Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Hz. Muhammed'e Dair - 4 (Ahlakı ve Siyaseti)
Hazreti Muhammed, ahlâk bakımından düşük bir insan değildi. Ahlâksız bir adamın, insanlığa, ne yeni bir ahlâkın prensiplerini sunmasına imkân olabilirdi, ne de savunduğu büyük davayı gerçeklendirebilirdi. O, içinde bulunduğu toplumun ve kişisel deneylerinin hazırladığı şartlardan faydalanmayı bilmiş, fakir kavmini zenginleştirmiş, dünyayı yalnız zenginlerle açıkgözlerin malı olmaktan ve insanları onlara uşaklık etmekten kurtarmıştı. Hakikatte o, zenginliğe değil, şerefsiz yollardan servet sahibi olmuş zenginlere düşmandı. Sonra, onların fakirleri hor gören kibirlerine, övünmelerine, sefahatlerine, hayır işlerine karşı cimriliklerine, insafsız tutkularına düşmandı. Hz. Muhammed de, eski Mısır'da M.Ö. VII. yüzyılda yaşadığı söylenen çoban Amos gibi, "Zengin, yoksulları yutan, âcizlerin hakkını yiyendir; onların ihtişamı yoksulların sefaletinden ileri gelir" kanısındaydı. Ona göre, insanın şerefini sağlayan, takva içinde yaşamasıydı; yani kendini Tanrıya beğendirecek işler yapabilen bir ruh temizlik ve büyüklüğüne malik olmasıydı. Hz. Muhammed'in merhamet ve şefkati, insana karşı olan sevgisinin üstünlüğü, kendisine katlanmış olduğu büyük zahmetlerin, sıkıntıların acısını unutturmuş, büyük ülküsü uğrunda zengin olmak ve nüfuzunu âcizler üzerinde baskıyla denemek gibi küçüklüklere düşmemişti. O, ileriyi görüyor, olayların sonuçlarını önceden tahmin edebiliyor, başarının bütün vasıtalarını zamanında hazırlamayı ve etrafındaki insanların kabiliyetli ve liyakatli olanlarından faydalanmayı da ihmal etmiyordu. Kendisi bilgin değildi; fakat bilimleri seven ve bilginlere saygısı olan bir bilgeydi. Askerî ve siyasal bir dehaya da malik olan Hz. Muhammed, insanları yönetmekte ve teşkilât kurmakta ustaydı; yalnız kendi kavmini değil, genel olarak bütün insanları yönetmekte özel bir dehaya malikti. Çocuklara, hayvanlara, güzel kokulara, temizliğe, saç ve sakalına itina etmeye meraklı olan Hz. Muhammed, politik bir ihtiyacın baskısı olmadıkça ve davasını tehlikeye düşürecek bir teşebbüs görmedikçe idam cezasını ve savaşı caiz görmemişti. O, bir toplum veya devletin hemen bütün faaliyetleri hakkında gereken hükümleri, yaşadığı dönemin ihtiyaçlarına, törelerine ve âdetlerine olduğu kadar da İslâm dininin amaçlarına uygun bir surette tespit etmiş ve kendisinden öğrenilmek istenen konulara karşılık olarak söylediği sözler ve bildirdiği ayetler birer şer'î kanun olarak fıkhın esaslarını ve geniş bir insan kitlesinin yüzyıllar boyunca güvenip dayandığı adalet şuurunu ve hatta faziletlerini teşkil etmiştir. Bir din, siyasal kudret halini alınca, bütün ahlâkî ve kutsal değerlerini kaybeder. Din adamları, bu kudretin her çeşit zulmüne ve keyfine fetva veren imansızlar halini alır ve iman afyonuyle uyuşturulmuş olan kitleler, soyulması, ezilmesi gereken sürüler gibi yönetilirler. Fakat bunun böyle olacağını daha hayattayken pek iyi fark etmiş olan Peygamber, teokratik bir demokrasinin temellerini kurmuş, zulmü reddetmiş, halkı yönetenlerin onlara yapacakları hizmet nispetinde Tanrının sevgisini kazanacaklarını ihtar etmiş, geniş bir hoşgörü ile adaleti İslâm devlet ve hakikatinin ana prensibi yapmaya çalışmıştır.
Sayfa 548-549
57 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.