Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Kırıntı
Adam elinde tepsiyle köşeyi dönünce, güvercinler çevredeki binaların çatılarından ve altında durup gözlerimi diktiğim, gün henüz tam doğmadığı için hala açık, çift kollu sokak lambasının kollarından, havalandı. Merhametten gelen bir muhabbetten ziyade günlük bir görev misali önce içindekileri biraz serpiştirip sonra da tepsiyi alanın ortasına ters çevirdi adam, ben de yere inen kuşları izlediğim için tam da o noktaya baktığımdan adamın bir an kaldırdığı kafasında ifadesiz gözleriyle buluştu gözlerim. Sonra kuşlara döndüm yine. O da tepside kalan son susam tanelerini kollarını bir iki kez sertçe sallayarak döktükten sonra kuşlara bakmadan geri döndü ve geldiği yere geri gitti. Hangi dükkandan çıkıyordu ki adam? Halbuki onlarca sabah bu görüntüyü izlemiş, her seferinde adamı sokağın tam köşesinde belirdiğinde fark etmiş, rutin işini heyecansız ve telaşsız yerine getirdiğine şahit olmuş, ama o dönerken ben hep kuşlara daldığım için hangi dükkana girdiğini hiç fark etmemiştim. Şimdi sorsan defalarca gördüğüm bu adam 20 yaşında mı 70 yaşında mı, esmer mi sarışın mı bilemem. Ben de bazen katılırdım bu rutine ama ya sabah çok erken geldiğim için kuşlar gelmemiş olurdu, ya da adam yine neresi olduğunu bir türlü bilmediğim dükkanına dönerken geldiğim için kuşlar benim getirdiğim kırıntılara pek hürmet etmiyor gibi gelirdi bana, canım sıkılırdı. Şimdi işten dönüşte, ikindi vakti yakınlardaki başka bir kavşakta buluşuyoruz civardaki güvercinlerle. Gün boyu masamda bekleyen ve garip bir şekilde gören herkesin bu neymiş diye bir karıştırıp anlam veremediği kırıntıları dökerken ben, şehrin küçük ama işlek bir göbeğine, güvercinler de seke seke bir yaklaşır bir uzaklaşırken yamacımda, ben hareketsiz diz çöküyorum olduğum yere. Kuşlar korkmasın, kaçmasın diye mi, göbeğin etrafından dönen arabaların şoförleri ve meraklı yolcuları, ne yapıyor bu deli demesin, yoldan geçenler merak edip gözlerini dikmesin diye mi boyumu kısalttığımı bilmiyorum. Ne kadar işe yaradığını da bilmiyorum, çünkü boş poşeti elimde sararak kalkana kadar ayağa, sadece kuşları izliyor, onlarla hemhâl oluyorum. İnsanlara bu kırıntıları kuşlara vermek için taşıyorum diye açıklama yapmayı istemiyorum, o yüzden iş yerinde masadaki poşet hakkında yapılan konuşmaları duymuyor gibi kitabımı okumaya devam ediyorum, kuşlarla aramda bu mesele kime ne? Mesele içinde kendim de olduğum için e kuşlarla da konuşamadığım için bazen kendi kendime soruyorum neden diye. Neden? Neden bu kuşların gönlüne hürmet telaşı? Uçuyorlar, çünkü uçuyorlar, diyor bana kendim, kanatları var, nolmuş kanatları varsa, onlar kanatlarını çırptıkça rahatlıyor ferahlıyor musun? Hayır! Tam tersi belki, kuşlar kanat çırptıkça benim gönlümdeki kor yeniden alev alıyor. Attığı için telaşlı addettiğimiz kalbimizin, atıyor oluşunun yaşadığımıza dalâlet etmesi gibi, gönlümdeki kor yerini kör bir ateşe bırakmadıkça derince alamıyorum nefesimi. Kuşlar aynı anda her havalandığında bundan çok yıllar olmasa bir kaç yıl öncesine gidiyorum: Zemini sanki zımparalanmış gibi dümdüz kayadan bir yol, incecik, hepi topu üç dört metre genişliğinde kıvrılarak gidiyor. Ufka bakınca sanki bazı yerlerde sağda, bazı yerlerde solda devam ediyor ama aralarında bağlantı yok gibi, yolun iki kenarı da dimdik, dibi simsiyah uçurum, ama öylesine yüksek ki bulutlar uçurumun içinde kalıyor.Tasvir ederken bile midem bulanıyor şimdi, çünkü çok korkarım ben yüksekten. Bembeyaz bulutların üstündeki bir yolda yürürmüş gibi, ama uçurumun dibinin simsiyah olduğunu en başta nereden bildiğimi hatırlamıyorum . Ama ben bi de karanlıktan korkarım onu biliyorum, ondan biliyorum belki de. Gökyüzü masmavi, bulutlar bembeyaz, öbek öbek, pamuk tarlası gibi.. Sağda solda uçurumun diğer tarafındaki kayalık dağların dik yamaçlarına kökleri tutunmuş ağaçlardan neşeli kuş cıvıltıları geliyor. Güneş öyle kararında ışıtıyor ki, her ayrıntıyı gösterirken gözümüzü hiç almıyor parlaklığı. Kızım birkaç metre ileride diz çökmüş sırtı bana dönük, ama biliyorum, yaşı şimdi olması gerektiğinden küçük ama şu an olabileceğinden daha becerikli bir şekilde yiyecek bir şeyler diziyor önündek kareli örtünün üstüne. Sen karşımda ayakta, gözlerime bakıyorsun, ben bembeyaz bulutların kapladığı uçuruma bakıyorum ama garip bir şekilde korkmuyorum hiç, uzanıp elimi tutuyorsun, gözlerine bakıyorum o zaman, hiç bilmediğim bir dilde gülümsüyorsun, kuşlar daha bir ahenkle cıvıldıyor güneşin gözümü alıyor. Tam ağzını açtığın anda kuşlar ıslak bir nevresim silkelenirmiş gibi şak! sesiyle aynı anda kanat çırpıyor, arkamdan gelip üstümüzden uçuyorlar, o sırada senin ne dediğini anlamıyorum. Kuşları ürkütenin ne olduğunu anlamak için arkamı dönüyorum hızla, insanlar geliyorlar bize doğru, tekrar sana dönüyorum ki elimin havada olduğunu görüyorum, seni ise hiçbir yerde göremiyorum. Arkamdan gelen insanlar ben orada değilmişim gibi yanımdan geçip gidiyorlar. Kuşları siz mi ürküttünüz diyorum ama beni görmüyorlar. Sonra bir kez daha aynı anda gök gürültüsü gibi kanat çırpıyor kuşlar şak! üstüme doğru uçuyorlar bu sefer, kollarımı kapatıyorum kafamın üstünde, sessizleşince ortalık gözlerimi açıyorum ama karanlık basmış her yeri, bir saniye önce gördüğüm muhteşem gökyüzü yerini şimşeklere bırakmış, lacivert kızıl bir gece, gök gürlüyor çatır çatır. Kızım korkmasın diye ona bakıyorum ama onu da göremiyorum hiçbir yerde. Birden karanlık çöküyor, uçurumu kapatan beyaz sis dağılıyor, dibinde ise karanlıktan başka bir şey görünmüyor, zemin sallanıyor. Artık korkmam gerektiğini biliyorum ama yüksekten mi, karanlıktan mı, yalnızlıktan mı, yoksa karanlık bir uçurumda yalnız kalmaktan mı daha çok korkmam gerektiğine karar veremiyorum. Kuşlar yine aynı anda kanat çırpıyor şak! şak! şak! Gözümü açıyorum. Kapı çarpıyor bir kez daha şak! Kalkıp kapıyı kapatıyorum, tuzlu sudan ıslanmış yüzümü yıkıyorum.. Bir kadın yan yan, diz çökmüş hâlime bakarak, göbeğin ortasından geçiyor yolun karşısına. Kuşlar aynı anda kanat çırpıyor şak! Görünmez bir kibrit içimde birikmiş kuru çalıları ateşe veriyor. İçim ısınıyor. Göbeğin etrafında sisler beliriyor. Kızım birkaç metre ileride diz çökmüş sırtı bana dönük, ama biliyorum, yaşı şimdi olması gerektiğinden küçük ama şu an olabileceğinden daha becerikli bir şekilde yiyecek bir şeyler diziyor önündek kareli örtünün üstüne. Sen karşımda ayakta, gözlerime bakıyorsun, ben bembeyaz bulutların kapladığı uçuruma bakıyorum ama garip bir şekilde korkmuyorum hiç, uzanıp elimi tutuyorsun, gözlerine bakıyorum o zaman, hiç bilmediğim bir dilde gülümsüyorsun, kuşlar daha bir ahenkle cıvıldıyor güneşin gözümü alıyor. Ne söylediğini anlıyorum bu sefer. Gülümsemem yüzümde donuyor. Boş poşeti elimde sarıp cebime atıyorum, kulaklığımı düzeltip, şarkının sesini açıyorum. Ben adım atınca kuşlar aynı anda havalanıyor ŞAK!
·
108 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.