Gönderi

Kemalist Devlet'in temel niteliklerini ortaya koyabilmek için tahlil etmemiz gereken başka bir kavram, “Kendini Türk kabul eden herkes Türk'tür" sloganıyla ilgilidir. Kemalist anlayışa göre, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan ve kendini Türk kabul eden, Türk sayan herkes Türk'tür. Bu ifade biçimi, aslında, belirli bir hoşgörüyü de barındırıyormuş gibi bir izlenim yaratmaktadır. İnsanlar kendilerini, Türk kabul edebilecekleri gibi, başka etnik gruplara mensup olduklarını da ifade edebileceklermiş gibi bir izlenim yaratmaktadır. "Kendini Türk kabul eden herkes Türk'tür" formülünün düzenlenmesi sanki böyle bir toleransı içeriyormuş gibi bir hava verilmektedir. Halbuki, bu, hiç de böyle değildir. Kesin olarak böyle değildir. Ermeni, Rum gibi Hıristiyan ve Yahudi azınlıklar için belli bir toleransın olduğu kabul edilebilir. Hatta Çerkesler için bir toleransın varlığı da ifade edilebilir. Fakat bu Kürtler için kesinlikle böyle değildir. Yukarıda, Kürdistan'ın önemli bir kesiminin Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içinde bırakıldığını ifade etmeye çalıştım. Dolayısıyla Kürtlerin çok büyük bir kesimi Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşamaktadır. Kemalist ideolojiye göre herkes Türk olmaya mecburdur. Bu zorunluluk özellikle Kürtler için getirilmiştir. "Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan ve kendisini Türk kabul eden herkes Türk'tür" biçiminde ifade edilmektedir. İşte bu noktada asimilasyon politikaları gündeme sokulmuştur. Asimilasyon kısaca, Türk olmayanları, özellikle Kürtleri Türk'e benzetmek, Türkleştirmek, Türk gibi yapmak olarak anlaşılabilir. Asimilasyon politikasının düşünülmesinin ve hayata geçirilmesinin çeşitli yolları vardır. Kürtlerin Türk olduğu ve tarihte, Kürt diye bilinen bir milletin yaşamadığını vurgulayan çalışmalar, Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte başlamıştır. Özellikle 1930'lu yıllarda büyük bir yoğunluk kazanmıştır. Bu tür çalışmaları İttihat ve Terakki döneminin son zamanlarında da görüyoruz. Fakat sistematik olarak, hesaplı kitaplı, planlı programlı bir şekilde ele alınması Mustafa Kemal Atatürk döneminde olmuştur. Türk Üniversiteleri, Türkoloji Enstitüleri, Türk Folklorunu Araştırma Enstitüleri, Türk Tarihinl, Türk Dilini ve Türk Edebiyatını araştıran, inceleyen kurumlar, Kürtlerin Türk olduğunu, Kürt dilinin yani Kürtçe'nin, Türkçe'nin bir şivesi olduğunu ispat edebilmek için yoğun bir çabaya girişmişlerdir. Türkleştime politikasını başarıya ulaştırmak için Türk Devleti'nin bütün olanakları da seferber edilmektedir. Gerek devletin ideolojik baskı araçları, gerek devletin zorlayıcı baskı araçları, etkili bir şekilde bu amaç doğrultusunda seferber edilmektedir. Devletin ideolojik baskı araçları arasında Türk kamu yönetimini, ilkokuldan üniversiteye kadar bütün eğitim kurumlarını, aile kurumunu, siyasal partileri, gazete, radyo, televizyon, kitap, dergi, sinema, tiyatro gibi kitle haberleşme araçlarını, çeşitli dernekleri ve işçi sendikalarını, dinsel kurumları, hukuk kurumunu vs. göstermek mümkündür. Örneğin Diyanet İşleri Başkanlığı devletin ideolojik baskı araçlarının en önemlilerinden biridir. Bunların hepsi de resmi ideoloji çerçevesinde, resmi ideoloji doğrultusunda kolaylıkla seferber edilebilmektedir. Devletin zorlayıcı baskı araçları ise, karakol, polis, jandarma, ordu, mahkeme, cezaevi olarak ifade edilebilir. Türk Devleti ilk olarak elbette ideolojik baskı araçlarını kullanacaktır. Bunları kullanarak, kitleleri, Kürtlerin Türk olduğu konusunda aydınlatmaya, eğitmeye ve ikna etmeye çalışmaktadır. Bütün bu çalışmalara ve çabalara rağmen, kitleler bu bilgiler karşısında ikna olmuyorlarsa, hâlâ Kürtlüklerini ileri sürenler, Kürl ulusal ve demokratik hakları için çaba gösterenler varsa... işte o zaman da devletin zorlayıcı baskı araçları gündeme girmektedir. O halde, ilk olarak devletin ideolojik baskı araçlarıyla Kürt halk yığınlarının veya Türk demokratlarının ideolojik imhası düşünülmektedir. İdeolojik imha etkili ve yeterli sonuçları yaratmıyorsa, o zaman da devletin zorlayıcı baskı araçları gündeme gelmektedir. Karakol, polis, jandarma, ordu, mahkeme, cezaevi... gibi devletin zorlayıcı baskı araçları yani şiddet de kitleleri ve ilgili kamuoyunu yola getiremiyorsa, onları devlet için olumulu insanlar haline getiremiyorsa o zaman da fiziki imha yolu açılmış olmaktadır. Bugün Kuzey Kürdistan'da, Türk sömürge yönetiminin gerek Kürt gerillalara karşı, gerek gerillaları yoğun ve kapsamlı bir şekilde destekleyen Kürt halkına karşı uyguladığı yol budur; fiziki imha yöntemidir. Böyle bir süreçte Türk basını üzerinde ayrıca durmakta yarar vardır. Demokrasilerde basın, genel olarak Dördüncü Kuvvet olarak bilinir. Türk basını sanıldığı gibi Dördüncü Kuvvet falan değildir. Türk basını Kürdistan sorununda, Türk Milli İstihbarat Teşkilatı'nın bir şubesi gibi çalışmaktadır. Bu bakımdan Türk basını, Türk polisinin itibarsız bir yardımcısıdır. Bu yardımcılık, polis copunun, jandarma dayağının yardımcılığı gibi bir yardımcılıktır. Türk basını, Kürdistan sorunu konusunda, ancak, Türk Devleti'nin ve Türk Hükümeti'nin istediği şeyleri yazabilir. Yazılması, kamuoyuna duyurulması devlet ve hükümet tarafından istenmeyen hiçbir şeyi, Türk basını yazamaz. Devletin, hükümetin kamuoyuna duyurulmasını istemediği hiçbir haberi kamuoyuna duyuramaz. Türk üniversitesinin, Türk siyasal partilerinin, çeşitli dernek ve sendikaların, Türk hukuk kurumlarının, mahkemelerin vs. faaliyetlerini de aynı çerçevede değerlendirmek gerekir. Örneğin, yargı organları, mahkemeler resmi ideolojiyi titiz bir şekilde uygulayan kurumlardır. Türk üniversitelerinin, Kürdistan sorunuyla ilgili hiçbir biçimisel araştırması olmadığını biliyoruz. Türk siyasal partileri, arkalarında milyonlarca oy desteğine rağmen, Türkiye'yi özgürce yorumlayamaz. Türkiye'nin toplumsal, politik ve kültürel sorunlarına ilişkin olarak özgürce planlar ve programlar üretemez.
·
70 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.