Gönderi

224 syf.
·
Not rated
·
Read in 102 days
Olmak veya olmamak
Cumhuriyet neslinin ilk öğretmenlerinden olan Ahmet Hamdi Tanpınar 23 Haziran 1901’de İstanbul’da doğmuştur. Babası çeşitli yerlerde nâiblik ve kadılık yaptığından çocukluğunda sürekli şehir değiştiren yazar, yeni yerler ve yeni insanlar ile karşılaşma fırsatı bulmuştur. Yolu isimlerini edebiyat dünyasında çok sık duyduğumuz Yahya Kemal Beyatlı (1958), Mehmed Fuad Köprülü (1966), Cenab Şahabeddin (1934), Ömer Ferit Kam (1944), Babanzâde Ahmed Naim (1934) gibi isimler ile kesişmiş ve onların tedrisatlarından geçmiştir. Necip Fazıl ve Ahmet Kutsi gibi isimlerle şiirin büyüsüne şahitlik etmiş ve de bu kişiler ile sıra arkadaşlığı yapmıştır. Fakültedeki öğrenimi sırasında kendisinden büyük bir minnet duygusuyla bahsettiği Yahya Kemal onun Batı edebiyatı ve divan şiiri zevki, bir şiir dilinin oluşumu yanında millet ve tarih hakkındaki görüşlerinin gelişiminde büyük tesir etmiş isimlerdendir. “Şeyhî’nin Hüsrev ü Şîrîn’i” üzerine hazırladığı tezle mezun olduktan sonra Güzel Sanatlar Akademisi’nde estetik mitoloji derslerini veren Ahmet Haşim’in vefatı ardından bu dersin kürsüsünde Tanpınar’ın sesi yükselmiştir. Ayrıca bir süre de Millî Eğitim Bakanlığı’nda orta öğretim müfettişliği yapmıştır. Yazar, divan şiirinin ve aruzun terk edildiği bir ortamda henüz emekleme döneminde olan hece ölçüsünü canlandırmaya gayret eden, poetika meseleleri üzerinde kafa yoran, mizaç bakımından metafizik ve mistik eğilimlere sahip bir nesle mensuptur. Dolayısıyla yazılarında da döneminin yansımalarını çok sık görmekteyiz. Yazarın Huzur, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Sahnenin Dışındakiler, Mahur Beste gibi eserleri en çok okunanlar arasındadır. Mazinin kendisindeki yansımalarını özlem duyguları ve estetik üslubu ile coşturan yazarın eserlerinde sıkça tekrarlanan bakmak, hayranlık ve lezzet gibi anahtar kavramlara rastlarız. Gölgesiz Şehirde Bir şehirde hatıralar ve tarih yalnız kitaplarda kaldığı takdirde, o şehrin kendi zamanlarını kaybedişi gerçeğini bize hatırlatan Tanpınar kendiyle ters düşüp kitapları çok tesirli bir araca dönüştürerek bizleri etkili ve dolu dolu bir yolculuğa çıkarıyor. Bu kadim medeniyetleri ve eserleri ile örtülü topraklarımızda, ayrı zaferlerin iyi yontulmuş mermerlerinin, taşlarının işlendiği sokaklarda heybemize hisseler dolduruyoruz. Zaferlerimiz ve yenilgilerimizin gölgesinde, hasret türküleri mırıltısı eşliğinde Tanpınar ile o sokaklardan geçerken bu Beş Şehir’in insanına ve tarihine şahitlik ediyoruz. İlk adımlarımızı yazara dasitani ve muhtarip görünen bana da soğuk ve gri hislere mukabil gelen Ankara’ya atıyoruz. Milli mücadelenin ve diğer muharebelerin bıraktığı izlerden midir bilinmez, Tanpınar’a çelik zırhlarını giyinmiş ortada dolaşan eski zaman silahşörlerini anımsatan Ankara Kalesi’nden seyre dalıyoruz. Ankara Kalesi’nde geçirdiğimiz akşam vaktinde bir milletin tarihinin ne kadar uzun olursa olsun, birkaç ana vak'anın etrafında dönüp dolaştığı, birkaç büyük ve mübarek rüyaya, yaratıcı hamlenin ta kendisi olan imanın devamına bağlı olduğunu bir kere daha öğreniyor ve hissediyoruz. Ankara sokaklarında dolaşan, müstakbel zaferlerin kumandanları, henüz söylenmemiş şiirlerin şairleri, henüz yükselememiş şaheser yapıların mimarları, henüz duyulmamış nağmelerin bestekârları etrafında henüz açmamış bir fecrin güllerine selam ediyoruz. Başkaldırışların şehrinde Tanpınar ile Roma’nın, şan ve şehvetinin içinde maddi hazlarla sarhoş fütuhatlarını, kale, köprü, yol, su kemeri, mabet, hamam, hipodrom, heykel ve bin türlü abideyle yaşadığı zamanı anımsıyoruz. Ardından bu şöhretini aradan geçen asırlar eşliğinde muharip alnını süsleyen çelenklerle beraber taşa toprağa verdiğine tanık oluyoruz. Dedelerimizin mezarlarının yanı başında veya türbe merdivenin basamağında beliren sert ve kibirli Roma konsülü veya sütunu çevresinde muhacir bir kuş gibi kurulan imparatorluğumuza şahitlik ediyoruz. Vatan aynamız Evliya Çelebi satırlarında Ankara ve kalesi için “Gülen gül gibi beyaz bir surla çevrilmiş olup, zaptı imkansız bir kaledir.” der. Seyahatnamede Ankara’nın Lidyalılar döneminden beri var oluşundan ve ticaret için öneminden, elverişli topraklarından söz edilir ve “Allah bu şehri kıyamete kadar Osmanlıların elinde ebedetsin” ifadeleri ile son bulur. Geçmişten izler eşliğinde görüyoruz ki Ankara, Orta Anadolu’ya iç kale vazifesi gören ve daima büyük tarihi olayların, hürriyet mücadelelerinin ve bu yolda ölenlerin şehridir ve duasıdır. Yaşamak Maceramız Yolumuz; şiir, din, gurbet duygusu, hayat tecrübesi, birbiri ardınca yaşanmış hayatların rüyalarımızda birbirince karışmasına çok benzeyen bir yığın inanış artığı olan dağlarda, Yıldız Dağı’nın eteklerinde ebediyet hissi ruhaniyeti ile birlikte Sivas’a düşüyor. Yazar şehirden önce, şehrin insanını tanıtarak giriş yapıyor. Tanpınar, “Bu şehrin insanları, dağları, dereleri, ağacı, toprağı ilahi varlıklar yahut veliler haline getirmişlerdir” der. Sayfalar ilerledikçe bu şehrin mekândan öte olayları ile anıldığını, mekânların tarihi olaylara yenik düştüğünü ve insanların bu tarihsel birikimi bünyesine aldığını görüyoruz. Bir ninenin dizleri dibinde dinlediğimiz hikâyeler, yaşanmışlıklar geçmişin heybesinde yolculuk boyunca kervanımıza katılıyor. Ve bu kervan bizi Erzurum’a götürüyor. Erzurum yazarın zihninde “ölüm” ile eşleşen bir şehirdir. Çünkü bu şehir Milli Mücadele'ye önayak olmuş ve bu süreçte ölüm bir saat rakkası gibi işlemiş, rast geldiği her şeyi biçmiştir. Sonra büyük bir sarsıntı ile karşılaşan şehir toz ve çamur yığınının canlı dününü geride bırakmıştır. Erzurum, çalışan insanlarını, temiz yüzleri ve sağlam ahlaklarıyla şehrin hayatına kutsilik katan âlimlerini, güzel sesli müezzinlerini, esnaf toplantılarını, bayramlarını idare eden ve halk hayatını bir sazı coşturur gibi coşturan bıçkın endamlı, yiğit örflü dadaşlarını zaman zaman acı tarihi olaylar ve hikâyeler ile geride bırakmış bir şehirdir. İnsanlığımız; özlemlerimizle, kavuşulacak güne hasretimizle alımlıdır. Ümit Yaşar Oğuzca’nın dediği gibi “İşte yaşamak maceramız bu. Yaşarken beklemek, beklerken yaşamak.” Ahlat'tan başlayarak Erzurum'un, Sivas'ın, Kayseri'nin, Konya'nın camilerini, medreselerini, kervansaraylarını çok usta bir elin çektiği yay gibi, atalarımızın yurdundan getirdiğimiz renkler ve desenler ile yeşerttiğimiz bu topraklar da ümit her zaman olmuştur. Tanpınar’da her şeye rağmen mazinin ardından duyulan üzüntü ve sızı ile geçmişe veda edip, yeniye karşı iştiyaklı heyecanı ve temennilerini diri tutmuştur. Sonuç Beş Şehir mazi dediğimiz o uzak masal ülkelerinden anlatılar ile donatılmıştır. Yazar, edebiyatta dilin kendi içinde estetik güzelliği olan, sanatsal bir şekilde kullanılması gerektiğini savunmaktadır. Bu nedenle birçok eserinde uzun, karmaşık cümlelere rastlarız. Dili ağırdır ve belli bir yaş kitlesine hitap etmektedir. Bu gezi yazısı diğer gezi yazılarına oranla daha farklı bakışlarla ve şairane bir üsluba sahiptir. Kitap boyunca okuyucu öyle bir konumdadır ki bazen şehirlerin arasında dolaşan bir seyyahtır bazen de gökyüzünde süzülen bir kartaldır. Ait olmadığımız şehrin yabancısıyız der Ahmet Hamdi Tanpınar. Şehirler önce ruhuyla karşılar, sonra gönlünün topraklarını serer önüne. Ruhumuzdan bir şeyler buldukça adımlarımız toprağın ruhaniyeti ile şereflenir; aidiyetimizin şehirlerinde, zamana hasretimizde, mazinin tatlı hülyasında buluruz kendimizi. Alâeddin Keykubad'ın çehresi, Selçuklu tarihinin ve zevkinin bütün çizgilerini barındıran, bozkırın çocuğu Konya. Tarihin damgasını, yeşilin ihtişamını türbeleri, camileri ve hanlarıyla taşıyan zaferlerin incisi, ebediyetin rahmani yüzü, Bursa. İmparatorluğun ve Müslüman dünyasının gururu, içinde başka başka coğrafyaların kumaşlarını barındıran, fetih masallarının ülkesi, İstanbul. Tanpınar aidiyetlerimizin perçinlendiği bu üç şehire, Konya Bursa ve İstanbul’a daha kapsamlı yer vermiştir. Bu şehirler ihtiraslara, kinlere, felâketlere rağmen fetihlerin ve o arada yeni bir milletin, yeni bir dilin doğmasını sağlayan adamların şehirleridir. Kitabın sonunda yazar, okuyucuya şehirlerin seyyahlığından öte, asıl meseleyi şu satırlar ile açıklar: “Hepimiz bir şuur ve benlik buhranının çocuklarıyız, hepimiz Hamlet'ten daha keskin bir "olmak veya olmamak" dâvası içinde yaşıyoruz. Onu benimsedikçe hayatımıza ve eserimize daha yakından sahip olacağız. Belki de sadece aramak ve bütün kapıları çalmak kâfidir.”
Beş Şehir
Beş ŞehirAhmet Hamdi Tanpınar · Dergah Yayınları · 201911.6k okunma
··
473 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.