Gönderi

Odasındaki kütüphaneye şöyle bir göz attım. Üst üste dizilmiş, belli ki eski ve okunmayan kitaplar bir köşedeydi. Küçük kitaplığa dizilmiş olanlarsa yakın dönemde alınmış ve yeniydi. Eski olanlar acaba okunmuş muydu? Sayfaların sararmış olması, kapaklarının eskimiş olması onların okunduğu anlamına mı geliyordu? Ya da yeni kitaplar pırıl pırıl diye illa ki okunmamış olmak zorundalar mıydı? Bütün bunları düşünürken gözüme ilk çarpan ve yepyeni gözüken bir kitaba elimi attım ve sayfaları karıştırmaya başladım. Tertemiz sayfalar, altı bir kez bile çizilmemiş cümleler, yepyeni bir kitap... İstisnasız yeni olan kitapların hepsine de baktım, hepsi de tertemiz ve sanki kitapçıdan dün alınmış gibiydi. Sonra elime bir kitap geçti; arkada kalmış, diğerlerine nazaran daha eski gibi. Yok, bu kitap değil bir defterdi. Ve sayfaları karıştırınca hiçbir yazının olmadığını anladım. Son sayfada bir paragraf yazıyı görünce başka bir şey daha anladım; kitapların sahibi bir yazardı ve benim eski dostumdu; diyordu ki; "Senin buraya geleceğini, yıllar sonra hiçbir şey olmamış gibi evimi, odamı ve en nihayetinde kitaplığımı ziyaret edeceğini biliyordum. Hayatım boyunca işte bu kitaplar gibi temiz yaşadım. Merak ediyorsan söyleyeyim; bütün kitapları okudum. Sahi bir kitabı kirletmeden okuyamayanlar, yaşantılarını nasıl temiz yaşayabilirler ki? Benim altı çizilecek bir cümlem, üstü kirletilecek bir kitabım olmadı hiç. Benim kitaplarım hep temiz, hep düzenli olmalıydı. Şimdi sana soruyorum, onca insanın günahına nasıl girdin? Kime diyorum ki. Senin elin kanlı, kalbin kirli, ruhun satılmış. Benim ruhumsa bu kitapların içinde. Şimdi usulca bir kitap seç, en rahatsız olan şu köşedeki koltuğuma otur ve oku artık içinde yazanları." Bir kitabın kapağının sertçe kapanma sesi duyuldu. Sokaktan geçen bir seyyar satıcı bir el silah sesi duyduğuna yemin etti.
·
33 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.