Bir saattir kitap seçmeye çalışıyorum. Elime bir kitap alıyorum, okumaya niyetleniyorum geriye bırakıyorum. Anlatı okuyacağım diyorum, bir anlatı seçip okumak için gidiyorum, başlayamıyorum. Hikaye okuyayım diyorum, onu da bırakıyorum. Kitap seçme problemim her zaman vardı ama bu defa farklı bir şey de var bunun yanında. İçimde bir sıkıntı var. Hiçbir şey yapmak istemiyorum. Bu sıkıntı bu sabahtır hatta ne sabahı dün gecedir var. Aklım Sadık Hidayet’in Kör Baykuş’un da. Bu onun sıkıntısı. Daha önceden bir çok kitap da olmuştu oradan tanıyorum, üzerine yeni kitaplar okuyamıyordum. Huzursuzluğun Kitabında da olmuştu aynı durum. Yalnız onda içim daralmıyordu. Göğsüm sıkışmıyordu.
Dün geceyi hatırlıyorum, aklım kitabı okurken ki düşüncelerimde. Baştan normal bir roman, hikaye gibi başlamıştı. İlk başları da çok güzeldi, sitemler, aforizmalar. Sonra işler karıştı. Neredeydi bu Sadık Hidayet ne yapıyordu. Amcası mı gelmişti, gitmiş miydi? Kalendere o zihninden atamadığı resmimi çiziyordu yoksa Afyon mu çekiyordu. Ya da hiçbirisiydi. Masanın başına oturmuş vasiyetnamesini mi yazıyordu. O da mı değildi yoksa bir düş mü görüyordu. Birisi mi ölüyordu. Birilerini mi öldürmek istiyordu, öldürüyordu, polisler mi geliyordu. Güzel gözlü bir kadın vardı adeta hayat ışığı, onu niye öldürdük bu yaşlı adam da nerden çıktı, ya ya diye konuşan. Bunlar neyin simgesi bu imgelemleri zihni nasıl yarattı. Yoksa vasiyetnameyi yazarken anlattığı anılardan mı geliyorlardı. O kahpe kadını öldürdük mü yoksa kabustan mı uyandık. Her şey çok karışıktı. Aynı geceler boyu gördüğüm kabuslar gibi. İç içe iç içe bir sürü karışık görüntüler. Acı gerçek acı. Sarsılarak uyandığın kabuslardaki acılar elbette ki gerçekten daha gerçektir. Kan ter içinde uyanıp geriye uyuyamazsın. Hatta o kadar gerçektir ki uyandığında 5 dakika kendine gelemez, şok etkisinden çıkamazsın. Boş boş etrafına bakarsın. Bu adam bunu mu anlatmıştı, anlattığı buysa nasıl anlatmıştı. Yoksa Afyon çekerken gerçekle düşü mü karıştırmıştı. Gerçekten kemik saplı bıçakla birilerini öldürüp düşteyim mi sanmıştı.
Sen ne biçim yazarsın bana bunları niye yapıyorsun? Böyle kitap mı yazılır. Acı bu kadar mı gerçek anlatılır. Okuyucunun içine böyle mi işlenir. Yazarsam geçer diye yazıyorum ama geçmiyor. İçimdeki sıkıntıyı atmak istiyorum ama yüreğime oturdu çıkmıyor. Belki de o raftaki zehirli şarabı ben içmeliyim yoksa o da mı rüyaydı. Hangisi gerçekti hangisi rüyaydı. Yoksa gerçek olmayan bu hikayeyi okuyan ve bunları yazan ben miyim? Ya da hiçbirimiz gerçek değil birer zihin ürünü müyüz?
Herkese kabussuz geceler dilerim..