Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Hz. Muhammed'in Asıl Mucizesi Nedir?
Bir ülküyü benimseyenler, onun daha çok kökleşmesi ve yayılması için, ülküyü yaratmış olanı Tanrılaştırırlar; onun yapmadığı, söylemediği hareket ve fikirleri de halkı hayrete düşürmek, bir çeşit manyetize etmek, inandırmak ve terbiye etmek için icat eder ve uydururlar. Bu türlü efsaneler, ülkünün çeşidine göre, meselâ çoğu zaman ulusal bir hayır için, ahlâkî bir zorunluluk olmaktan çıkar; kültürel ve tarihî bir vazife olur. Bütün büyük adamların hakikî hayat ve fikirleri, karakterleri bu çeşit hikâyelerin sisleri arasında gerçek şekillerini kaybederler. Nihayet, Tanrının bir kuluna mucize gösterme kudretini niçin bağışlamış olduğunu anlamak da güçtür. Mucize sahneleriyle halkı imana getirme gayreti yerine -ki Kur'an, mucizenin imanla bir ilgisi olmadığını bildirmiştir- halkın ruhunda Tanrısal ve dinî hakikatleri kabul etmeye elverişli bir kabiliyet yaratmak daha ciddî bir mucize sayılmaz mı? Mucize âdeti Samî kavimlerde daha çok görülmektedir. İnsanlar, mistik hayal güçlerinin tabiî bir neticesi olarak olmayanı, olamayanı, olmuş ve olabilir görmekten zevk almaktadırlar; ve buna biraz da muhtaçtırlar. Topluluğun, bazen de fert ve zümrelerin menfaati için, büyük ülkücü ve devrimcilerin hayat ve kişiliğini olduğu kadar da teşebbüs ve fikirlerini kutsallaştırdığı görülür. Çağımızda bile bunun misalleri vardır. İnsanlar, henüz maddî ve manevî kurtuluşlarını bir puta bağlanmakta bulacak durumdan ve seviyeden kurtulmuş değildirler. Hz. Muhammed'in bir komutan, bir devlet adamı, bir kanun kurucusu, bir devrimci olarak elde etmiş olduğu başarıları, mucizelerine değil, Tanrının veya tabiatın kendisine bağışlamış olduğu seçkin zekâsına ve üstün dehasına borçlu olması daha akla uygun değil midir? O, gayesine ulaşmak için Tanrısal olmaktan ziyade beşerî olan bütün vasıtalara baş vurmuştur; "Ben de sizin gibi bir insanım" demesi için türlü emirler aldığını bildirmiş, eziyetler çekmiş ve birçok faniler gibi, hastalık ıstırapları içinde ölmüştür. Yüce Tanrının kendi sevgili elçisini bu kadar zorluklara sürüklemesindeki bilgelik ne olabilir? Tanrının insanlara, kendi dileklerini kabul ettirmek için, yine onların arasından bir faniyi seçmesine neden ihtiyacı olsun? Her şeye gücü yeten Tanrı için, bundan daha uygun kararlar vermek mümkün değil midir? "Ol!" emriyle âlemi yaratan kudret, "İman edin!" emriyle bütün insanlığı hidayete kavuşturmaktan âciz mi? İnsanlığın ruhuna iman nurunu dolaysız olarak yerleştirmekten âciz midir ki, mucize gibi insanları daha çok şüpheye düşüren hünerlere baş vurmaktadır? Tanrının her şeye gücü yeter, dilediğini istediği gibi yapar, biz ona karışamayız demek, zihnin, yine onun tarafından yaratılmış olan şüphelerini, tereddütlerini yok etmeye kâfi gelir mi? Bütün akla gelen bu çeşit düşünce ve sorular, yüzyıllar boyunca birçok düşünürlerin de aklına gelmiş ve Hz. Muhammed zamanında da muhalifleri tarafından türlü şekillerde kendisine karşı söylenmiştir. Denebilir ki, bütün bunları derinden kavramış olan Peygamber, mucizeleri eskiden cereyan etmiş ve kendinden evvel gelmiş olan peygamberlere mahsus birer mistik hüner saymış ve kendisi mucize göstermeye özenmemek suretiyle, insanlara, hem başarının gerçek sırrının, irade, deha ve imanda saklı olduğunu, hem de mucizeye baş vurmadan bu yüce dini kabul ettirme mucizesini göstermiş, gerçekten insanüstü bir insan olduğunu anlatmıştır. Beş vakit namazda, dini ilgileyen bütün törenlerde ve minarelerde yüz milyonlarca insana, kendi adına saygıyla salavat getirtmekten daha yüce ve büyük bir mucize olamaz sanırız.
Sayfa 246-248
·
36 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.