Gönderi

Günlük -3-
Sela okundu. Ben burada yaşarken dört kadar imam teselsül etti. Şimdiki, hepsinden az daha bilgili olmakla beraber, hepsi de vasat bir "diyanet personeli" eğitiminden geçmiş kişilerdi. Ezanları tat vermez, ama ezandır ya, hürmeten dinleyip mukabele edersiniz. Selalarına gelince, hemen hemen hepsi ürkütücüdür. Bildiğimiz dilkeşhaveranın, inişleri çıkışları dumurlanmış, biraz imamın eğitimsiz sesine ve biraz da sesi boğuklaştırmaktan başka bir vazife icra etmeyen hoparlörün gadrine uğramış, dinleyen için "lezzetleri kırıcı ölüm"ün ihtarnamesi olma sıfatı berdevam olan, ama peygamber aguşunu ihtar ediciliği, salt karanlığı ve toprağı düşündüren kekremsi bir ürkütücülüğe inkılap etmiş bir formu. Dilkeşhaveran.. 'Şarkın da Garb'ın da gönlünü çelen' gibi bir anlamı mı var, yanılıyor muyum? Makamın adı kalmış öyleyse. Adı dilkeşhaveran; kendi dilaşubhaveran olmuş. Bu benim gönlümü çelmiyor, taşikardimi provake ediyor. Bilmiyorum, belki imamlar suçsuzdur, belki körpe çocukluğumda idrak ettiğim iki önemli ölümün selalarının bıraktığı bir izden ibarettir bu selaların tesir ediş şekli. Bilirsiniz ya, genel itibariyle çocuklar için ölüm, özellikle yakınlarının ölümü, dünyanın hiçbir çirkin yüzüyle ve acıtıcı gerçeğiyle karşı karşıya gelmemeleri bakımından, yok olmak gibi bir konumda durur. Hem de mücerret düşünme kabiliyetleri kısıtlı olduğu için varlığı algılamada bütün ölçüleri şehadet alemidir. Ahiret, ruh, gayb falan çok çakmıyorlar. Bir şekilde anlatmaya çalışıyorsun sadece. Şeyh-i Ekber onları gökten düşmekte olan yağmur tanesine benzetmekle ne kadar güzel yapıyor. Büyümekte olan insan tekini gökten düşen yağmur damlası farzedin. Sırtı yukarıya, yüzü aşağı bakar olsun. Aşağı bakar, ama kendisi yere düşmediği, yerde bulunmadığı için aşağı bakar, yani onun için hâlâ "aşağı" vardır, o aşağidakilerin yukarısındadır. Aşağı cihet şehadet alemidir, kesiftir. Biz ise yere düşmüş damlalarız, şehadet alemiyle taallukları oluştukça kesafet kazanmış varlıklarız. Bizim sırtımız yere, başımız yukarılara dönüktür. Alçalmışız ve yükselmeye namzet olmuşuzdur. Yönleri şehadet alemine bakık olduğu için bu inmekte olan damlalara, çocuklara cennetin iyi bir yer olduğunu anlatabilmek için istedikleri her çikolatanın, pastanın hemen ellerine yaratılacağını vaadederlerdi, ondan anlarlardı çünkü. Şimdiki durum nedir bilmem. Çocuğuna cennette bir sürü I Phone 14 pro max vaadeden anne babalar yoktur umarım. Oraya kadar gelmemişizdir herhalde ya. Sahi, Allah da bize altından ırmaklar akan evler, güzel kadınlar vaadediyor ya, o da bizi algılayış, idrak bakımından "çocuk", "ergen", "olgun" vs. diye kategorize edip, içimizden çocuk olanlarımızı bu güzel evlerle, alımlı kadınlarla avlıyor olabilir mi? Tabiri caiz veya değil, tabir etmiş bulunduk, iş işten geçti... - (Kapı kapanma sesini takiben) Kim ölmüş? - S. dayı vardı, biliñ mi? - He? - Onun kızı, şeker hastasıydı kadın, kolunu bacağını budadılardı zaten. - Hmm. - S. dayı namazdan çıkar, daha caminin kapısının önünde toto loto konuşmaya başlar. Bu kadar yaşa geldin, adam bi' durulur, bi' uslanır. Paçañı dert bela bırakmıyor işte görsene mübarek. - İyi de, o zaman bütün toto/lotocuların ailesine kıran girmesi gerekmez miydi? - Doğru diyoñ da... - Yav sonra dünyada Amerika, İsrail, sermaye gibi kakılı deccal varken, Allah işi gücü bırakıp gariban S. dayıyı n'itsin. - (..) Şaka şaka. İlahi gazaba tabii ki inanıyoruz. Fakat insanların bu inancı eline alıp değnek olarak fütursuzca kullanmalarına isyan bayrağını çekmeyi ödev biliyorum. Çünkü bu değneği tutacak elin bütün "kir"lerden ari olması gerekir. Neden? Madem bu Tanrı, klasiğin kebâirden saymadığı müşarünileyh "kir" dolayısıyla bir kulunun üzerine bir bela saldı, demek ki, bela, kebire olsun olmasın, bir "kir"in davetine icabet edebiliyor. Şimdi bu garibanın üzerinde bir kir var diyelim. Bu bir tane kirdir. Sen bu kirin adını anarken hem adamın etini çiğniyorsun, ki şeriatın etini helal kıldıkları bellidir, hem kötü zannediyorsun, hem de hakka giriyorsun. Adam bir gol yemiş, sen üç gol yemişsin. Bir dakika içinde kendine üç tane kir bulaştırdın. Ulu Tanrı şu çatıyı alıp başımıza geçirmez mi? Geçirmiyor. Niye? Merhamet. Merhamet öbür adama niye işlemedi?... Epeydir karıştırmıyorum, ehli bilir, din kitaplarında kebâir diye baplar vardı galiba değil mi? Katil, zina, cihaddan kaçmak, namaz terk etmek vs. alır gider.  Ben bu tasnifin de değnekleştirilmeye elverişli olduğunu düşünmüyorum. Esas itibariyle insan "günah" kavramına kendi penceresinden baksa bütün günahlar aynı şeydir ve şu demektir; Hazret-i Hâce-i Levlâk (a.s) bu günahı işlerken bizi görse vazgeçirir, mani olurdu. Öyleyse ben penceresinden bakıldığında günah, O'na aykırı gitmektir. Değnekçiler bu ölçüyü bir başkası için işletemez. O, belki yapmış, sonrasında pişman olmuştur. Belki yapmış, pişman olmadan affedilmiştir. Belki yapmış, yazılmamıştır. Belki, belki, belki... Biliyor musun, kebâir baplarında bir husus eksik bırakılmış; durum tespiti yok. Vakia şu ki, mükellefe göre en büyük günah, kendi işle(ye)mediği günahtır. O bir günahı işlemekten aciz kalmış, güç yetiren bir mükellef de onu çatır çutur işlemiştir. Böylelikle âciz muttakî, faili olduğu zorunlu ittikâyı maharet sanar. Elinin temiz olduğunu vehmederek diğerinin boğazına sarılır. Eli temiz görünüyor, ama içindeki ukde bütün varlığına leke çalmıştır.
·
420 views
zülfikar okurunun profil resmi
Dilkeşhaveran salâ Üstad Bekir Sıdkı Sezgin'den dinlenir. İnsanın "milyonda bir ihtimal de olsa benim salâm belki böyle verilir" ümidiyle ölesi geliyor.
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.