Gönderi

784 syf.
·
Not rated
Şahsıma ders notları
Bismillahirrahmanirrahim Eserin çok eski bir basımı elimde mevcut. Eser Fon Matbasından Abdülkadir Şener'in tercümesiyle 1971 yılında basılmış. Hatta 1000kitap aramalarında da bulamadım kitabın bu versiyonunu. Şu an için sadece ilk cilt ile alakalı olarak bazı şeyler yazacağım. Allah (cc) nasip eder ömür devam eder de diğer kitapları okumaya muvaffak olabilirsem; yorum ya da düzeltme ile diğer ciltlere dair şeyler yazmak istediğimi burada nefsime tembihleyeyim. Şahsıma ders notları: Muhammed Ebu Zehra, Hz. Peygamber(sav)'in bazı noktalarda Allah(cc) tarafından düzeltilmesini insanın aklına olan güveninin sınırına dair bir nişane olarak kabul ediyor. Ki bu konuda cumhur da kendisini tasdik eder aslında. Rivayetin olduğu yerde reyin hükmü yoktur. Nass'ın özel bir meseleyi işaret etme gibi durumları varsa da aydınlatılıp değerlendirilmesi gerekmektedir. "Müslüman diyarlarda yaşayan gayri Müslümanlara zimmi isminin verilmesinin nedeni olarak Ebu Zehra, bu Müslümanlara gayri Müslümanların emaneti olmasındandır der. Çünkü onlar Allah ve Resul'ünün zimmetidir. "Bu bir romantik güzelleme mi diye bir bakacağım ? Kıyasta maslahata göre içtihat asıl olandır. Sahabe Efendilerimiz, Allah Resül'ünden yanlış bir şeyden rivayet etmekten o kadar korkmuşlar ki; çoğu zaman Hz. Peygamber'den bir şeyler rivayet etmekten kaçınıp sadece bunları delil olarak kullanıp fetvalarını vermişlerdir. Bu durumun en aşikar delili olarak da dört halife olan efendilerimizin yakınlıklarıyla ters orantılı olarak hadis rivayet sayılarıdır. Hatta başkalarından gelen hadis-i şerifler için de muazzam titiz davranmışlar. Hz. Ebubekir ( ra) ve Hz. Ömer (ra) işittikleri bir hadis-i şerifi iki sahabeden duymak isterlermiş; Hz. Ali(ra) ise ravi'ye yemin ettirirmiş. Sahabelerin bazı konularda farklı tutumlarda davranmaları ve Hz. Peygamber (sav)'in her iki tarafı da hoş karşılaması en azından tenkit etmemesi müctehidlerin kapısını açan güzel bir iştir ve lütuftur. Geçmiş Müslüman toplumlar yaşadıkları çöküşten sonra toparlanmayı Hz. Peygamber (sav)'i takip etmek ona yaklaşmak olarak kabul etmişler. Allah(cc), bize de bunu nasip etsin inşallah. Ömer bin Abdulaziz sahih hadislerin toplanması için çaba göstererek siyasi toparlanmayı sağlamak istemiştir. Ayrıca İmam Nevevi'de malumdur; onun devrindeki sıkıntılar bize Riyazü's Salihin gibi müthiş bir eser bıraktı. Allah(cc) onlardan razı olsun. Hasan-ı Basri'den hadisler konusundaki titizlenmeye dair: " Bir hadisi dört sahabi rivayet etmişse o hadisi ben mürsel olarak ( sahabi ismini zikretmeksizin) rivayet ederim. Bir hadisi bana falan rivayet etti, dersem onu sadece o zat söylemiştir. Peygamber şöyle buyurdu, dersem o hadisi yetmiş veya daha fazla kişiden işitmişim demektir". Doğal olarak mütevatir hadis hakkında da bir ölçü ortaya konmuş oluyor. Önceleri zincirin çok kısa olmasından kaynaklı olduğu için raviler birbirine çok bağlanarak aktarılmazlardı. Ebu Hanife ve Malik hali hazırda tabii'ler ile görüşme imkanına sahip kimselerdi. Sahabeyi gören ve onlarla bir arada bulunmuş kimselerle görüşmüşlerdi yani. Biraz da bu döneme aktarıcılıktan çok, dönem için düşünüldüğünde güvenle birlikte böyle bir taşıma metodu olmamış olması normal. Ama bu durum İmam Şafi ile birlikte biraz değişmiştir. Senedi zikredilmeyen hadis-i şerifi İmam Şafi kabul etmemiştir. Eğer mürsel bir hadis işitmiş ya da görmüşse bunu ek deliller ile kanıtlamadan bu hadis-i şerif kabul etmemiştir. Rey genel olarak nass'ın olmadığı yerlerde ümmet tarafından kabul edilmiştir ve uygulanmıştır. Asıl sıkıntı bunun şekli itibari iledir. Bir kesim kıyas'ı önde tutarken bir kısım ise aklı ön plana tutmaktadır. Ama asıl gayede varılması gereken nokta maslahattır. Rey meselesinin özetleyebilecek alıntı syf 79 "Rey'i kabul edenler, onun metodunda ihtilafa düşmüşlerdir. Bazıları, rey ile ictihadın metodu kıyastır, demişlerdir. Yukarıda da geçtiği gibi kıyas, hakkında nass bulunmayan bir meseleyi, aralarında hükmün sebeb-i vücudu olan ortak illetlerden ötürü hakkında nass bulunan bir meseleye göre halletmektir. Şiiler'den İmamiyye mezhebi kıyas'ı tanımaz, fakat bu mezhep bilginleri, rey'i nass bulunmadığı takdirde mücerret aklın hükmü olarak görürler. Onlara göre nass Kur'an-ı Kerim, Peygamber (sav)'in ve imanların sözünü içine alır. Onlar, nass bulunmayan yerlerde mücerret akıl ile hüküm verirler. Bu hükümlerde de aklın kabul edeceği maslahatı esas olarak alırlar. Çünkü akıl, maslahata uymayan zararlı şeyleri caiz görmez. Aklın maslahatlı gördüğü şeyde şüphe edilmez. O halde akılla hüküm, gerçekte aklın kabul ettiği maslahata göre hükmetmek demektir. Kıyas'ı, rey ile fetva vermek hususunda bir prensip olarak tanımayanların başında Şafiiler'i görüyoruz. Şafiiler'e göre fetva verirken esas tutulan herhangi bir rey metodu, kıyas'tan başka bir şey olamaz. Çünkü şer'i bir hüküm ya nass ile veya nass üzerine kıyas yoluyla olur. İmam Şafii, fıkhını tamamen nassa bağlamaktadır. Zira O'na göre fakih, hükmüne esas teşkil edecek bir nass bulamazsa bu hükme benzeyen ve hakkında nass bulunan meseleleri araştırır ve nass ile sabit olan hükme göre karar verir. Hanefiler, Şafii'in bu yolunu benimsemişlerdir. Fakat onlar rey ile ictihad kapısını daha çok genişletmişlerdir ve istihsan prensibini koymuşlardır. İstihsan; örf, zaruret ve ya sabit bir nassa bağlanılabilen maslahat gibi hususlardan dolayı kıyas kaidelerine muhalif olarak hüküm vermektir. Malikiler, Zeydiler, ve Hanbelilerin bir kısmı, rey'in manasını genişleterek kıyası, istihsanı ve masalih-i mürseleyi'de kabul etmişlerdir. Masalih'i mürsel, İslam şeriatinin amaçlarına uygun olarak umumi menfaatlardir. Herhangi bir maslahat hakkında müspet veya menfi özel bir nass bulunmazsa o, bu metoda göre değerlendirilir. Fakat bu hususta nass'ların dışına çıkılmaz. Fakat kıyasta olduğu gibi belli bir nassa bağlanmak ve meseleyi o nassa göre halletmek durumu yoktur. Bilakis burada muhtelif nass'larla meydana çıkan maslahatları araştırıp buna göre fetva ile hüküm vermek gerekmektedir. Bu prensibi kabul edenler Ömer, Ali, Osman (ra) gibi büyük sahabilerin yolundan gitmişlerdir." İmam Malik ve Ahmed b. Hanbel sahabilerin sözlerini de sünnet olarak kabul etmişlerdir. En azından burada usul açısından bir fark olması için ben kendi adıma şöyle söyleyeceğim. Sünnet kadar değerli görmüşlerdir. Çünkü onlar Efendimiz ile birlikteydiler ve onun bir itirazı ile düzeltildiler. Eğer bu düzeltme yok ise davranışlarında bir kusur yoktur'a benzer bir düşünce içindeler. Tabii ki , burada kendilerine yakın hissetleri tabii'lerinden dolayı belli sahabeyi kiram'ı daha bir ayrı tuttukları da doğrudur ve çok normaldir. Aynı Hanefi'nin İbni Mesud'u ayrı bir tutması gibidir. Normaldir. İctihad kelime anlamı olarak bir şeye nüfuz etmek veya bir işin kemal noktasına ulaşmak için çaba sarf etmesi anlamındadır. Istılahı anlamı ise aşikardır. Genel olarak ictihad meselesini dört mezhepte kabul etmektedir. Ama genel yaklaşım açısından Hanefi'lerde ve Şafii'ler bu durum artık neredeyse bitmeye yüz tutmuştur. Artık temel kitaplar ve eserler oturduğu için daha çok mezhep içi ictihad yapan müctehidler vardır. Malikiler de bu biraz daha geniş bir şekilde yer bulmuştur. Hanbeliler ise ictihadın olması gerektiği ve taze kalması gerektiğini savunmuş ve bunu da desteklemişlerdir. Ama mantık burada biraz daha farklı değerlendirilmiştir. Tamamen kenara atılmasa da çok tarafgiri olan bir metot değildir. Genel anlamda anlayış gerçekleştirecek kadar olan mantık yeterli görülmüş ve desteklenmiştir. Ama kesinlikle öncül bir metot değildir. Hatta İmam Teymiyye mekruh olarak görüp "Mantığı Yıkma" adlı bir eserde kaleme almıştır. Müctehidlerin ayrımları a.Şeriatte Müctehid Olanlar: Müctehid imamlar ve onların talebeleri ( Talebeleri konusunda bazı tenkitler olmakla birlikte tıpkı-taklitçilikten uzak olanları şeraitte müctehid olanlar içine dahil edebiliriz) b.Müntesib Müctehid Olanlar: Usulde müctehid imama uymakla birlikte füruatta muhalefet edebilirler. c. Mezhebde Müctehid Olanlar:Genel olarak mezhep imamına uyarlar; sadece mezhep imamının görüş beyan etmediği konularda ictihad sahibidirler. d. Tercih Sahibi Müctehidler. Bir önceki tabaka ile neredeyse aynı noktadadırlar denilebilmektedir. e. İstidlal Sahini Müctehidler. Delilleri aktarıp bunları değerlendirmişler, evla olanı bulmak adına f. Hafızlar. Tam olarak müctehid değiller ama en sağlam görüşlerin aktarıcılarıdır. İfta konusu yani fetva verme konusu da son notum olacak. Burada müftünün müctehid seviyesinde olması gerekmemektedir. Ama verilen fetvanın delillerini bilmekle yükümlüdür. Ve müctehidden farklı olarak soruyu soranın fetvayı soranın durumunu da gözetmeli buna uygun olarak maslahatı gözeterek hüküm vermelidir. Bu demek değildir ki; burada bir nass'ı ve ya hükmü içine sindirmeden durumu idare etmek için verecek. Hayır, öyle değil. Ama bir doktorun hastaya ilacını verirken onun boyunu, kilosunu, diğer hastalıklarını ya da genetik yakınlığını bilip ona göre ilaç vermesi gibi olması gerekmektedir. İkinci cilt incelemesi ( 03-05-2023) İmam Zeyd (H80-120) Zeydiyye mezhebinin kurucusu Sayfa 15 alıntı Ehl-i beyt, hem söz ile hem de fiilen siyasetten uzaklaşmıştı.Hatta onlar, hükümdarlara baskılarından kurtulmak için "Emir' ul Mu'minin" diye hitabediyorlardı. Onların çoğu, Medine'de ancak siyasi çevrelerle temas etmemek için kalıyorlardı.Onlardan Irak ve Şam ülkelerinde en çok dolaşan İmam Zeyd'dir. İmam Zeyd'in düzeltmeye çalıştığı görüşler -Hilafetin seçimle değil, veraset yoluyla olması gerektiği fikri -Hz.Ali'nin sıfat itibariyle değil şahsen Hz.Peygamber'in vasisi oluşu -Hz.Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in hilafeti gasp etmiş olmaları -Bundan dolayı küfrü ve laneti hakettikleri -12 imamım günahtan masum oluşları -Batılı ezecek Mehdi'nin bulunduğu gibi vs görüşler Zeydiyye mezhebi imametin Hz.Hüseyin'in neslinden birinde olmasını şart koşmazlar.Bunla birlikte İmamiyye'den ayrılırlar. Akaid ile ilgil görüşler Hasan El-Basri büyük günah işleyenin münafık olduğunu söyler. Ulemanın büyük çoğunluğu fasık der ve işinin Allah'a havale olduğunu söylerler. Mürcie küfrün imana zarar vermeyeceğini söyler. Mutezile büyük günah işleyenin tövbe etmesi gerektiğini söyler, ve o kimsenin iki menzil arasında kaldığını söyler. İmam Zeyd iki menzil arasında kalma fikrine katılır ama Mutezileler gibi ebedi cehennem fikrini savunmaz. Sayfa 46 alıntı ... Mesela, birisi bir k,mseyi namazı terketmekle itham etse, başkası da onun namazı terketmediğini söylese, ikincisinin sözüne itibar edilir. İmam CAfer-i Sadık (H80-148) Sayfa 65 alıntı Ali Zeynelabidin, ilim ve asalet bakımından Medine'nin önderi idi.Oğlu Muhammed Bakır da ondan ilim ve irşat önderliğini miras olarak almıştı.İslam aleminin her tarafından bir çok bilginler ona başvurur, Medine'ye gelen herkes kendisini ziyaret etmeden gitmezdi... Sayfa 68 alıntı ... Zenginleri seven bir bilgin görürseniz bilin ki o, dünya ehlidir.Bir zaruret olmaksızın hükümdarın yanından ayrılmayan bir bilgin görürseniz bilin ki, o da hırsızdır. Sayfa 73 Ebu Hanife'ye atfedilen söz önemli İnsanların en fakihi onlar arasındaki ihtilafları en iyi bilendir. Cafer-i Sadık'ın buna namzet bir kimse oluşu Sayfa 77 alıntı ... Kesin b,r delil olmadıkça bir çok bilginlerin kabullendiği bir görüşü reddetmek doğru değildir.Çünkü bir delile dayanmaksızın herhangi bir fikri ortaya atıp kabul ettirmek, ilmi de ilim geleneğini de temelinden yıkmaktır. Düşünebilenler böyle bir yola başvurarak delilsiz bir davayı ortaya atmazlar. Hz. Peygamber (sav) " Şüpheli şeylerle karşılaştığı zaman basiret gösterenleri, şehevi arzularla karşılaştığı zaman akıllı davrananları Allah sever" "Affetmek şerefi, sadaka da malı azaltmaz" Sayfa 106 alıntı O, Allah'ın dilediği her şeye rıza gösterirdi.Felaketlere şükretmek işte budur.İnleyip sızlanarak yapılan sabır, aslında sabır değil şikayettir. Zira sabır ile sızlanmak birbirine şeylerdir.... Sayfa 120 alıntı Müslümanların, herhangi bir İslam ülkesinde tatbik edilen şeriatı bilmesinde fayda vardır. İmam Ebu Hanife ( H80-150) Sahabe hayatına bakarak yaptığı çıkarımlar sonucunda Ebu Hanife, münakaşa, mücadele ve kelam ilimlerini terkederek fıkha yoğunlaşmıştır. Ebu Hanife' nin terkettikleri ile uğraşan kimselere eskilerin hali mevcut değil. Kalpler katı ve ruhlar kötü durumda.Sayfa 128 Sayfa 129 alıntı Oğlu filozof babasına bir defa şöyle demiştir. "Siz kelam münakaşalarına giriyordunuz.Bizi bundan men ediyorsunuz" bunun üzerine Ebu Hanife şöyle söylemiştir. "Evet, bize kelam münakaşalarına giriyorduk.Arkadaşımızın yanılması korkusuyla sanki başımızda bir kuş dönüyordu. Siz ise kelam münakaşalarına giriyor ve arkadaşınızı yanılmasını istiyorsunuz. Arkadaşının yanılmasını isteyen kişi, onun küfre gitmesini istiyor demektir. Arkadaşının küfre gitmesini isteyen ise ondan önce kendisi küfre gider. Sayfa 130 İlim tahsili için 3 şart - İlm muhitinde yaşamak -Bilginlerle düşüp kalkmak ve her türlü fikir hareketinden haberdar olmak -Bir üstadın yanından ayrılmamak Sayfa 161 Ebu Hanife'nin siyasi yaklaşımları - Emevilere için tarafgirlik göstermemiştir. -Başlarda Abbasileri desteklemiştir, sonrasında ise Hz.Ali evladları ile çekişme başlayınca da Abbasilere karşı da sitemkar olmuştur. Sayfa 164 uzun alıntı Musul halkı halifeye verdiği sözü defalarca bozmuştu. Halife El-Mansur'da onlara sözlerini bir daha bozarlarsa kanlarını dökeceğini şart koşmuş, onlar da bu şartı kabul ederek sözümüzden dönersek kanımız helal olsun demişlerdi.Halife, Ebu Hanife dahil olmak üzere bütün fakihleri toplamış ve onlara şöyle demiştir:Peygamber(sav)'in "Mümin şartlarına bağlıdır." Hadis-i şerifi sahih değil midir? Musul halkı bana karşı ayaklanmamaları için ileri sürdüğüm şartı kabul ettiği halde benim valime karşı ayaklandı. Şimdi onların kanlarını akıtmak benim için helal değil midir? " Orada bulunanlardan birisi :" Onlara istediğin, yapabilirsin, onlar hakkında söylediklerin yerindedir. Affedersen bu, senin büyüklüğünün eseridir.Cezalandırırsan onlar buna müstahak olmuşlardır, dedi.Ebu Hanfe susmaktaydı, El Mansur ona döndü ve : - Üstad sen ne dersin? Biz peygamberin hilafet ve eman evinde değil miyiz? diye sordu. Ebu Hanife gerçeği şöyle ifade etti: "Onlar, ellerinde olmayan şartları kabul etmişler. Sen de sana ait olmayan şartları onlara kabul ettirmişsin.Çünkü bir Müslümanın kanı ancak şu üç şeyden bri ile helal olur: 1 Adam öldrmekten 2 Mürted olmaktan 3 Evlenmiş olduğu halde zina etmekten "Bu durumda sen onları cezalandırırsan haksızlık yapmış olursun. Allah'ın şartlarına bağlı kalmak daha iyidir" El-Mansur fakihlerin gitmelerini emretmiş, sonra Ebu Hanife'yi yanına çağırarak şöyle demiştir: -Ey üstad, geçek görüş senin söylediğindir. Memleketine dön, halifenizi kötüleyecek şekilde halka fetva verme.Çünkü isyancı, haricilerin cesareti artıyor." Ebu Hanife'nin fıkıh anlayışına dair sayfa 171 Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali gibi sahabiler Hz. Peygamber ile çok uzun zaman geçirmişlerdir. Ama buna oranla hadis aktarımları kısıtlıdı. Ama fetvalarında Hz. Peygamber'in amelinden bağımsız davrandıkları düşünülemez. Ama verdikleri fetvada hatadan korktukları için onlar kendi reyleri gibi davranıp O'na nisbet etmiyorlardı. Dolayısıyla onların görüşleri Ebu Hanife için oldukça güçlü bir delildir. Sayfa 178 Kadının malı üzerinde tasarruf hakkı olduğu gibi evlenmede de tercih hakkı vardır. Ama denklik gözetmeden yaptığı bir tercihten dolayı da hesap vermesi gerekir. Akıl bahanesiyle birinin malları ve hürriyeti hacr edilemez. Bu da demek oluyor ki, Ebu Hanife kişisel özgürlüğe oldukça önem vermiştir. Mülkiyet ve hürriyetin birbirinden ayrılamayacağını söylemiştir. III. cild hakkında Bu ciltte dört mezhep imamından üçü var: İmam Malik, İmam Şafi ve İmam Ahmed b. Hanbel İmam Malik kıyas ve fer'i meselelerin yer aldığı rey ilmi ile çok ilgilenmemiştir. Hatta takdiri fıkıh konusundanda hoşlanmazdı. Yani olmamış meseleler üzerinden varsayımlar şeklinde bir fıkıh oluşturmak istememiştir.Bu tarz bir ekol daha çok Irak'ta İmam Hanefi de mevcuttur. Bu tür fıkıh vasıtası ile meselelerin illetleri incelenir ve hükme esas teşkil eden gerekçe ortaya konularak bunun sağladığı bakış açısıyla bir fıkıh ekolü oluşturulur. İmam Malik ihlasından kaynaklı olarak Allah'ın dininde münakaşa etmekten uzak durmuştur.Kimsenin Allah'ın dininde mücadele etmesini istemezdi. Çünkü İmam Malik'e göre mücadele sırasında taassuplar oluşur.Bu tek yönlü düşünceye yol açar ve bu alimlerin şeref ve haysiyetine yakışmaz. Çünkü avam onları biribiriyle dövüşen iki horoz olarak görür ve bir yeniş beklerler. Harun Reşid'in münazara etmesini rica ettiği İmam Ebu Yusuf cevaben der ki:"İlim, horoz ve vahşi hayvanlar gibi boğuşma vasıtası değildir." demiştir. İmam Malik hükümdarda azgınlık görürse bunu halkın durumuna yorardı. Peygamber (sav): " Nasıl olursanız öyle idare edilirsiniz." Rad suresi 11 ayet:" Bir kavim, nefislerindekini değiştirmedikçe süphesiz ki Allah da onun durumunu değiştirmez." İmam Malik istihsanı şöyle tarif etmiştir. Nass bulunmayan yerde maslahatın hükmüne uygun davranmaktır. Istılahı anlamı ise kıyasın yerine maslahatı tercih etmektir.Bu konuda alimler arasında sıralama farkı olagelmiş. Kıyas mı yoksa istihsan mı daha önde diye, ama İmam Malik için konu gayet açık gözüküyor. Masalih-i mürsele hakkında müspet ya da menfi özel delil bulunmayan maslahatlardır. Hadis senedindeki ravi miktarı az ise bu hadislere "Ali Hadis" denir. Seneddeki ravilerin sayısı fazla Hz. Peygamber'den uzaklaşma varsa buna da "Nazil Hadis" denir. İmam Şafi'nin ekonomik durumunu ve hayatındaki kıymeti anlatmak için hayatından bir iz: Hükümet konağına gidip diğer yüzüne yazı yazmak için kağıt isterdi. Ahmed bin Hanbel rivayet ediyor: Allah- u Teala, bu ümmetin dinini doğrultmak çin her yüz yılda bir şahıs gönderir. Sonrasında Ahmed bin Hanbel kendi devam ediyor. Birinci yüzyılın başında bu şahıs Ömer b. Abdulaziz olmuştur. İkinci yüzyılın başında da bu şahsın Şafii olacağını umuyorum. İmam Şafi her çeşit ilmin öğrenilmesini ister ve şöyle derdi: "Kur'an ilmini öğrenenin kıymeti yükselir, hadis ilmini öğrenip yazanın delil getirme gücü artar, fıkıh öğrenen kimsenin şerefi yükselir, dil üzerinde çalışanın duyguları incelir, matematik tahsil edenin görüşü artar ve nefsini koruyamıyanın ilmi kendisine hiçbir fayda vermez. Alıntı syf 107-8 İmam Şafi kelam ilmini bilmesine rağmen kendisi uğraşmazdı ve uğraşılmasını da uygun görmezdi. İmam Şafi halifeliği yerine getirilmesi gereken bir emir olarak görür. Halifeliği Kureyş'e ait kabul ederdi. Biat in önceden yapılmasından çok bir şekilde biatin gerçekleşmesine önem verirdi. Şafi fıkhından önemli bir ölçüt: Allahu Teala bazen ammı zikreder ve bununla hassı murad eder; bazen de hassı zikreder bununla ammı murad eder, diyordu. Şafi'nin ahad haberin nass olduğuna dair ortaya koyduğu deliller: İslam'a davet için giden bir iki sahabenin varlığı tevatür sayısına kadar ulaşacal elçi gerekliliği olmadığının bir delilidir. Şahitlik meselesinde iki kişinin yeterli olması bir başka delildir. Ve Allah resülünden hadis duyanların bunu yayması konusundaki üzerlerindeki emir de bir üçüncü delildir. İmam Şafi Mısır'a geldikten sonra daha önce yazdığı fıkhı büyük bir oranda değiştirmiştir. Eskileri ile amel edilmesine cevaz vermemiştir. Eski düşüncelerini nesh etmiştir ya da revize etmiştir diyebiliriz. Ahmed b. Hanbel bir dönem İmam Şafi'den tahsil görüyor. Rivayete göre İmam Şafi görüşlerine muhalefet olan bir hadis varsa Ahmed bin Hanbel'den bu konuda kendisine bilgi vermesini emrediyor. Bu durum Ahmed bin Hanbel'in hadis ezberindeki yüksek mertebesinin delillerinden biridir. Kura'anı Kerim mahluk mudur meselelerinin ortasında kalıyor Ahmed bin Hanbel. Bu konuda kendisine şeriatin verdiği bir ruhsat olmasına rağmen kullanmıyor ve Hal bildiği görüş uğruna işkencelere katlanıyor. Muhammed Ebu Zehra burada şöyle bir çıkarım yapıyor. Toplumu derinden etkileyebilecek alim kişilerin bu konularda ruhsatı kullanmadan doğru olanı yapmaları daha hayırlıdır. Yoksa toplumda bu karışıklığa yol açabilir ve meselenin doğru anlaşılması önünde engel oluşturabilir. Ama şunu hemen hemen bütün müctehid imamlarımız için söyleyebiliriz. Böyle kelam'a felsefeye dair meselelerden sakınmışlar, bu konular hakkında görüş bildirmekten çokça kaçınmışlardır. Ahmed bin Hanbel çok ciddi ve heybetli bir kimse idi. Ciddi olunması gereken bir yerde alay ve şaka edenin akıl kıtlığından ve ya dini vicdanın uyulukluğundan olduğunu söyler. Allah (cc) ikisinden de bizleri korusun. İbn-ül Cezvi " Müminin sıfatı, kendisine gizli olan işleri Allah'a havale etmektir. Peygamber'in hadislerindeki şeyleri de olduğu gibi tasdik etmek ve bunları misallerle anlatmaktır." Alıntı sayfa 225 Ahmed bin Hanbel bir hadis zayıf dahi olsa kıyas ya da ıstıhsandan daha üstün görürdü. Sahabe ve tabiin bir konu üzerinde farklı farklı yorumlarda bulunursa bunlar konusunda bir tercih yapmazdı. Meselenin farklı yönleri olarak kabul ederdi ve konuyu bu şekilde izah ederdi. İmam Hanefi de sahabiler için konu bu şekildedir. Ama İmam Hanefi tabiin içn aynı görüşü savunmamıştır. Onlar da insan biz de insanız demiştir. Rivayet eden sahabenin bilinmediği hadise şerife mürsel hadisi şerif denir. Ahmed bin Hanbel, mürsel hadisi delil olarak kabul eder. Zayıf hadisi de onu reddecek bir gerekçe yoksa zayıf hadise tercih eder. Dolayısıyla zayıf hadis ve uydurma hadis arasındaki farkı çok çok iyi anlamak gerekir. Hanbeli fıkhına göre ilginç bir hüküm ( alıntı sayfa 250) Mesela: Bir ev sahibi, eğer evi müsaitse, barınacak yeri olmayan bir kimseyi evinde iskan etmesi için icbar etmek caizdir, diye fetva vermişlerdir. Bu hususta İbni Kayyim El-Cezviyye şöyle der: "Eğer bir cemaat herhangi bir şahsın evinde oturmak mecburiyetinde kalsa bundan başka bir yer ve ya bir han bulamasa, o şahsın münazasız bşr şekilde evini bunlara vermesi gerekir. Fakat, karşılığında bir ücret alabilir mi? Alimler burada ayrı ayrı iki görüş beyan etmektedirler. Bu görüşler aslında Ahmed b. Hanbel'in talebelerine aittir. Bunlardan ücret almasını caiz görenler, ev sahibinin ecri mislinden fazla bir ücret istemesinin haram olduğunu söylemişlerdir. Hamdolsun dördüncü cildi de şu an bitirmiş bulunmaktayım. Bu ciltte Davud- u Zahiri, İbni Hazm ve İbni Teymiye'den ve onların günümüzde etkileri olan fıkhi görüşleri incelenmiştir. Sanırım, Muhammed Ebu Zehra temel olarak bu kimseleri müspet buluyor ve onlara karşı muhabbet besliyor. Bu ciltte yapmak istediği şey biraz da onları çarpıtıp yanlış anlayan zihniyet ile arayı açarak okuyucu temizlemek ister. Sayfa 10, genel kaide olarak unutulmaması gereken nokta İma Şafii kıyası nas üzerinden yapar. Ama tabi burada yanlış anlaşılmaması gereken nokta şudur. Diğerler kıyas yaparken nasları dikkate almıyor demek istemiyoruz; ama Şafi durumu şu noktaya getirmiş oluyor nassla kıyas yapamıyorsa susuyor. Ama diğer imamlardan rey'e göre ya da maslahata yönelik bir kıyas ortaya çıktığı mevcuttur. Sayfa 16. Davud- u Zahiri kesinlikle taklidi yasaklamıştır. Kişi kesinlikle ictihad yaparal amel de bulunmalıdır. Bilmiyorsa da sormalıdır ama sorduğundan delile açılan bir yolu da öğrenmelidir. Ve bunu da kendi başına takip edip etüt etmelidir. Bunun kesinlikle güzel bir seviye olduğu doğrudur ama herkes beklenebilir mi farz kılınabilir mi emin olamadım. İbn Hazm hiddetli vasfı hakkında kendinden rivayetle hafızayı arttırdığını ve fikrin cevvalleştiğini savunuyor. Biz günümüzde bu tesiri neden göremiyoruz muhtemel ki. Meseledeki Allah rızasını arayış koptu. Bu vesile ile bir sürü telifte bulunduğunu iddia eder. İbn Hazm'ın meşhur ve sahih bazı rivayetleri aklına uymadığı için kabul etmediğini görüyorum. Beni kederlendirdi ve korkuttu. Muaz bin Cebel'in vali olarak gönderileceği zaman hükmü koyma biçiminde rey kullanırım demesinden dolayı İbn Hazm bu rivayeti zayıf görüp kabul etmediği aktarılıyor. Sayfa 81. Hz. Ali (ra) "Kur'an'ın ifadesini ancak dininde kendisine bir anlayış ihsan edilen kimse kavrar" Ya Rabbi bu anlayış'ı bize lütfet. Zehebi, İbn Teymiyye için aktarıyor (syf 119-120 ) İbn Teymiyye ile düşüp kalkan ve onu sevenler, ona karşı beni hürmetsizlikle itham ederler. İbni Teymiyye'ye muhalefet eden ve onu sevmiyenler de, beni, onu iyi tanımakla itham ederler. Ben, onun hem dostları, hem de muhalifleri tarafından eziyet gördüm. Halbuki ben İbni Teymiyye'nin masum olduğuna inanmıyorum. Bir kısım asli ve feri meselelerde ona muhalifim. Çünkü ilminin genişliği, cesaretinin bolluğu, zihnin açıklığı ve dinin emirlerine saygılı oluşuna rağmen, o da bir beşerdir. Münakaşalarında hidetli, öfkeli ve hasımlarına çok şiddetli davranışı sebebiyle gönüllerde kendisine karşı düşmanlık meydana getirmektedir. Eğer böyle olmasaydı insanları birleştirirdi. Büyükler onun ilmine boyun eğer, sahili bulunmayan bir deniz ve eşsiz bir hazine olduğunu kabul ederlerdi. Fakat onlar, buna muhalefet etmişler ve hareketlerini kınamışlardır. Herkesin bir kısım görüşü benimsenir, bir kısım görüşü de reddedilir." Şu alıntıyı imkan olsa da herkese tek tek okutup ezberletebilsem. Elhamdülillahirrahmanirrahim.
İslam'da Siyasi İtikadi ve Fıkhi Mezhepler Tarihi
İslam'da Siyasi İtikadi ve Fıkhi Mezhepler TarihiMuhammed Ebu Zehra · Hisar Yayınevi · 2011248 okunma
·
431 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.