Gönderi

girmiş ve yerleşmeye çalışmakla meşgul olan hastalık bile hafif kalırd kendisine yaptıklarının yanında... Uçakta önüme gelen bütün içkileri içiyor ve daha da çok getirmesini istiyordum zenci hostesten. Birinci sınıfta uçuyorduk. Aslında içmek istemiyordum ama yine de kadehleri art arda boşaltıyordum. Aşın miktarda ve sürekli hazmetmekle meşgul olduğum alkol beni gerçek ten yormaya başlamıştı. Eskisi kadar hareketlerime hâkim olamıyordum içkiliyken. Ve en kötüsü, hafızamda ufak delikler açıyordu elimden düşürmediğim içkiler. Hiçbir zaman tatlarından zevk almamıştım içkilerin. Sadece aklımı dinlendiriyordum ama artık işe yaramıyordu. Kinyas da, ben de çok fazla başkalarını yıpratacak işler yapmıştık içi mizde alkoller karışmışken. Bu değildi beni rahatsız eden. Sadece artık yoruyordu. O kadar... Seksen yaşındaki beş kişinin hayatları boyunca tüketebilecekleri kadar içki yutmuştum. Ve yavaş yavaş zamanı geliyordu terk etmenin Alkolü de terk etmenin. Her şeyi terk ettiğim gibi! Her şeyin yanından gizlice kaçtığım gibi onu da bırakacaktım. Ve bu uçak yolculuğu bizim gibi iki eski sevgilinin birbirlerini gördükleri son liman olacaktı. Yıl- lardır her an çevremde olan renkli, renksiz şişeler yok olacaklardı uçaktan indiğimde. "Ölü birinin içkiye ihtiyacı yok" dedim içimden. Kinyas'ın AIDS'li bir kadınla isteyerek yatmasına benziyordu içkiyi bı- rakma kararım... İçkiyi bırakıyordum. Daha da sarhoş olmak için. Hayattan sarhoş ol mak için! Hiçbir ekrana sığmayan hayatın kendisinden sarhoş olmak için... Hostes gelip önümdeki boş kadehi alırken son derece ılık bir ses- le, bir tane daha isteyip istemediğimi sordu. Kafamı yavaşça kaldırdım. Önce ilk üç düğmesini iliklememiş olduğu beyaz gömleğinin altındaki dantelli sutyenin taşıdığı biçimli göğüslerini gördüm. Saniyenin onda biri kadar, siyah tenin üzerindeki beyaz iç çamaşırının güzelliğini dü- şündükten sonra siyah gözleriyle karşılaştım. "Hayır, teşekkür ederim. Bu kadar yeter." Alkolle ayrılmamız böyle oldu. Yeterince içmiştim. Yeterince, haya- tın gerçek sarhoşluğundan kaçmıştım. Artık sıra şişelerden kaçmaya gelmişti. Şimdiye kadar rakıyı suyla, viskiyi buzla karıştırır gibi hafiflet- mek için hayatı da içkiyle karıştırmıştım. Ama artık hayatı sek içmenin zamanı gelmişti. Babamın, "Artık büyüdün. Kendine de bir rakı koy!" dediği akşam geldi aklıma. Biraz daha büyümüştüm. Hayatı ve dünya- yı sek içecek kadar!.. İlk dakikalar biraz başım döndü ama sonra alıştım. Suratıma çakır- keyif bir tebessüm yerleşti. Aldığım her nefeste beynim uyuştu. Yürür- ken ses çıkaran aklımdaki düşünceler, parmaklarının üzerinde balerin- ler gibi uçuşmaya başladılar. Başlamıştı hayat sarhoşluğu. Elbet bunun da koması vardır. Ben ona da girerim. Kalmam üç beş kadehte. Boş şi- şeleri duvarlara fırlattığım gibi, dibini görmeden bırakmam hayatı da! Ve nefesimi tuttum. En derine, en dibe inebilmek için. Bıraktım kendimi hayat okyanusuna. Beni dibe çeken zihnimin ağırlığıydı. Ve dibe daha çok vardı. Ama gidiyordum. Yavaş yavaş. Ayaklarına beton dökülmüş bir mafya kurbanı gibi... En derine. Dünya yuvarlak. Hayat da öyle. En derini aynı zamanda da en yükseğidir hayatın. Nereden baktığına bağlı. Nerede doğduğuna. Doğduğun yerden ne kadar uzak- laştığına bağlı. Elindeki şişede ne kadar hayat kaldığına bağlı...
·
88 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.