Gönderi

Ah, evet, insan yalnızken, yurtdışında yaşarken, hiç durmadan kendi dili ya da ilk dili olmayan bir dili konuşurken, hiçbir zaman olduğu gibi değildir - tam olarak değildir, tıpatıp değildir. Yokluğumuzun süresi ne kadar uzarsa uzasın, ne zaman noktalanacağı, baştan belirlenmediği için ya da başta belirlenen tarih bulandığı ve belirsizleştiği için istediği kadar bilinmesin, ayrıca günün birinde bu sona varacağımızı ya da sonun belirginleşeceğini ve bunu izleyen dönüşün (bizi beklememiş olan önceye dönüşün) gerçekleşeceğini düşünmek için bir sebep olmasa da, "yokluk" kelimesi -aynı şekilde "uzak" kelimesi de- uzakta geçen her saatle anlamını, sağlamlığını ve gücünü kaybettiği halde, yokluğumuzun süresi esasen hesaba katılmayan ve bizi sadece iz bırakmayan, değiştirilebilir hayaletler olarak barındıran, dolayısıyla kimseye, kendimize bile (en azından ayrıntılı ve eksiksiz biçimde) hesap vermek zorunda olmadığımız garip bir parantez halinde birikir. Bir ölçüde kendimizi yaptıklarımızdan, gördüklerimizden sorumlu hissetmeyiz, sanki her şey geçici, paralel, yabancı, ödünç, kurgusal, hatta neredeyse rüyada görülmüş bir hayata aittir - belki de eski dosya dolabındaki benimle ilgili imzasız rapora göre, benim bütün hayatım gibi teorik bir hayata; sanki her şey sadece hayal edilmiş, hiç gerçekleşmemiş ve elbette istemsiz şeyler dünyasına sürülebilir; her şey hayaller, şüpheler ve varsayımlarla, hatta saçma sapan rüyalarla aynı kefeye konulabilir; rüyalarla ilgili olarak, tahmini, tarihsel, uydurma ya da gerçek anılar aracılığıyla hatırlanan bütün asırlar boyunca süregelen, tuhaf, neredeyse kesintisiz ve evrensel bir inanış mevcuttur: Rüyalar rüyayı görenin niyetine bağlı değildir ve rüyayı gören kişi hiçbir zaman rüyanın içeriğinden sorumlu değildir.
Sayfa 86 - III DansKitabı okudu
·
16 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.