Gönderi

136 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
“Güneşi Uyandırmak” Üzerine Okuma Notları "Güneşi Uyandırmak" Yazar Necdet Ekici'nin on birinci eseri. Çınaraltı Yayınları aracılığıyla, 2022 yılında okurlarıyla buluşturulmuş bu öykü kitabı, yüz otuz altı sayfa hacminde ve on üç öyküden oluşmaktadır. Öykülerin birçoğunun; genç ve çocuk gözüyle ele alındığını, daha çok konu ve olay olgusu üzerinden ele alındığını görmekteyiz. Alzheimer hastası olan bir baba, Ali kıran baş kesen başka bir ağa baba, kendi anlatımıyla Davulcu Uluk Muharrem, esrar satıcısı başka bir ihtiyar, misafirlik, öğretmenlik, keklik avı, kanarya, köpek, buzağı, güvercin, kumru, korona günleri gibi birçok konu ve olay kahramanlarıyla birlikte, kurgudan daha çok yaşanmışlık hissiyatıyla ele alındığını görmekteyiz. Öykülerde mekân ve coğrafya olarak; Toroslar, Amanoslar, Adana, Afşin, Binboğa, Üçkoz Yaylası gibi yerleri öncelikli olarak sıralayabilirim. Yazarın Afşinli olmasından dolayı, yörenin kültürüne, diline, yaşayışına hâkim olduğunu görmekteyiz. Başka bir ifadeyle yazarın kullandığı yerel-yöresel dilde, işlediği kültürde ve yaşanmışlıklarda, bu içselleşmiş bütünlüğe şahit oluyoruz. Öykülerde dış anlatıcıya yer verilmez. Öykünün başkahramanı bir taraftan da anlatıcıdır. Öykü başkahramanı ve anlatıcısı kendisini çok fazla öncelemez. Olay, konu ve yaşanılanın daha çok önem arz ettiğini görmekteyiz. Hatta kimi öykülerde öykü başkahramanının ve anlatıcısının kim olduğunu dahi anlayamıyoruz. Kendisinden çok diğer kahramanlara odaklanılmakta adeta. Kimi öykülerde; anlatıcı, erkek mi kadın mı olduğunu dahi kavrayamıyoruz. Kız çocuğu, erkek çocuğu ve daha çok da genç gözüyle anlatılan öykülerin çoğunlukta olduğunu görmekteyiz. Hatta öyle ki yazar, çevresindeki bazı çocuk ve yetişkin karakterler ve gerçek yaşanmışlıklar üzerinden öykülerini kurguladığını, bir his olarak duyumsadığımı söyleyebilirim. Anadolu insanının fakir, hüzünlü yanıyla beraber; hazırcevap, misafirperver, mütebessim ve hatta kurnaz taraflarını da ele aldığını görmekteyiz. Eskilerin, “Çocuğum düşersin” demeyip, “Düşmeyesin çocuğum” demelerindeki, ağızdan çıkan sözün dua hükmünü taşıdığı hassasiyete benzer bir incelikte, öykülerin işlendiğini görmekteyiz. Anadolu’nun, öykülerin geçtiği yerlerin en saf insan halinin, Davulcu Uluk Muharrem tiplemesiyle zirve yaptığını görmekteyiz. Anadolu’nun bu özel karakteristiğinin yanında bir bölgenin kültür, dil ve yaşayış okuması yapılmakta adeta. Bu yazılanlar, kalbin bütün saflığını ve susamışlığını aksettiriyor okurlara. Kedere gark olup yaşanmış, kıymık sızılar taşıyor… İçine kıvrılmış insanlarımızın yanında, kımıldayan, taze hevesler taşıyan insanımızın da öykülerde yer bulduğunu görmekteyiz. Öykülerin kendi arasında bir bağ bir bağlantı görülmektedir. Bu bağların ipuçlarını, şerarelerini içerikte çok rahat görmemiz mümkün. Başka bir değişle öyküler, okurda birbirinin mütemmimi olduğu hissini uyandırmaktadır bir taraftan. Öykülerin birçoğunu sonlandırmaz yazar. Hikâyelerin gidişatında bir yerlerde bırakmaktan, sonlandırmaktan geri durmaz adeta. Öykünün devamını okura bırakır. Ya da bitmemiş, halen yaşanmakta olan bir hadise, bir hayat olduğu hissini canlı tutmaya çalışılır. Bu da okurda "acaba devamında neler olacak" hissiyatını canlı tutmaktadır. Yer yer alıntı şiirlerin, öykülere ayrı bir hareket ve tat kattığını görmekteyiz. Bu alıntılar da Mahsuni Şerif, Cahit Günay, Lale İsmayil isimlerini öncelikli olarak sıralayabilirim. Öykülerde kullanılan dilin naifliği, zarifliği, rakikliği, inceliği; değimler, atasözleri, yerel ağızla birlikte kullanılıp hercümerç edilerek işlenmektedir. Satırlar, ballı ağız ve lafın bereketini taşır. Azda olsa bir didaktiktik ve nasihat nüvelerini barındırmaktadır. Kullanılan dili yansıtabilmek amacıyla bazı bölümleri buraya taşımak istiyorum izninizle. “Annelerin umut dilenen bakışlarına cevap verememek ne acı… Ve gözyaşlarını kirpiklerine bağlamak” (sayfa 13) “Soğuk, ustura gibi insanın yüzünü kesse de asıl ayaz içimizdeydi” (sayfa 17) “Ve kara kışa gül üflemek… Vicdanım iğne iğne kanıyor” (sayfa 17) “Ali Fakı’ya yazdırdık, daha beter azdırdık” (sayfa 26) “Cebimiz parasızlıktan tırnak yarası oldu” (sayfa 35) “Az yalan söyle oğlum! Haramdan bina olmaz” (sayfa 45) “Değirmen iki taştan, muhabbet iki baştan” (sayfa 48) “Malı ongun olanın, canı angın olur” (sayfa 56) “Devrimci bilincin oluşmadığı varoşlarda emperyalizme karşı bir eylem, bir duruş koyamazsınız” (sayfa 60) “Kelimeleri dişlerinin arasında ezerek mırıldandı” (sayfa 70) “Sinek pekmeze, keklik sese gelir” (sayfa 74) “Gözlerimi pencereye bıraktım” (sayfa 81) “İçimde kayıp bir dünya hüznü” (sayfa 83) “Kandaşı olmayanın soydaşı olmaz. Ağaç dalıyla gürler emmioğlu” (sayfa 87) “Akrabalık gidip gelmekle, beylik sofra kurmakla tamam olur” (sayfa 88) “Sütsüz inek kasaba, meyvesiz ağaç sobaya” (sayfa 91) “İçimizdeki gökyüzünü çalan gurbet” (sayfa 117) “Çocuğun her yıkıldığı yere han yapılmaz. Ona yüz veren de nazlayan da sensin” (sayfa 126) Bu örnekleri daha da artırabiliriz ama şimdilik bunlarla kifayet edelim. Bu anlatımlarla daha çok manalı, güzel mesajlar da içermektedir. Bu yazılanların; dil, kültür aktarımının en güzel örnekleri olduğunu söylesek abartmış olmayız. Gerek karakterler gerekse de seçilen konular günlük yaşamdan alıntılanarak, özellikle ayrıntılarla şekillendiğini ve beslendiğini görmekteyiz. Bu anlatımlarda samimi bir üslupla konular ele alınmaktadır. Anlatımlarda yapılan gözlemlerin farkındalığını ve gücünü bir örnekte vermek istiyorum. "Duman" isimli köpeğin anlatıldığı öykünün bir bölümü şu şekildedir. "...Evimizin bekçisiydi. Havlamasından kimin geldiğini anlardınız. Zayıf ama kesik kesik havlıyorsa gelen bir çocuk... Güçlü ama tek tek havlıyorsa gelen bir yabancı... Ortalığı velveleye verip kendi kendini yırtıyorsa gelen hırsız. Kurt gibi uzun uzun uluyorsa kümese yaklaşan tilki, çakal ve sansar... Eğer havlamazsa bilin ki gelen hısım, dost, akraba ve arkadaştır" (sayfa 122) Öykü karakterlerine bir göz atacak olursak; Sürmeli Ömer Ağa, Tijen Hanım, Kel Ali, Kendi hikâyenin anlatıcılığını da yapan Davulcu Uluk Muharrem, Malamat Ayşe, Düzenbaz Selami, Hasan Emmi, Dr. Filiz Hanım, Cemşit, Kendi hikâyesinin anlatıcısı da olan Nazmi, Mustafa, Bıçakçı Hasan, Gülpüren, Bankacı Hasan, Nilüfer, Efe, Pelin, Haççe, Keklik Hasan gibi hatırımda kalan isimleri sıralayabilirim. Bu öykü karakterleri üzerinden samimi diyaloglara da içerikte bolca yer verildiğini görmekteyiz. Yazarın yöresel dili çok iyi kullandığını söylemiştik. Şöyle ki; “Dur hele alaflanma, uğrun-pısı geçer, gürpeden indi, göv elbise, bizi naapsın, gadanı alayım, gallep (dört nala) kuyruğu gibi, yüreği cass etti, burunsak, çalarık, savarık, gidek, bizi itten say ağam, Andırın (Kahramanmaraş ilçesi) boğası, Halep düvesi, kılçık yutmuş celfinler (küçük tavuk), gelebicin balığı (ırmak balığı), mazı közü, bir gulgule (gürültü) koptu, pelit bakışlı, elden pırtmak, happan (delişmen), zirkon (süs taşı), cubur cubur emmek, çen çen havlamak, damdıra (telli bir çalgı), himtaşı (köşe taşı), buncalış (bu sefer), sultan söğüdü, maşat önlüğü, hüddürem, yumuş uşağı, kanalga (su yolu), sığırkuyruğu, çobanfeneri” gibi birçok kelime ve söz guruplarını bu yöresel dilin ve ağızın numuneleri olarak burada sıralayabilirim. Bu anlatılanlarda, hayat koşum takımlarını sırtlanıp zorluklarla cebelleşmek, yollara koyulmak, hayat serüvenini yaşamak üzerine bolca kelam ediliyor. Kültür ve dille insanı tezyin edip hayatı daha yaşanılır kılmak böyle olsa gerek. Başka bir perspektiften bu öykülerdeki ortak anılar ve ortak özlemler, insanımızın değerler manzumesi beslemektedir. Ve geleceğe bu güzellikler taşınacaktır böylelikle. Kitap, arka kapak yazısında dendiği gibi; “Yüreğimizde kaybettiğimiz güneşi uyandıran hikâyeler” kitabın bir özeti olsun. Bu yazdıklarımla, merak duygusunu çok fazla törpülememişimdir umarım diyerek, Yazarın güzel bir ifadesiyle yazımı sonlandırayım izninizle. “İhtiyarlık, dolu vurmuş gül goncası… Hayat, insan öğüten değirmen…” İyi okumalar. İlkay Coşkun 16.02.2023
Güneşi Uyandırmak
Güneşi UyandırmakNecdet Ekici · Çınaraltı Yayıncılık · 202211 okunma
·
318 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.