Gönderi

128 syf.
8/10 puan verdi
·
Read in 8 days
VAROLUŞÇULUK, Jean Paul Sartre (Kitap İncelemesi)
Nobel ödülünü (1964) reddeden ilk kişi olan
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre
(1905-1980) sadece Nobel ödülünü değil diğer resmi kuruluşlardan kendisine layık görülen tüm ödülleri de reddetmiştir. O, ilkelerini ve felsefi doktrinlerini sadece ortaya koymakla kalmamış kendi hayatının zeminine de bilakis uygulamış ve uygulatma çabasına girmiş, ilkeli ve saygın bir felsefe/edebiyat/sanat insanı, çağın temel sorunları kayıtsız kalmayan çözüm yolları sunan bir düşünür, dönüştürücü dozu yüksek bir aktivist ve ünlü devlet adamlarının fikirlerine danıştığı saygın bir politikacıdır. Özgürlüğe ulaşmanın kitlesel hareketlerle değil bireysel çabalarla düzeleceğine inanır. Toplumların inşası, bireyden çıkış almalıdır. Güç, toplumda değil bireyin kendisindedir. İnsan, sadece ve sadece kendine tutunmalı, kendinden medet ummalıdır. Özü itibariyle bir türün bütün bireylerine değil de yalnızca bir ya da birkaç birey ancak toplumun yazgısını belirleyebilir. İnsan, kendini seçerken - özünü oluştururken - aynı zamanda da bütün insanları da seçip oluşturduğu için (tikelden tümele gidim sürecinde tamamlanma) olmak istediği kişiyi tasarımlarken - yaratırken - aslında herkesin asıl olması gerektiğinin anlaşılması gerektiğini söyler. Kendine karşı sorumlu olan insanın, tüm insanlara karşı da bir sorumluluğu olduğu, bireyin seçtiği insan tasarısının aslında tüm insanlığa doğrudan etki edip tüm insanlığı seçtiğini de kastetmektedir. ‘’Herkesin Yazgısı’’nı, ‘’Her Bir Birey’’ oluşturur Yani, her bir birey, herkesin aynasıdır. Tikelden tümele giden direkt/doğrusal bir harekettir bu: YERLİ BİR SÖYLEM VE ATASÖZÜ ÜZERİNDEN J.P.SARTRE ’IN FELSEFİ DOKTRİNİ:
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre
’ın felsefî doktrini üzerinde derinleşmeden önce basit bir şekilde anladığımı anlatmaya çalışacağım; lâkin
Richard P. Feynman
Richard P. Feynman
’ın da dediği gibi: “Bir şeyi basit bir şekilde açıklayamıyorsan, onu yeterince iyi anlamamışsın demektir.” Kendi halkımızın da çok sıklıkla kullandığı bir söylem ve bu söylemden doğan, “Bozkırın Tezenesi” olarak nam salmış, filozof karakterli büyük üstad Neşet Ertaş’ın da bestecileri arasında olduğu, çok bilinen bir türkü vardır: ‘’Kendim ettim kendim buldum. Gül gibi sararıp soldum, Eyvah!’’ Benim anladığım kadarıyla; bu kısım
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre
’da kendin edince sadece kendin bulmazsın şeklindedir. Hem kendini yakarsın hem de ait olduğun toplumu/milleti/dünyayı da yakmış olursun. Yani, edimlerinin(eylemlerinin/yaptıklarının) sonuçlarını tikele değil tümele(var olan her şeyi kapsayan her şeye/herkese) de yansıtmış olursun, tümelin de kimyasını, ruhunu, dünyasını bozmuş - aynı Neşet Ertaş’ın türküsündeki gül gibi sarartıp soldurmuş – olur, hem kendin eyvah çeker hem de millete eyvahlar çektirirsin demektedir. Ben en basit tanımıyla bunu anladım. Bu arada Neşet Ertaş ile J.P.Sartre’ın da felsefî olarak birbirine zıt görüşte oldukları da ortaya çıkmış oluyor bu durumda :) Yine halkımızın çok sık kullandığı bir deyim olan: ‘’Her koyun kendi bacağından asılır’’ atasözünü
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre
şu şekilde açıklar: ‘’Her koyun kendi bacağından asılır’’, derler, kalkıp da onlara, ‘’Ya herkes de sizin gibi yaparsa, o zaman ne olur?’’ diye sorarsanız, omuzlarını silkerek cevap verirler: ‘’Herkes de böyle yapmaz ki!’’ Ne olursa olsun, biz yine de sormalıyız kendi kendimize: ‘’Ya herkes de bizim gibi yaparsa sonu nice olur? ‘’ s.42 Şimdi biraz neşteri çıkartıp analizi derinleştirelim: Bireycilik (Individualizm), İnsancılık (Hümanizm) kavramları üzerinden
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre
’ın Varoluşçu Felsefesine giriş yapalım: *BİREYCİLİK (INDIVIDUALISM): *Bireycilik, “en iyi yöneten devlet, en az yönetendir.’’ der. Bu öyle bir devlettir ki halkı toplumsal birlikler olarak değil de bireylerden oluştuğu düşüncesine dayanır. Hayali biraz kafanızda canlanmış olsa gerek. Biraz daha açalım konuyu.. Bir toplum hayal edin…Her bir birey kendi kendine yetecek güce erişmiş, özgürlüğünü benliğini tamamen kazanmış, devlete ihtiyaç ya hiç kalmamış ya da en asgari seviyede kalmış, her bir birey sorumluluğunu bilmekte, devletin otoritesine/denetlemesine/müdahalesine gerek kalmadan tüm çarklar tıkır tıkır işlemektedir. İşte bu noktada ilerlemenin bir aracı olarak da bireye farklı olma hakkı tanınır. Birey ancak mevcut durumundan farklılaşabilirse ‘’İlerleme’’ sağlayabilir. Devlet otoritesi, bireyin ilerlemesine ket vurduğu için ilerleyemeyen bireyler, ilerleyemeyen toplumlara dönüşür. İlerleyememiş/gelişememiş toplumlar da devlet otoritelerine bağımlı, güdülmeye hazır hale gelir. Bireycilik kavramında devlet ayak bağı olarak görülür. Devlet, bireylerin kargaşaya çatışmaya düştüğü anlarda müdahil olup bireylerle daha önceden mutabık kalınan yasalar dahilinde koruyucu/önleyici müdahalelerde bulunabilir ayrıca bu yasaları muhafaza etmekle de yükümlüdür. Bunun dışında devletin bireylerin yaşamına müdahalesinin en asgari seviyede olması gerektiğini düşünülür. Kalabalığa dahil olan bir birey, tikelden tümele geçerek önce kendi özünü kaybeder sonra da iradesini kiraya vermiş olur, ardından genetik aktarımla ilkel atalarından süregelen sahip olduğu tekelleşen güce yanaşma, itaat etme, kendini kalabalığın konforunda güvende hissettirdiği o en ilkel dürtülerinin içsel çağrısına kulak verir. Ardından eksikliğini duyduğu şeylere sahip tek kişinin mandasına kendini teslim etmenin verdiği konfor alanının verdiği o sıcaklıktan hoşnut kalır. İlkel atalardan aktarımla geçen bu dürtü, özgürlük ihtiyacı değil, kölelik/bağlanma ile ilgilidir. İtaate meyilli şekilde dahil olduğu kalabalıkların efendisi ilân edilen kişiye içgüdüsel olarak bağlanır/boyun eğer. İşte tam da bu nokta
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre
’ın düşünsel doktrininde ‘’acizlik’’ olarak tanımlanır. Bu acizlik, insanın özüne aykırı bir tutumdur. İnsan, kendini özüyle çelişen bir varlık haline getirmemelidir. Birey, maruz kaldığı ilkel atadan kalma metastaz yapmış hastalıklı dürtülerin kölesi olmamalıdır. Evrimsel gelişim/değişim sonucunda artık bu tür pasif, insanı dibe çeken, yozlaştıran, körelten dürtülerin tasfiye edilmiş olması gerekir. Bu, sürekli ileriye saran zamanın da içinde bulunulan çağın da bir doğal gereğidir. Ancak bu hastalıklı dürtüleri ilkel atalarından bu yana hala tasfiye edememiş olan insan, kendisini kitlelere bağlayarak önce siyaset kurumunun sonra da bireyin kendisinin de dahil olduğu kalabalıkları/toplumları etki altına alan ve toplumları nasıl etkileyeceklerini çok iyi bilen, demokrasi sosuna batırılmış söz sanatı ustalarının/hatiplerin/demogogların oyuncağı haline gelirler. Mantık yasalarının kalabalıklar üzerinde bir tesiri olmadığını çok iyi bilen tatlı dilli, güleryüzlü ve ceylan gözlü (!) siyasetçiler zaten akıl ve mantıkları devre-dışı kalan kalabalıkların doğrudan duygularına hitap ederler, akıllarını değil duygularını esir alır ve yönetirler. “Zihinlerin Tekleşmesi Prensibi”, en çok siyasetçilerin/yönetenlerin/hitabet ustalarının işine yarar; zihinleri tekleşen kalabalıkları yönetmek, onlar için artık bir çocuk oyuncağıdır. “Zihinlerin Tekleşmesi Prensibi” ne girmişken biraz içini açalım sonrasında da kaldığımız yerden devam ederiz . . . ZİHİNLERİN TEKLEŞMESİ PRENSİBİ: ‘’Zihinlerin Tekleşmesi Prensibi’’ ile ; farklı zihin yapılarına sahip bireylerin kalabalıklar içine dahil olduğunda zihinleri tek ve standart hale getirtilir. Buraya dikkatinizi çekmek istiyorum (!) : “Gelir” demiyorum; “Getirtilir” diyorum. Birey, etken değil ettirgenliğe tabidir. Yapmaz, yaptırtılır.
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre
‘ın da zaten itirazı bunadır. ‘’Tek bir varlık zihni’’, tüm kalabalığın ortak ve tek zihni olur. Zekâ seviyeleri de ortalama aynı seviyededir. Kitle içinde olan birey ile yalnız başına yaşayan aynı bireyin taşıdığı karakter, birbirine tamamen zıttır. Hatta şaşırtıcı bir şekilde; özünde bireysel olarak çıkarına düşkün olan insanoğlu, kitlenin içindeyken kendi menfaatine dahi aykırı bir şekilde hareket edebilir. BURAYA DA DİKKAT (!) Kendi menfaatine bile aykırı davranıyor demekteyim. İnsanın en güçlü dürtüsü olan ilkel bencil genden daha büyük bir ilkel dürtü ile karşı karşıya bırakıyor bizi ''Zihinlerin Tekleşmesi Prensibi''. Bu, bir kimyasal çözülme hali gibidir; Bu kısmı,
Gustave Le Bon
Gustave Le Bon
‘un *
Kitleler Psikolojisi
Kitleler Psikolojisi
adlı başyapıtından bir tespit ile alıntılıyorum: “Kimyada olduğu gibi bir araya getirildiği zaman bazlar ve asitler gibi kendisini oluşturanlardan epey farklı olan özelliklere sahip yeni bir madde oluşturmak üzere birleşmeleri gibi yeni bir karakteristiklerin oluşumuyla sonuçlanan bir birleşme yaşanmasıdır.” İşte, böyle anestezik (uyuşturulmuş) halde bulunan ve kimyası değişime uğramış şekilde kalabalıkların içine dahil olan bir insan, yönetilmeye ve yönlendirilmeye muhtaç hale gelir. Burada itibar edilen bir lider profilini ön plana çıkarır. Lider, kitlelerin psikolojisini, motivasyon kaynaklarını, dinamiklerini gayet iyi bilir, onları istediği yöne kolaylıkla sürükler. Genel itibari ile çeşitli sebeplerden dolayı cahil kalmış ya da bir şekilde eğitimsiz bırakılmış bireylerin oluşturduğu kitleler için ‘’Çağdaş, İleri Görüşlü, Vizyon Sahibi, İnovatif, Karizmatik Yapılı Bir Dahi’’ özelliklerine sahip profilde bir lider – değeri kıymeti bilindiği takdirde - eşi benzeri bulunmayan bir nimettir. Bkz.
Mustafa Kemal Atatürk
Mustafa Kemal Atatürk
Bu konu, çok su kaldırır. Sizlere tamamlayıcı olması açısından
Gustave Le Bon
Gustave Le Bon
un yazdığı *
Kitleler Psikolojisi
Kitleler Psikolojisi
adlı kitabını mutlaka okumanızı öneririm. * Bu kitap ile ilgili inceleme yazıma ise buradan ulaşabilirsiniz > #160976652 Özetleyecek olursak; ben Bireycilik (Individualizm) kavramından şunu anlıyorum: Kendi kendine yetebilen, kendi kendini yönetebilen güçlü bireyler, çoğunlukta olursa devletin otoritesine ihtiyaç da azalır. Kaba tabirle; devlet, kendi kendini gütmeyi bilmeyenleri güder. Kendi kendini güdebilen bireyler şayet çoğunlukta olursa devletin de o bireylerden oluşan toplumu gütme gereği ortadan kalkmış olur. Yani, siz kendinizi geliştiren, kendi kendini inşa eden güçlü bireyler olursanız herhangi bir otoriter tarafından güdülmenize gerek kalmaz. Hiçbir köle devleti, sonsuza kadar yaşayamaz. Bireyler, güçlü oldukça devletin de yükü omuzlarından kalkar. Güçlü bireylerin çoğunluğu hem milleti hem de devleti de ihya eder. Güçlü bireylerden oluşan toplumlara sahip bir devlet de ‘’Güçlü Devlet’’ tir. Ben *Bireycilik (Individualizm) kavramından bunu anlamaktayım. *Bireycilik (Individualizm) kavramını roman aroması tadında okumak isterseniz
Jack London
Jack London
‘ın
Martin Eden
Martin Eden
kitabını edinmelisiniz.
Martin Eden
Martin Eden
kitap inceleme yazıma ise buradan göz atabilirsiniz: #208368213 Bireycilik, bireyin özgürlüğüne büyük ağırlık veren ve genellikle kendine yeterli, kendi kendini yönlendiren, görece özgür bireyi ya da benliği vurgulayan siyaset ve toplum felsefesidir. Bu bağlamda bilimsel olarak ele alınmalıdır. İNSAN-MERKEZCİLİK (Hümanizm) Nedir? Hümanizm, Homo-Sapiens’in kendine özgü bir doğası olduğuna, onun mevcut tüm diğer canlılardan farklı olarak evrildiğini savunur. İnsanı bu sebeple çok farklı bir kategoriye koyar. İnsan, temel özelliklerini sadece geliştirmesi değil aşmasını da amaç edinen ussal (akılcı) bir felsefi akımdır. Hem felsefi hem edebi hatta tarihi vakalarda bile bakış açısı kazandırmakta olan bir kavramdır. İnsan, tüm evreni anlamalı ve tüm elde edindiği dataları kendi kişiliğiyle bağdaştırıp yorumlamalı ve analiz edebilmelidir. İnsanın bu vesileyle ruhunu yüceltmiş olan Hümanizm, insanlığın sahip olduğu değiştirici/dönüştücü gücü kullanarak birbirleriyle dayanışmaya davet eder. İnsanın ruhunu onore eden bir kavramdır. Kolektivizm (Ortaklaşacılık), bireyciliğin tam zıttı olan kavramdır. Çünkü bireyciliğe göre; toplumların tek bir düşünce çıkarabileceği ortak bir beyni yoktur. Toplumlar, kendi başlarına bir düşünsel çıkarım yapamazlar. Yani, kolektif bir us (akıl) yoktur. Kaba bir halk tabiriyle; her kafadan bir ses çıktığı için bu sesler toplanıp da ortak bir sese dönüştürülmesi mümkün değildir. Kolektivizm, ancak övülmeyi seven kitleleri hoş sözlerle mest etme yeteneğine sahip demogogların/söz sanatı ustalarının(!) dikte ettiği düşünsel çıkarımları benimseme hakkına sahiptir. Şimdi bu noktada keskin bir bıçakla tikel ve tümeli ayırıyorum: Ancak ve ancak tek bir birey, algılayabilir, çıkarım yapar, soyutlama yapar, tanımlar ve bağlantılar kurar…vs. Düşünce, düşünen insanın seçimiyle ilk andan itibaren başlatılan, süreç boyunca yönlendirilen/kontrol edilen ve sonlandırılan bir süreç olmalıdır. Lâkin tarihsel süreçler boyunca bütün icatlar, buluşlar, keşifler yaratıcı bireylerin eserleridir. Yaratıcı olan toplum değil bizzat birey olan insandır. Bundan binlerce yıl önce ateşi keşfeden, tekerleği icat eden yine bu birey olan tek bir insandır. Yani, kalabalıklar bir yerde oturup ortak kolektif bir akıl yürütüp ateşi bulduk ya da tekerleği icat ettik dememiştir. Ya da herkesin gözünün önünde durduğu halde suyun kaldırma kuvvetini heyecanlı ve coşkun bir şekilde “Eureka! Eureka!” yani “Buldum! Buldum!” diyerek keşfeden, toplum değil sadece “Bir Kişidir” : Arşimet. Aralarından bir birey çıkıp bir şeyleri deneyerek mantık yürüterek bir şeyleri kurcalayarak tekerleği icat etmiş, ateşten duman çıkarmayı becermiş ve sonrasında bu icat toplumun kullanımına sunulmuş, topluma mal edilmiş, yani anonim olmuştur. Buraya kadar yazdıklarım tamamen bilgilerim doğrultusunda yaptığım kişisel çıkarımlarım ve tespitlerimdir.
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre
bizzat bunu dememiştir ancak bu noktalardan düşünsel doktrinlerini temellendirdiği kanaatindeyim. Bu kadar ön hazırlık, ısınma turları yeter. Artık ''Varoluşçuluk Kavramı'' 'na girelim. . . VAROLUŞÇULUK = HÜMANİZMA Existentialisme est un humanisme (Varoluşçuluk/Egzistansiyalizm Bir Hümanizmadır) başlıklı konferansının bir yazılı metnidir. Varoluşçu kuramının temeli ise çok nettir: İnsan, önce dünyaya gelir, var olur, ondan sonra tanımlanıp belirlenir, özünü oluşturur. İnsan, kendi tasarısıdır; kendini gerçekleştirdiği ölçüde vardır; yani, insan edimlerinin (fiillerinin) toplamından ibarettir olarak açıklar bu kuramı,
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre
Kendi Başına Bırakılmış İnsan: Empirist
John Locke
John Locke
’un ‘’Tabula Rasa (Boş Levha)’’sına benzer bir nevi. İnsan var olduğunda tanımlanabileceği, kimliklendirilebileceği bir veri yoktur. Sonradan insan kendini oluşturdukça, kendini nasıl yaparsa öyle olacaktır. Bu perspektiften bakıldığında insan hakkında sahipsiz, kendi başına bırakılmış izlenimi doğmaktadır. O halde Tanrı kavramı da refleksel olarak sorgu filtresinin içine dahil etmiş olunuyor. İşte burada
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre
, Hristiyan varoluşçulardan keskin bir şekilde ayrılmaktadır. J.P.Sartre’ın insan tanımında ‘’ilâhi bir güç tarafından özü belirlenmemiş’’ nitelendirmesiyle karşılaşmaktayız. Böyle bir durumda Tanrısız / dayanaksız bırakılmış / terkedilmiş insan, ister istemez – başka da bir çaresi olmaksızın – kendi kaderini eline almak zorundadır. Bir kere dünyaya gelerek hayata atılmıştır ve dönebileceği başka bir yer de yoktur - sadece geleceğe doğru atılmıştır - bu atılışın da bilincine varan bir varlık olarak madem ki yeryüzüne bırakılmış, dayanaksız ve özü boş olarak gelmiştir o halde edimleriyle(eylemleri) çabalarıyla kendini var edecek/tasarlayacak/yaratacaktır ve bütün yaptıklarından da yine kendi sorumlu olacaktır. Bu sebeple de insan edimlerine (eylemlerine/yaptıklarına) dört elle sarılmalı, onlara gözü gibi bakmalıdır. Tasarı olarak insan; isteği doğrultusunda değil tasarladığı şey doğrultusunda hareket eder. Yani, tasarım, insanlığın tasarımıdır. Kişi, olmak istediği şeye göre değil de insanlığın olması gereken normlara göre kendi bireysel tasarımını gerçekleştirir. Bu aslında insanlık idealinin temel mottosudur. Varoluşçulukta “hamdım oldum” deyimi kullanılabilir. Yani, kendi kendini yetkin bir birey haline getirebilen insan, entelektüel yetileri gelişmiş ve dönüşmüş bir birey olarak zamanla bu mertebeye kendi kendini eriştirir. Kafasında tasarladığı bir ideal insan portresi vardır; bu ideal, insan portresine de kendi edimleri (eylemleri) ile ulaşır. Kendini tamamlayan tasarım harikası ideal insan, artık tüm insanlığın yükümlülüklerini de sırtlamaya hazırdır. İnsan kendi yasasını koyar, uygular ve gerekirse de yargılar. Tanrı'yı ve kaderciliği devre dışı bırakan
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre
, insana kendinden başka yasa koyucu bir otorite bulunmadığını hatırlatarak - sen tek başına bırakıldın, kendi yasalarını koy ve uygula - demektedir. Burada engin bir ‘’hümanizma’’ gözlemlenmektedir. Bireyleş(e)memiş/varoluşsal aşamadan sonra herhangi bir sıçrama yap(a)mamış bir insanın edimlerinde insanlığa adayabileceği hiçbir katkısı da olmayacak, hiçbir iz bırakmadan sadece bir ot gibi olduğu yerde varolup yitecektir. ‘’Varoluş, özden önce gelir’’ sorunsalını, direkt olarak
Fyodor Dostoyevski
Fyodor Dostoyevski
‘nin şu önermesini esas alarak açıklar; ‘’Tanrı olmasaydı her şey mubah olurdu.’’; Tanrı olmasaydı yasaklar ve kısıtlamalar da olmayacaktı. Otorite boşluğundan kaynaklı hiçbir yaptırım olmayacağı için her şey mubah olacaktı. İnsan, bu durumda kendi içinde bulabileceği bir dayanak yani tutunacak bir dal da bulamayacaktı. Edimleri (eylemleri), özürsüz ve dayanaksız kalacaktı. Ancak varoluş özden önce gelince, insan aktif konuma geçiyor. Bu durumda kaderciliğin de olmayışı insanı kendi kaderini kendi ellerinin arasında almasına, seçimlerinde tasarımlarında özgür bir varlık olarak konumlanmasına sebep oluyor. O halde
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre
’ın felsefi doktrini, yaratma/kader belirleme hakkını Tanrı’dan alır insanın eline verir ve insan aynı zamanda yasa yapıcı ve uygulayıcıdır. (İktidar) Rol Model İnsanın Yüce İnsanlık İdeali: Kendini seçerken ve tasarlarken bütün insanları da seçer ve tasarlar. Olmak istediğimiz kimseyi yaratırken herkesin asıl olması gerektiği halini de anlarız. (Seçiş) Olmak isteyeceği şey değil, tasarlayacağı şeydir. (Tasarı olarak insan) * * * İnce bir kitap, yüz küsür sayfa halinde ancak kafa patlatılması gereken, her sayfayı hazmederek kafa yorarak geçmeniz gereken bir kitap. Özellikle kitabın 2.bölümü zorlayıcı ancak oldukça zihin açıcı. Varoluşçuluğu anlamak için
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre
gibi orjinal bir kişiliğin kitabı mutlaka okunmalı. * * * FİNAL SORUSU: J.P.Sartre kendisine verilen tüm ödülleri neden reddetmiştir? Bu adamın derdi nedir? Öyle ki, kendisine Fransa’nın en büyük devlet nişanı olan “Legion d’honneur” veriliyor ancak kabul etmiyor. 1964 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülüyor ancak Nobel ödülünü reddeden ilk kişi olarak tarihe geçiyor. Resmi ayrımcılığı reddettiğini ve kurumsallaştırılmak istemediği için tüm ödülleri reddettiğini belirtmiştir. Onun derdi yaldızlı madalyalara, cafcaflı ödüllere yani bir markaya bir etikete sahibi olmak değil kendi orijinal birey haliyle dimdik ayakta durup insanlık idealine kendini özünü tamamlamış bir birey olarak katkı sunmaktan geçer: Aynı kendi felsefi doktrininde bahsettiklerini kendi hayatında da uyguladığı gibi… ‘’İmzamı Jean-Paul Sartre olarak atmam ile Nobel Ödülü sahibi Jean-Paul Sartre olarak atmam aynı şey değildir.’’ Jean Paul Sartre 21.06.1905 (kendine has / özgün doğdu) - 15.04.1980 (kendine has / özgün öldü)
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre
Varoluşçuluk
Varoluşçuluk
Varoluşçuluk
VaroluşçulukJean-Paul Sartre · Say Yayınları · 20193,186 okunma
··
2 plus 1
·
1,548 views
Bu yorum görüntülenemiyor
Özgür Uçurtma okurunun profil resmi
Bunlar basit birer “inceleme” olamaz. Resmen çalışma! Gidip gelip okuyorum, ne yaptınız yahu? 🤦🏻‍♀️ Akıl Çağı için yapacağın yorumları büyük bir sabırsızlıkla bekliyorum. Oturup bu akşam sen okumadan önce incelememi yazacağım. 5 kitabın incelemesi yarım onu da eklersem 6 kitap. Dolayısıyla sabaha kadar edebiyat kasacağız bu akşam. İlham ve veri doluyum şimdi. 🤞🏻 Denk geldiğimiz için şükürler olsun.
Engin Mavi okurunun profil resmi
Beğenmenize çok sevindim
Özgür Uçurtma
Özgür Uçurtma
Çok teşekkür ederim. İnceleme yazıları yazmayı önemsiyorum. Çünkü kitabı okuduktan sonra zihnimde kalan düşünceleri derleyip toparlamama sebep oluyor hem de tüm okurlara bir katkı sunabilmek adına özenle yazmaya gayret ediyorum. Yazma eyleminin gücüyle kitabın etkisi daha çok artıyor. Kitabın suyunu iyice sıkmış oluyorum bu sayede. Sizin tavsiyeniz olan
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre
‘ın
Akıl Çağı
Akıl Çağı
‘nı mutlaka edinip okuyacağım be ardından da tabi ki inceleme yazısını oluşturacağım. Sizin inceleme yazılarınızı da dört gözle bekliyor olacağız. Sizler de iyi ki varsınız. Çok teşekkür ederim 🙏🏻
2 next answer
Ayuzawa Kaichou okurunun profil resmi
Ah yine doyurucu bir inceleme ve yine listeme eklenen bir kitap daha. İncelemedeki
Kitleler Psikolojisi
Kitleler Psikolojisi
de listeme almıştım yakın zamanda 🙌🏻
Akıl Çağı
Akıl Çağı
yarısında iken hiç değilse yazar ve tarzı, felsefesi hakkında bilgi edinmiş oldum😊 teşekkürler
Engin Mavi
Engin Mavi
Engin Mavi okurunun profil resmi
Faydalı olduysa ne mutlu bana 🙏🏻
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre
‘ı bu kitap sayesinde doğru anladığımı ve ona doğru bir başlangıç yaptığımı düşünüyorum. İyi bir başlangıç, bitirmenin yarısıdır; bu yönüyle hızlı adaptasyon ve motivasyon sağlayan bir kitaptır
Varoluşçuluk
Varoluşçuluk
👍🏻
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre
güzel zihin açıyor tam bir kireç çözücü deterjan; tıkanıklığı hemen gideriveriyor :)
Ayuzawa Kaichou
Ayuzawa Kaichou
madem
Kitleler Psikolojisi
Kitleler Psikolojisi
kitap tavsiyemi listene aldın o zaman bunu da okuyup değerlendirirsin bir ara. Arka planda çalışan prensipleri de incelememde açıklamaya çalıştım. Uzun değil zaten kısa bir inceleme #160976652
Rabia Nur okurunun profil resmi
Bu nasıl inceleme ya tebrik ederim harika bir anlatım olmuş 👏🏻
Engin Mavi okurunun profil resmi
Çok hızlı okumuşssunuz :) Bu kadar cabuk okuyacağınız tahmin etmemiştim. Begenmenize sevindim. Teşekkür ederim.
SADE KAHVE  kırk yıl hatırı var okurunun profil resmi
Doğru olanı dile getirmek,geleceğe ışık tutmaktir
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.