Kevin Melchionne "The
Idea of Aesthetic Health [Estetik Sağlık Fikri]" başlıklı ma-
kalede, "estetik açıdan sağlıklı" insanların diğer alanlarda
olduğu gibi sanatta da yeni ve daha incelikli deneyimlerin
peşinde koşan insanlar olduğunu savunur. Bu insanlar dün-
yayı "olası tatmin kaynakları alanı" olarak görür. Estetik sağ-
lığın belirtileri, Melchionne'ye göre, "karmaşık romanlar,
yabancı filmler ve garip heykel enstalasyonları"nın yanı sıra
onların leziz şarapları ayırt etme becerisi ve egzotik yiyecek-
lerden hoşlanmalarıdır. Estetik açıdan sağlıklı kişi, sanatse-
ver olmanın yanı sıra "güzelce bilenmiş ama obur bir estetik
iştahı" olan bir "gurme"dir ve "yeni tarifler hazırlamak için
"yeni tatlar arayışı içinde olacaktır." Görüldüğü gibi Melc-
hionne burada, tüketiciliği ve lüksü tartışmasız şekilde iyi
addetmekte ve sanatla birlikte yaşamdaki diğer her şeyi bir
seyahat dergisinin zarif pisboğazlığına indirgemektedir.
Sanatın salt haz açısından savunulması her zaman bu riski
taşır. Öte yandan sanatı ruhsallaştırmak ve onun bir dinin
yerini tutabileceğini hayal etmek de (5. Bölümde savundu-
ğum gibi) bir yanılsamadır.
"Sanat neye yarar?" sorusuna verdiğim daha umutlu
cevap, 5. Bölümün sonunda ele aldığım cezaevindeki sanat
bahsinde geçer. Sanat çalışmalarına aktif katılımın, kendi-
ni toplumdan dışlanmış hissedenlere, kurtarıcı bir özsaygı kazandırdığına ilişkin kanıtlar vardır. Bu, sosyal ve kül-
türel bir itibara sahip bir aktiviteye kabul edilmenin bir
sonucu olabilir. Ayrıca bu, sanatta başarı standartlarının
içsel ve kişisel yargıya bağlı olduğu ve standart akademik
eğitimde kazanılması zor olabilecek bir kişisel tatmin duy-
gusu verdiği gerçeğini yansıtmaktadır. Mahpuslar serbest
bırakıldıktan sonra sanatsal ilgilerini sürdürmeye çalışır-
ken karşılaştıkları zorlukların, toplumda sanata verilen
desteğin yetersiz olmasının bir sonucu olduğunu, bunun
da Sanat Konseyinin politikasına yansıyan mükemmellik
idealine inançtan kaynaklandığını belirtmiştim. Sanat
için ayrılan paranın tüm topluma yayılmasından ziyade,
Kraliyet Opera Binası gibi "nitelikli kurumlara" tahsis
edilmesini savunan görüş otomatikman halkı edilgen sa-
natsevicisi rolüne mahkum eder. Bu görüş, başka herhangi
bir alanda dillendirilseydi hoşgörüyle karşılanmazdı. Ör-
neğin eğitim için ayrılan paranın gelecekte yalnızca üstün
yeteneklilere harcanması önerisine derhal karşı çıkılırdı.
Sanatın "nitelikli kurumlar" da gerçekleşen bir şey
olduğu fikri temelde rekabetçi görünür. Bu fikir, sanat-
ta "başarı"yı ulusal spor zaferleri veya bilimsel atılımlarla
aynı düzeyde tutar. Bu muzaffer sanat görüşü, yüksek nite-
likli sanat eserlerinin insan ruhunun "anıtları" olduğu fik-
riyle ilintilidir. Bu yaklaşımla karşılaştığım en eski metin,
Rousseau'nun Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylev kitabıdır.259 Rousseau bu kitabında sanatın ve bilimin dahilere bırakıl-
ması ve sıradan insanların bu alanlarda rol oynamaya teşvik
edilmemesi gerektiği, çünkü sadece dahilerin "insan aklının
görkemine yaraşır anıtlar dikebileceğini" savunur. Bu anıt-
ların kimler için dikildiği belli değildir. Ancak insan sanatı
sadece insanlar tarafından takdir edildiğinden, Roussea-
u'nun önerisi, sanat etkinliğini, insan soyunun kendisini
yüceltmek için bir bahaneye dönüştürür; öteden beri dil-
lendirilen diğer türlere üstünlük varsayımıyla birlikte göz
önüne alındığında bu, insanlığın pek de ihtiyacı olmayan
bir kışkırtmadır. Ayrıca, eğer sanata bir anıt koleksiyonu
gözüyle bakılırsa, bu insanların çoğunluğuna anıt ziyaret-
çiliği gibi sıkıcı, ikincil bir rol biçer ve kurtarıcı bir faaliyet
olarak sanata katılım imkanını ortadan kaldırır. Ayrıca
şunu belirtmek gerekir ki, belki de Rousseau'nun kendisi de
"anıt" fikrine inanmamaktadır, çünkü kitabının geri kala-
nında, sanat ve bilimin insanları kadınsı, ahlaksız ve yoldan
çıkmış hale getirdiğini, onlar olmaksızın insanların kırsal
sadelik ve cehalet içinde yaşamalarının daha iyi olacağını
savunur durur.
İnsan aklının veya ruhunun "görkem"ine övgü ola-
rak sanat görüşleri sanatı esrikliğe veya coşkunluğa yol
açma olarak tasavvur eder ve bu haller dinde olduğu gibi
akıl ve mantıktan kaçış halleridir. Bu kitabın edebiyatla
ilgili 2. Bölümünde edebiyatın, onu rasyoneliteyle ilişki-
lendiren düşünce içeriğine odaklandım. Edebiyatın akıl
yürütme ve eleştiride bulunma becerisine sahip tek sanat
olduğunu savundum. Çağdaş kavramsal sanatın savunucularının, kavramsal sanatın, adından da anlaşılacağı gibi
kavramlar içerdiğini ve bunların günümüz toplumunu ve
kültürünü eleştirebileceğini vurgulayarak benim iddia-
ma itiraz edeceklerinin farkındayım. Ne var ki kanımca,
kavramsal sanatın kavram taşıma kapasitesi tartışmaya
açıktır. Dil, kavram taşımak için geliştirdiğimiz bir araç-
tır ve kavramsal sanatın olağan unsurları -nesneler, ses-
ler, ışık efektleri- dilin bu işlevini aynen yerine getiremez.
Kavramsal sanatın enstalasyonlarına eşlik eden kataloglar
ve açıklayıcı makaleler çoğu zaman kavramları "keşfettik-
lerini" iddia eder. Örneğin bir plastik geri dönüşüm ku-
tusu yığınının "kentin kendi kendini organize etme gücü
fikrini keşfettiğini" bize söylenir. Otel faturaları ve seya-
hat biletlerinden oluşan bir koleksiyon "sembolik olan ile
gerçek olan arasındaki ilişkiyi keşfeder." Beş tramplenden
oluşan bir dizi, "kişisel hafızayı ve kimliği keşfeder." Bu
iddiaların tümü 2004 Liverpool Bienalinin kataloğundan
alınmıştır ve ispatlanabilir iddialar olmadıkları apaçık or-
tadadır. "Keşif" sözcüğünü kullanmaları, en iyi ihtimalle,
yalnızca "konuya ilişkin muhtemelen bazı belirsiz düşün-
celer uyandırabileceği" anlamına gelir. Kavramları sadece
ve sadece dil keşfedebilir -plastik kutular, seyahat biletleri
veya tramplenler değil. Katalog yazarının yorumunun da
gösterdiği gibi, kavramları kesin ve açık olarak ifade etmek
bile dili gerektirmektedir.Liverpool Bienalindeki
bir başka sergi pamuktan yapılmış bir labirentti. Bütün bir
galeriyi işgal ediyordu ve "köleliğin tarihsel acılarını yansıt-
tığı" söyleniyordu. Aslında, Liverpool ve köle ticareti ko-
nusunda kısa bir makaleyi okumak bile köleliğin tarihsel
acıları hakkında bir labirentin söyleyebileceğinden daha
fazlasını söyler. Ancak okumak nispeten daha zahmetli
bir uğraşken, bir pamuk labirentinde dolaşmak, kavramsal
sanat savunucularının ona karşı mücadele ettiğini sandığı,
bilgi ve kavrayışın üstünkörü ve yüzeysel bir ikamesidir.
Buna karşın köleliğin acısını en etkili şekilde işleyen sanat
eseri bir edebiyat eseriydi: Harriet Beecher Stowe'un kölelik
karşıtı romanı Tom Amca'nın Kulübesi, bir ulusun vicdanı-
na hitap etmiş ve tarihin akışını değiştirmeye yardımcı ol-
muştur. Tolstoy Sanat Nedir? kitabında bu romanı Shakes-
peare' e tercih ettiğini belirtir ve burada bu örneği vermek,
edebiyatın şimdiye değin hiçbir kavramsal sanat eserinin
yapamadığı ölçüde zekayı ve hissiyatı pratik bir amaca -kö-
leliğin kaldırılmasına- yönelik harekete geçirme potansiye-
lini ortaya koymak bakımından yerindedir.
Sayfa 361 - Vakıf Bank Yayınları 1.baskı