Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Uzun bir aşk nedir sorusu¿
Anlamıştı ki aşk, geniş, inkâr edilmez bir iyilik ve doğruluk kaynağı olduğu kadar, aşırılık yada yanlış anlama halinde çirkinliklerin, sahteliklerin de kaynağıdır. İyi tarafı hangisi, kötü tarafı hangisi idi? İki taraf birbirinden nerede ayrılıyordu? ~ Kendine, "Aşkın sahte olanı hangisi?" sorusunu sorunca geçmişe ve bugüne ait sayısız yüzler, çeşitli maskeler hatırlıyordu: "Kâh gülümseyerek, kâh yüzü kızararak, kâh kaşlarını çatarak gözlerinin önünden geçen kadın erkek aşk kahramanlarını seyrediyordu: ~ Çelik eldiven giymiş Don Kişot'lar ve elli yıl görmeden sadık kaldıkları ideal sevgililer; saf, iri gözlü, gül renkli çobanlar ve kuzular arasındaki sevgililer; zeki bakışlı, fettan tebessümlü, süslü püslü markizler; kendilerini öldüren, asan, boğan Werther'ler; sonsuz gözyaşları döken, manastırlara çekilen solgun bakireler; uzun bıyıklı, ateşli bakışlı delikanlılar; hem saf, hem bilinçli çapkınlar; âşık olduklarını göstermekten ödleri kopan fakat gizli gizli hizmetçilerini seven kurnaz budalalar... Daha nice nice âşıklar! ~ "Gerçek aşk hangisi?" diye sorduğu zaman hafızasında ve çevresinde bir kadına basit, dürüst, derin ve sarsılmaz bağlarla bağlanmış insanlar arıyor, bulamıyordu. Bulsa bile bu bağlanmanın da bir kuruntu olduğunu, er geç bir hayal kırıklığı ile sonuçlandığını görüyor ve bu yüzden zaman zaman hüzne, umutsuzluğa düşüyordu: "Herhalde bu mutluluğa tam olarak kavuşmanın imkânı yok. Ya da böyle bir aşkı bulmuş olanlar korkak insanlardır; aşklarından utanıyorlar, âşık olmayan insanların, kurnaz budalaların karşısında duygularını gizliyorlar; belki, sathi ruhlarında aşk çiçeğinin kök salıp bir ağaç gibi büyümesine ve dallarını bütün hayata yaymasına imkân olmadığı için aşkı inkâr eden, kötüleyen bu zavallılara acıyorlar, kendi mutlulukları adına affediyorlar onları." ~ Bununla beraber, bu kocalar evlilik hayatının yolunda halledilecek hiçbir mesele, çözülecek hiçbir düğüm kalmamış gibi vakarlı adımlarla rahat rahat yürüyorlardı. "Belki bu adamların hakkı var; belki gerçekten başka hiçbir şey aramak gerekli değil!" diyordu. Bu insanlar aşkı evlenmenin bir alfabesi veya bir salona girerken eğilip selam vermek gibi bir nezaket kuralı olarak çabucak öğreniyor ve daha önemli işlere geçiveriyorlardı. Hayatın bahar mevsimini bir an evvel arkada bırakmak için sabırsızlanıyorlar, hayatta birçokları evlendikten sonra bütün ömürleri boyunca kadınlarına, bir zaman onları sevecek kadar budala olmalarına kızar gibi, ters ters bakıyorlardı. Bazıları da yıllarca, hatta bazen ihtiyarlıkta bile aşka bağlı kalıyorlar, fakat dudaklarında hep çapkınca bir gülümsemeyle yaşıyorlardı... Birçok insan bir çiftlik satın alıp işletir gibi evleniyorlardı, kadın evine çekidüzen veriyor, işleri yapıyor, annelik, mürebbiyelik ediyordu. İyi bir işadamı çiftliğinin manzarasına nasıl bakarsa onlar da aşka öyle bakıyorlar, yani zamanla ona alışıyor ve artık farkına varmaz oluyorlardı. Ştoltz kendi kendine soruyordu: "Niçin böyle oluyor? Acaba tabiat mı böyle olmasını istiyor, yoksa kusur eğitimimizde, öğretimimizde mi? Tabii büyüsünü yitirmeyen gülünç hallere düşmeyen, ateşi sönmeden değişen ve gelişen sevgiyi nerede aramalı? Bu dünyayı saran rahmetin, bu tabiat kudretinin gerçek, tabii rengi nedir?"
Dördüncü bölüm (8)Kitabı okudu
·
91 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.