Gönderi

134 syf.
10/10 puan verdi
·
Read in 25 hours
Balıkçı ve Oğlu her ne kadar roman olarak adlandırılsa da bir uzun hikaye gibi değerlendirilmeli. İsmi ile çağrışım yaptığı Ernest Hemingway tarafından kaleme alınan İhtiyar Balıkçı ve Deniz hikayesini hem hatırlatan, hem de ona atıfta bulunan bir eser olarak göze çarpıyor. Ancak oradaki eserin herhangi bir sosyal kaygısı yahut meselesi yoktu. Burada ise bir balıkçının hikayesi üzerinden dünyanın son yıllardaki en önemli sorunlarından birisi durumunda olan mülteciler yahut düzensiz göçmenler meselesini bir ışık tutmaya çalışıyor. Bunu yaparken bir Ege köyünde yaşayan ve çoğunluğu denizle içli dışlı olan, balıkçılık yapan köylülerin çevre ile olan ilişkilerini de göz önünde tutuyor. Yani Livaneli sosyal meselelere duyarlığını bu defa Ege Denizi'ndeki düzensiz göçmenler yani mülteciler sorununun yanı sıra denizde, denizin kirlenmesi ve bu şekilde balon balığı adı verilen bir nevi kötü balıkların ve doğal akışın dışına çıkmış yaratıkların istilası ile karada ise kapitalist ve kötü insanların çevreyi talan etmelerini, para uğruna her şeyi yakıp yıkmalarını ele alıyor. Hatta roman sonundaki röportajında Moğol istilasında bile Anadolu'nun belki bu kadar zarar görmediğini belirtiyor. Livaneli kendi görüşüne uygun olarak -ki sanatçı derdi olan insandır, düşüncesine sahip bir kalem olarak bu son eserinde genelde bir ama aslında pek çok meseleyi irdeleyen bir uzun hikaye oluşturmuş. Bu anlamda babalık, annelik ve evlat acısı gibi konuları yerleşik insanların penceresinden anlattığı gibi mülteciler üzerinden de işlemeye devam ediyor. Edebi tarafına baktığımızda aslında tipik bir Livaneli anlatısı olarak görülebilir. Hatta bir önceki romanı Huzursuzluk’un adeta deniz ve sahil köyü üzerinden işlenişi gibi de okunabilir. Orada da yine insanlığın ortak meselelerinden birisi üzerinden bir anlatım vardı. Aynı şey burada da var… Açıkçası düzensiz göçmenler meselesi bizim için maalesef en fazla, haber değeri taşıyan ve sayılarla ifade edilen ölümleri ihtiva eden bir mesele. Halbuki bunlar büyük trajediler içeriyor ki, Türkiye bir geçiş alanı ve çoğu, Müslüman ülkelerden gelen Asyalı ve hatta Afrikalı göçmenlerin sistemli bir para hırsı işleyişi içerisinde Türkiye üzerinden Yunanistan'a, daha doğrusu Avrupa ülkelerine gönderilişleri anlaşılıyor. Ancak bu yapılırken ciddi bir pazar oluşturulmuş ve insani duygular tamamen bir tarafa atılmış durumda. Livaneli çok da hacimli olmayan eserinde doğal olarak bu insanların niçin ülkelerini terk edip Avrupa'ya gitmek istediklerini pek anlatmıyor. Çünkü o özneye değil yükleme ağırlık vermiş durumda; yani mülteci olmak konusuna yine bu az hacimli kitabında doğal olarak değinemediği konulardan birisi de Suriye meselesi… Sadece Suriyelilerin de göçmen olduklarını ancak Türkiye hükümetinin ( daha doğrusu tek kişinin ) hadiseye bakışından dolayı Türkiye'de kalabildiklerine, diğerlerinin ise sınır dışı edildiklerine değiniyor. Eserde Ege köylüsü olan Mustafa ve eşi Mesude ile Afgan bir kadın ile onun yeni doğan bebeğinin hayatları birbiriyle kesişiyor. Livaneli burada evrensel bir konu olan annelik duygusunu merkezde tutarak kalem oynatıyor. Edebi seviyesinin çok üst düzey olduğu söylenemezse de çabuk okunabilen ve hikayesi ile sizi içine alabilen bir anlatıma sahip olduğu gerçek… Bu anlamda Livaneli okurları için herhangi bir sürprizden söz etmek mümkün değil. İçerisinde çok fazla aforizma yok. Güncel konular ve hatta cümleler de kendisine yer buluyor. Birtakım alegoriler kullandığını söyleyebilirim. Örneğin balon balıklarının istilacı balıklar olması ve Ege kıyılarını talan eden insanların da istilacı balıklar ile aynı olduğu gibi… Öyle ki, balon balıkları aslında Ege Denizi’nin yerlisi değiller; oraya sonradan gelmiş ve bütün işleyişi darmadağın etmiş durumdalar. Aynı şekilde, Ege kıyılarında balık çiftlikleri yahut maden ocakları kuran ve bu uğurda çevreyi tarumar eden insanların da aslında Egeli olmadıkları gerçeğini anlatıyor. Livaneli'nin toplumsal konulara değinmesi her şeye rağmen takdiri hak eden bir konu; ancak kitabı okurken benim aklımda hep şu vardı: Sadece başka ülkelerin mültecilerinin acıları mı var? Evet, onları anlamalı ve sahip çıkmalıyız, meseleye milliyet ya da din adına değil, insanlık adına bakmalıyız. Mülteciler konusunda mutlaka empati kurmamız gerekiyor. Onların da insan ve değerli olduklarını her zaman hatırda tutmalıyız. Ama maalesef Türkiye'nin önemli bir sorunu daha var. O da kendi mültecilerimiz! Türkiye'deki siyasi iktidarın oluşturduğu mülteciler… İktidarın damgaladığı, işlerinden attığı, cezaevlerine koyduğu ya da koymak istediği o kadar çok insan var… Üstelik onların çoğu bizim çevremizden ve biz onları tanıyoruz… Fakat ya korkudan ya inandığımız için ya da siyasal iktidara verdiğimiz destekten dolayı görmezden geliyoruz. Bazen düşmanlık besliyoruz.Livaneli'nin romanında satır aralarında belirttiği şey neydi? “Anne, ülkesi Afganistan'a iade edildiğinde büyük ihtimalle Taliban tarafından öldürülecek.” Özetle, “senin mültecin, benim mültecim” diye bir durum söz konusu değil. Yönetenler tarafından insanların ne ile suçlandıklarının da önemi yok. Önemli olan, işte bu hikayedeki Samir ya da Deniz gibi insanların da var olduğu...
Balıkçı ve Oğlu
Balıkçı ve OğluZülfü Livaneli · İnkılap Kitabevi · 202127.1k okunma
63 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.