinlenen Rob Jabbaz’ın yazıp yönettiği The Sadness, klasik salgın şablonunun çizdiği sınırlar dâhilinde hareket ediyor. İnsanın en temel (yani en tehlikeli) içgüdülerini baskın hale getiren virüsün hızla yayılmasıyla ortalık savaş alanına dönüyor ve belli bir seviyeye getirebilmek için yüzyıllarca uğraşılan uygarlık bir anda orta yerinden kırılıveriyor. Şiddet sahnelerinde elini hiç de korkak alıştırmayan film, ‘gore’ seviyesini olabildiğince yukarılara çıkarmak için özel gayret sarf ediyor. Böylece korkunç eylemlerine hep bir mazeret kılıfı uydurmakta üstüne olmayan insanın, bu dünyadaki en korkunç “şey” olduğunun altı bir kez daha kalınca çiziliyor. Mad God (2021) Star Wars, Indiana Jones, RoboCop, Jurassic Park ve Starship Troopers gibi filmlerin çeşitli özel efekt departmanlarında görev alan Oscar ödüllü Phil Tippett’ın en büyük rüyası/kâbusu nihayet gerçek oldu. Tamamı stop-motion animasyondan oluşan Mad God’ın yapım macerası yaklaşık 30 yıla yayılıyor. CGI’ın hızlı yükselişi sonrası bir ara rafa kaldırılır gibi olduysa da çevresinin baskısına dayanamayan Tippett’ın ikna olmasıyla proje yeniden start aldı ve ortaya tam bir deli işi çıktı. Mekân, karakter, canavar/yaratık tasarımlarına hayran olmamak mümkün değil, her bir sahneyi defalarca izlemek istiyorsunuz. Ray Harryhausen, stop-motion bayrağının böylesi göndere çekildiğini görseydi gurur duyardı. X (2022) The House of the Devil (2009) ile tüm korkuseverlerin gönlünü fetheden Ti West, beklentileri arşa çıkarmış, ancak sonraki filmleriyle vasatın altıyla üstü arasında gidip gelmişti. Geçen yılın en çok ses getiren korku filmlerinden biri olan X, yönetmenden uzun yıllardır gelmesini beklediğimiz filmdi denebilir. Tobe Hooper klasiği The Texas Chainsaw Massacre’a (1974) saygı duruşu niteliğindeki film, 1970’li yıllarda geçiyor. Küçük bir porno film ekibi, kırsalda gözlerden ırak bir çiftliğin içinde yer alan bir kulübeyi sahiplerinden habersiz film çekmek için kiralıyor ve tabii ki başlarına gelmeyen kalmıyor. ‘Slasher’ kalıbına uygun dehşet, en beklenmedik (ya da belki de en beklendik) yerden geliyor. Bilindik şehirli-taşralı ya da modern-muhafazakâr çatışmasını merkeze yerleştiren filmde, malum tarafın (zaten ortaya çıkmak için fırsat kollayan) bastırılmış arzularının açığa çıkmasıyla ortalık kan gölüne dönüyor. Ama filmin kansız geçen ilk bölümü de (bilhassa porno film konusunda) ilginç tartışmalara ev sahipliği yapıyor. Ti West’in geçen yılki vukuatı bununla sınırlı kalmadı. Üçlemenin ilk filmi olarak duyurulan X’in öncesinde olanları anlatan devam filmi Pearl de geçen yılın önemli korku filmlerinden biriydi. Yani bu listeye rahatlıkla onu da alabilirdim. Seçenekler o kadar fazlaydı ki listede iki Ti West filmi birden olmasın istedim. Üçlemenin son filmi MaXXXine’de de yer alacak Mia Goth, ilk iki filmde resmen parlıyor. Scream (2022) Wes Craven ve Kevin Williamson işbirliğiyle 1996 yılında başlayan Scream serisine, aradan 26 yıl geçmesine rağmen hâlâ ilk günkü gibi taze kalmayı başaran yeni bir halka daha nasıl eklendi, inanılır gibi değil. Matt Bettinelli-Olpin ve Tyler Gillett’ın birlikte direksiyona geçtikleri yeni film, her zaman güvenilir bir “marka” olan Scream geleneğini devam ettiriyor. Filmdeki ‘requel’ muhabbeti, bir nevi yeni Scream’in manifestosu hüviyetinde. Orijinaline sadık kalıyor, aradaki devam filmlerini yok saymıyor ama yoluna yepyeni karakterlerle eski usul devam ediyor. Filmin köklerine bağlılığını alenen ilan eden ‘gore’ seviyesi yüksek cinayet sahneleri ise filmin en önemli artılarından biri. Fakat kendi yükselttikleri çıtanın seviyesini (Scream 6 ile devam edeceğini bildiğimiz) sonraki devam filmlerinde koruyabilecekler mi, emin değilim. Resurrection (2022) Geçen yılın beni en çok şaşırtan sürpriz filmlerden bir diğeri de Andrew Semans’ın yazıp yönettiği Resurrection oldu. Dışarıdan asla yıkılmayacakmış gibi güçlü görünen, aşırı düzenli bir kadının kontrollü hayatı, bir erkeğin sadece aniden ortaya çıkmasıyla beraber allak bullak oluyor. Resurrection, geçmişte yaşanan ağır travmanın, üstü örtülüp geçti zannedilmişken ufacık bir dürtmeyle yeniden nasıl tetiklendiğini anlatıyor ve (eğer öyle bir şey mümkünse) travmadan tamamen kurtulmak için yapılması/yapılmaması gerekenler nelerdir sorusuna alternatif cevaplar üretiyor. Uzun zamandır korkuyu bu denli iliklerime kadar hissettiren bir filme denk gelmemiştim. İnanın, birçok sahnede nefes almakta bile zorlanacaksınız. Oyuncu performansları muhteşem; Rebecca Hall ve Tim Roth karşılıklı döktürüyorlar. Söylemezsem olmaz; filmin diğer kısımlarından bütünüyle ayrışıyor gibi görünen çarpıcı final bölümü, en az Society’ninki (1989) kadar etkili. Resurrection’ın etkisinden uzun süre kurtulamayacaksınız. The Seed (2021) 1980’lerin popüler yaratık filmlerinden, biraz daha “sevimli” kanada düşen Gremlins (1984) veya Critters (1986) gibi örnekleri hatırlıyorsunuzdur. Bunu bir cebe koyalım. Diğer cebe de Harry Bromley Davenport’un hastası olduğumuz Xtro (1982) ya da Brian Yuzna çılgınlığı (evet, yine) Society (1989) gibi aşırılıkları koyalım. Bu ikisini 1980’lerin bol grenli, pis, çamur görüntülerinden ayıklayıp, daha çok günümüzün Instagram gibi sosyal medya çılgınlıklarının alametifarikası sayılan, envaiçeşit filtrelerden geçmiş, cilalı görüntüleri ile birleştirelim. İşte karşınızda The Seed… Sam Walker’ın yazıp yönettiği film, seksenler tür sinemasına yüklü miktarda atıfta bulunan, günümüzün sosyal medya kaynaklı saçmalıklarıyla doyasıya dalgasını geçen, bayağı eğlenceli bir korku komedi. Listedeki yerini yaratık filmlerinin her türlüsüne düşkünlüğümden dolayı pek de zorlanmadan alıyor. Hatching (2022) Sıradaki filmimiz Finlandiya’dan. Hanna Bergholm imzalı ilk uzun metraj Hatching, E.T.’nin (1982) İskandinavya şubesi gibi başlıyor ama çok geçmeden direksiyonu kırıp çok daha karanlık bir yola sapıyor. Yetişkinliğe adım atmaya hazırlanan Tjina, anne, baba ve küçük erkek kardeşi ile dışarıdan mükemmel görünen dört kişilik çekirdek ailesiyle mutlu mesut bir hayat sürüyor gibi görünüyor, en azından annesinin aksatmadan videolar eklediği ‘vlog’una göre durum böyle. Her şeyin dengesi, yolunu şaşıran bir karganın yanlışlıkla salonlarına girmesiyle değişiyor. Tjina, yetişkinlerin dünyasındaki her şeyin, çocuk gözüyle göründüğü gibi mükemmel olmadığını fark etmeye başlıyor. Zalimliğe varan baskıyla mükemmeliyetçilik arayışına ve sosyal medyaya da eleştiriler getiren Hatching’in merkezinde ilginç bir büyüme hikâyesi var. Crimes of the Future (2022) David Cronenberg geri döndü. Evet, biliyorum, bir yere gittiği yoktu ama ‘body horror’ alt türünün bayrağını uzun zamandır başkalarına devretmişti. Crimes of the Future, tam manasıyla özlediğimiz türde bir Cronenberg filmi. Sanki istilaya hazırlanırmışçasına kendi kendine ortaya çıkan yeni iç organlar, performans sanatına dönüşen ameliyat şovları, organları kayıt altına alan devlet kurumları, garip cinsel haz arayışları gibi (Cronenberg’i takip edenlerin alıştığı) alışılmadık detayların şekil verdiği film, yine kötümser bir gelecek tasviri dâhilinde acı ve zevk kavramlarını didikliyor. Evet, finali birçokları gibi beni de pek tatmin etmedi ama “eski” Cronenberg’i çok ama çok özlemişiz. “Long live the new flesh!” sloganına da kardeş geldi sanki: “Surgery is the new sex!”
·
426 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.